Altın Portakal’ı yarıladık. Gösterilen filmlerin yarısında tema olarak ‘Aman el alem ne der’ kaygısı öne çıkıyor. Filmlerdeki bir karakter bir şey yapacak olsa diğerleri onu engellemek için bu cümleyi kuruyor. Bazılarında ‘el alem ne der’ baskısıyla kendini tam olarak ifade edememiş karakterler çıkıyor karşımıza. ‘Bitmedi şu el aleminiz’ de yine filmlerde geçen diyaloglar arasında.
Hepimiz için toplum vasatının kapısını aralayan, keskin sınırlar çizen bu ‘el alemci’ bakıştan sinemacılarımız artık nasıl illallah ettiyse, adeta bu bakışa savaş açmış durumdalar. Hatta epey de mevzii kazanmışlar. El alem cephesi ise savunmada, her zaman olduğu gibi kendilerini göstermiyorlar. Ama yara aldıkları, iktidarlarını kaybettikleri kesin.
Selfie ile başlatılan taarruz!
‘El alemci’lerden artık bıkanlar selfie silahıyla bir hamle daha yapıp ‘kıskananlar çatlasın’ taarruzuna geçti çoktan. Festivalde herkes bu silahla saldırıyor el alemcilere. Başta Ulusal Yarışma jüri başkanı Ferzan Özpetek. Her gösterimde selfie çekmeyi ihmal etmiyor. Oyuncular, gazeteciler, yazarlar, seyirciler, herkes selfie çekiyor. Selfie tabii ki paylaşılmak için çekiliyor. Oradaydım, iyiyim, mutluyum, siz el alemcilerin ne dediği umurumda değil, demek bu savaşta. Amaç el alemci tayfayı ‘kıskandırıp çatlatarak’ iyice sindirmek.
Dün gösterilen Ulusal Yarışma’daki Soner Sert’in yönettiği ‘Acı Kahve’ de el alemcilere açılan savaşta yer alan filmlerden biriydi. Daha film başlamadan filmin oyuncularından Nazan Kesal, Şerif Erol, Benian Dönmez bu savaşın neferlerinden biri olduklarını selfie çekip gösterdi.
El alemci cephe kız isteme gününde sinsice pusuda bekliyor
Bir kız isteme filmi ‘Acı Kahve’. Sinemamızda birçok filmde kız isteme sahnesi var. Lakin tamamen bunun üzerine kurulu bir film pek hatırlamıyorum. Yönetmen Soner Sert de aileler için gergin geçen bu günün filmini çekip belki de en çok o gün kurulan ‘Aman el alem ne der’ cümlesiyle el alemci bakışın insanlar yeni bir başlangıç yaparken nasıl sinsice pusuda beklediğini göstermek istemiş.
Malum bu el alemci cenah bize istediğimizi yaptırmaz, ama kendileri her şeyi yapar. İktidarlarını da kuşaktan kuşağa böyle aktarırlar. Lakin biraz kazıyınca ikiyüzlülük de kendini gösterir. ‘Acı Kahve’nin derdi de bu ikiyüzlülük işte. Bir tarafta başkomiser emeklisi Ekrem Bey liderliğinde bir aile, diğer tarafta müteahhit Hamdi Bey’in ailesi. Çocuklarının izdivaçı gerçekleşirse dünür olacaklar. Lakin ipler ailelerin kadınları Birgül ve Sevgi Hanım’ın ellerinde. Erkek tarafı kentsel dönüşüm falan derken son yıllarda zenginleşmiş, sınıf atlamış ve tabii gelenek de görenek de diyerek ezikliyor kız tarafını. Kız tarafı her ne kadar çocuklar mutlu olsun biz elimizden geleni yapalımcı olsa da bu eziklemeye pabuç bırakacak insanlar da değiller.
Lakin kız tarafının, hatta evlenecek kızın da bilmediği bir şey var! Damat adayı birkaç yıl önce bir trafik kazasında birini öldürmüş. Eltimiz filmin ortasında bu bombayı mutfakta bir bırakıyor, isteme günü savaş alanına dönüyor. İşte film herkesi bu acı gerçekle yüzleştiriyor. İnsan öldüren biriyle evlenir misiniz, insan öldürmüş birine kız verir misiniz? Kız tarafı bu yüzleşmeyle cebelleşirken oğlan tarafı ‘işte kazaydı, oldu bir kere, gereği yapıldı’ gibi kendilerini acındırarak bu acı gerçeğin üstünü nasıl örttüklerini gösterip karşı tarafa yöntem öğretiyor.
