Andrew Scott’ın ‘Vanya’ performansını dünya gözüyle sahnede göremesek de National Theater Live sayesinde beyazperdede izleyebildik. Zekice dokunuşlarla yeniden yazılmış, incelikle yönetilmiş, gösteriş yapmadan oynanan çok iyi bir tek kişilik iş…

Çarşamba akşamı Kadıköy Sineması’nın önündeki kalabalık çağdaş Türkiye tiyatrosunun küçük bir toplantısı gibiydi. Yönetmenler, oyuncular, tiyatro seyircileri İngiliz oyuncu Andrew Scott’ın tek başına sırtlandığı ‘Vanya’yı görmeye gelmişti. Ne yazık ki beyazperdeden, ama ne şükür ki National Theatre Live’ın, canlısını handiyse aratmayan pürüzsüz çekimi ve kurgusuyla izleyecektik oyunu…

2023 sonbaharında Duke of York’s Theatre’da prömiyer yapan oyunu görmeye, Londra’ya gidemeyenler için kaçırılmaz fırsattı. Zaten Kadıköy Sineması da önceki haftaki gösterimden sonra yoğun istek üzerine ek seans açmıştı. Beklerken görüyoruz ki biletler tamamen tükenmiş. Kadıköy Sineması’nın büyük salonunda bol ödüllü, sinema, TV ekranı ve tiyatroda yıldızı hem parlak, hem de çalışkan İrlandalı aktörle buluşmaya hazırız…

Karakterleri tüy gibi narince taşıyor…

Yukarıda ‘tek başına sırtlandığı’ dedim, bilerek dedim, az sonra kendimi ‘düzeltmek’ üzere… Bu bilhassa tek oyuncunun birden fazla karakteri sahneye taşıdığı, ağırlığı oyuncu performansına veren oyunları yazarken sık kullandığım bir ifade. Ama ‘Vanya’da sahnedeki aktör, sert şekilde yorucu (hem izleyen hem oynayan için) bir efor/performans sergilemiyor. Karakterleri fiziksel gücünü, oyunculuk maharetini göstere göstere ‘sırtlanmıyor’ yani. Bilakis, avuçlarına tüy emanet edilmiş sanki de onu düşürmeden, nazikçe taşıyor gibi. Oyunu, hikâyeyi, tam sekiz karakteri, o karakterlerin bir bir hayatlarını, iç dünyalarını, arzu ve tutkularını, gizli ve açık isteklerini, geçmiş ve geleceklerini ve ama bence en çok da Çehov’u taşıyor…

Simon Stephens’ın Çehov’un ‘Vanya Dayısı’ndan hareketle yazdığı, Sam Yates’in yönettiği ve Andrew Scott’ın tek başına oynadığı ‘Vanya’yı National Theater Live yapımı olarak sinema perdesinde izleyip maalesef tuhaf kaçacağı için alkışlamadan çıktığımda aklımdan ilk geçen cümle şuydu: Bu kadar çarpıcı bir işi bu kadar gösterişsizce sahneleyebilmek ne acayip! Hakikaten de sıfıra yakın bir gösteriş var izlediğimiz işte. Bir adam, bir aile evinde toplanmış Çehov karakterleri arasında geçen birkaç günü, oyun kişileri arasında usul usul dolanarak anlatıyor. Yeniden ve güncel bir dille yazılmış hikâyeyi, tabiri caizse kendini heder etmeden, ilmek ilmek örerek sahneliyor.

Çehov insanları bugün de yaşıyor

Çehov’un 1897’de yazdığı ‘Vanya Dayı’ büyük yazarın arka plana dönemin Rusya’sındaki toplumsal dönüşümü alıp olan bitenin geleneksel aileler üzerindeki etkilerini anlattığı, melankolik ama ince bir mizah barındıran eserlerinin önde gelenlerinden. Emektar Vanya Dayı ile yeğeni Sonya’nın yaşadığı çiftlik evinde, Sonya’nın emeğiyle değil, caka satan dolu tavırlarıyla yaşayan babası ve onun genç karısı arasında kurulur ana çatışma. Tiyatro yazınının en bilindik tiradlarıyla da biter: Yaşanan onca şeyden sonra el etek çekilip baş başa kaldıklarında Sonya’nın dayısına “Yaşayacağız Vanya Dayı…” konuşması sürdürdüğümüz zorlu hayat gailesine dair 130 sene öncesinden yazılmış cümlelerdir aslında. Keza önceki akşam izlediğim uyarlamada da oyunun bana en çok dokunan kısmı bu tiradın (Simon Stephens’ın cümleleriyle) oynandığı final bölümü oldu.

Simon Stephens Türkiye tiyatro seyircisinin tanıdığı bir isim. ‘Bulanık’, ‘Punk Rock’, ‘Dalgakıran’ oyunları çağdaş tiyatromuzun yakın tarihine uğramıştı. ‘Vanya’ adıyla yaptığı Vanya Dayı uyarlamasında Ivan, Michael, Helena, Alexander, Sonia, Elizabeth, Maureen ve Liam olarak yeniden adlandırdığı ana karakterleri mekânın ve zamanın tam tanımlanmadığı bir eve yerleştiriyor Stephens.

Çağdaş tiyatro yazınının İngiliz yıldızlarından olan Stephens, Çehov için “Müzelere değil, tiyatrolara ait bir adamdı. (…) Oyunlarının bu yüzyılda ve bu on yılda yaşaması lazım” diyor. İşte ‘Vanya’da da tam bu inancını yerine getiriyor Stephens: Çehov insanlarının dün de bugün de yaşayan kanlı canlı insanlar olduğunu, dahası Çehov oyunlarının bir yanıyla nasıl da komik olduğunu bu metinle ispatlıyor.