‘Acı Kahve’nin akrabaları: ‘Çoğunluk’ ve ‘Çatlak’
Bir evde geçen, babalar Şerif Erol ile Reha Özcan, anneler Nazan Kesal ve Benian Dönmez’in karşılıkla şahane performanslar sergilediği film orta sınıf ahlakının örtüsünü kaldırıp o ahlakın ikiyüzlülüğünü güzelce ortaya çıkarıyor. Ayrıca o el alem ne dercileri görünür kılan bir yanı da var. Yakın dönemden Seren Yüce’nin ‘Çoğunluk’, Fikret Reyhan’ın ‘Çatlak’ filmleri gibi her zaman kutsanan aile kurumunun, aile içi ilişkilerin nasıl da ‘çıkar’ temelli olduğunu gösteriyor bize. Bu anlamda bu filmlerle akrabalık kuruyor.
Ulusal Yarışma’nın öne çıkan filmlerinden olan ‘Acı Kahve’nin yönetmeni Soner Sert film gösterimi sonrasındaki söyleşide sorduğum bir soru üzerine küçük burjuva taşlaması yapmak için yola çıktığı söyledi. Yaşadığımız düzenin taşıyıcı sınıfı olan küçük burjuvazinin sistemin devamı için hayati öneme sahip olduğunu anlatan Soner’in bir kız isteme gününün tüm detaylarına hakim olması elbet meraklandırdı herkesi. Yönetmen de “58 kuzenim var” diyerek bu özel günlere maruz kala kala deneyim sahibi olduğunu anlattı.
Kenti bırakıp köye yerleşen sinemacıların filmi: ‘Balinanın Bilgisi’
Günün ikinci filmi uzun yıllar sinema sektöründe çalıştıktan sonra kenti terk edip köy hayatına geçen Önder Sengül’ün yönettiği ‘Balinanın Bilgisi’ydi. Sinema virüsünü yönetmen köy yaşamına geçse bile içinden söküp atamayınca Fethiye’de çocuklarını ormanda doğurmasıyla namlı bir kadının hikayesinden ilhamla ‘Balinanın Bilgisi’ni çekmiş. Köylüler ve kendisi gibi kenti terk edip köyde yaşamı tercih eden sinemacılar ve oyuncuların desteğiyle ortaya çıkan bir film ‘Balinanın Bilgisi’. Ki belirteyim bu film de ‘el alem ne der’e isyan eden yapımlardan.
Hikayenin odağında kızıyla birlikte köyde yaşayan hamile Gülsüm var. Kocası madende çalıştığı için uzaklarda. Lakin isyankar biri Gülsüm. İsyanı doğanın sesini dinlemeyip onu yok etmeye çalışan düzene, onları yalnız bırakan kocasına, bu düzenin ne kadar güzel olduğunu anlatan muhtara, bu düzeni devam ettirmek isteyen diğer kadınlara.
Genç oyuncu Özge Cevher Yüksel’in performansı ve yönetmenin kurduğu atmosferle kıvama gelen film hem doğaya hem de kendi doğamıza nasıl yıkıcı davrandığımızı anlatıyor. Anlatıyor ama olay örgüsünde temel bilgileri verme konusunda cimri davranıyor ve öte yandan seyirciden de çok şey bekliyor. Anlattığı hikayenin potansiyelini aşan metafor kullanımı, bu metaforların çağrıştırdığı altmetinlerinin genişliği karşısında seyircinin anlam karmaşasına düşmesi işten değil. Ki gösterimden sonra yapılan söyleşi de seyircinin bu karmaşaya düştüğünü gösterdi zaten.
‘Doğal olan normal doğum’ kampanyasına verilen cevap
Filmin sonundaki ormandaki doğum sahnesinin uzunluğu dikkat çekiciydi. Neredeyse bir doğumun bütün aşamalarını izledik. Bir yandan Sağlık Bakanlığı’nın tepki çeken ‘doğal olan normal doğum’ sloganlı tepki çeken kampanyasına cevap olarak da düşünülebilir bu sahne. Ama aklıma rahmetli Fatma Girik de gelmedi değil. “Ya biz bu işleri Yeşilçam’da birkaç dakikada hallediyorduk” der miydi, bence derdi.
Ulusal Yarışma’daki 12 filmden altısı izlendi. Henüz herkesi etkileyen ve namı dalga dalga tüm yurt geneline yayılan bir film yok ortada. Nur Sürer’in başrolde oynadığı ‘Mukadderat’ izlediklerimiz arasında bir adım önde götürüyor yarışmayı. Bakalım son altı yarışmanın seyrini nasıl değiştirecek?