Zarif, incelikli ve komik…

Sam Yates’in rejisi hiç de star oyuncu odaklı değil sanıldığı gibi. Zira oyun başladıktan ve gözümüz sahne akışına alıştıktan bir süre sonra şunu hissettim: İzlediğim salt, dünyaca ünlü bir oyuncunun üstün performansı değil. Çok iyi yazılmış bir uyarlamanın sahneye çok sakin bir reji diliyle yerleşmiş halini izliyorum. Bu kurulumun içinde de daha çok karakterlerin arasında usulca dolanan bir oyuncuyu…

Performans evet, nefis. Ama oyun bize hikâyeyi de hissettirmeyi başarıyor (ki tek kişilik oyunlarda, hele ki oyuncu çok yetenekli ve baskınsa bu dünyayı kurmak en zorudur.)

Çok zarif geçişlerle, her bir karakterin beden dilini, ufak değişikliklerle sesini, bakışlarını bulmuş(lar). Her karakterin evin içindeki belli başlı konumlarını, mekâna giriş çıkış tavırlarını da ‘belletiyor’ bize reji. Ve kafamız hiç karışmadan izlemeye koyuluyoruz evin içinde olan biteni. Hiç öyle aksesuarlarla karakter ayrıştırma kolaycılığına da kaçmamışlar. Sonia’nın elindeki kırmızı bez ve Ivan’ın güneş gözlüğünü saymazsak, karakterleri tamamen oyuncunun maharetli sunumu sayesinde takip ediyoruz. Sanki her bir karakter birer hayalet piyon olarak orada duruyor da Scott o piyonlarla sahnede oynuyor gibi. İki ayrı karakterin birbiriyle fiziksel temasa geçtiği (itişme ya da sevişme gibi) sahnelerdeki el/kol kullanımı da zarifliğiyle ayrıca takdire şayan.

Açılıştaki ışık esprisinden başlayarak piyano kullanımına ve oyun müziğine, yalın ama dağınık ev dekorunun hikâyeye hizmet edişine kadar titizlikle çıkarılmış bir iş ‘Vanya’. Andrew Scott’ın her bir karakterin bezginliğine, muzipliğine, şımarıklığına uygun olarak yarattığı göz ve dudak hareketlerini -beyazperde aracılığıyla izlediğimiz için- çok yakından takip etmek de ayrıca keyifliydi.

Beyazperdeden izlerken pek çok yerde, kayıt esnasında salonda canlı izleyen seyirciyle eşzamanlı kahkaha atmak da hoş bir deneyimdi. Oyunu Londra’da izleyen şanslı azınlıktan değilseniz National Theater Live gösterimlerini görmenizi öneririm.

Vanya / National Theatre Live
Yazan: Anton Çehov
Uyarlayan: Simon Stephens
Yöneten: Sam Yates
Oyuncu: Andrew Scott
Süre: 120 dakika, iki perde
Ne zaman, nerede: 12 Temmuz Cuma, 21.30’da, İstanbul Yelken Kulübü Açık Hava Sineması’nda.


Bu hafta sahnelerde

Hamiyet/Peyk&MOM Yapım:

Sezonun müzikallerinden. Özgün ve güçlü bir sound’u olan Peyk’in de ilk müzikali. Grubun solisti İrfan Alış’ın hikâyeyi kurduğu, Deniz Madanoğlu’nun yazdığı, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği oyunun kadrosunda Aslı İnandık, Esra Kızıldoğan, Sabahattin Yakut, Sermet Yeşil, Ezgi Çelik, Uygar Özçelik gibi isimler ve Peyk ekibi var. 80’ler Türkiye’sinin tekinsiz politik ve yoksullaşmış toplumsal atmosferinde iki çocuğuyla ayakta kalmaya çalışan genç bir emekçi kadını izliyoruz…

🔴 12 Temmuz Cuma, 21.15’te ENKA Eşref Denizhan Açık Hava Tiyatrosu’nda.


N’olcak Bu Yusuf Umut’un Hali/Tiyatro Hemhâl:

Hakan Emre Ünal’ın tek kişilik ve seyirciyi hızla yakaladığı performansıyla, bir ‘kayıp erkek’ anlatısı. Alis Çalışkan’ın yazdığı oyun Ünal’ın yüksek enerjisiyle nereye, neye ait olduğunu anlamaya çalışan Yusuf Umut’un trajikomik diyebileceğimiz hallerini aktarıyor bize. Işık tasarımıyla yaratılan gölgeler oyunda Ünal’ın en iyi rol arkadaşı denebilir.

🔴 12 Temmuz Cuma, 21.00’de İzmir, Urla Dam’da.


Acâibü’l Temaşa/İstanbul Devlet Tiyatrosu:

Geçen günlerde Afife’de ‘yılın yönetmeni’ ödülünü alan Oğuz Utku Güneş’in yazıp yönettiği oyun ‘acayip’ bir komedi. Yönetmenin ‘Irma Vep’in Esrarı, ’39 Buçuk Basamak’, ‘Teftişör’ oyunlarındaki ‘acayip’ kafasını bilen seyircinin merakla gideceği bir iş. Donanımlı bir oyuncu kadrosu, ışık, kostüm ve müzik tasarımında yine yönetmenin özgün tarzını yansıtan tercihlerle komedi dozu yüksek, Osmanlı döneminde geçen bol hareketli bir oyun. Devlet Tiyatroları’nda zor rastlanır türde bir iş…

🔴 12 Temmuz Cuma, 20.00’de Atatürk Kültür Merkezi’nde.