Keyifli zamanların habercisi hafta sonunda ‘Adsız Âşıklar’ ile aşkı tatlı tatlı sorguluyoruz. Huzursuzluktan beslenenleri ise seri katilli ‘Der Heimweg’, polis dramı ‘Çevik Kuvvet’ ve orijinal böcek belgeseli ‘Gerçek Bir Böceğin Yaşamı’ bekliyor.

ONUNLA DA OLMUYOR ONSUZ DA

Adsız Âşıklar

Bir yerli dizi daha Netflix kataloglarında yerini aldı ve hafta sonu planlarımıza adını yazdırdı. Başar Başaran’ın yazdığı, Umur Turagay’ın yönettiği ‘Adsız Âşıklar’ bizlere komedi, dram ve adından da anlaşıldığı üzere aşk dolu bir hafta sonu vadediyor. Hem de aşk olgusunun bizzat kendisi masaya yatırılıyor.

Dizi ve filmlerde aşk genellikle iyisiyle kötüsüyle başımızın tatlı belası olarak işlenir. Ancak ‘Adsız Âşıklar’ın iki ana karakteri de bu konuda keskin ve birbirine zıt görüşlere sahip. Cem (Halit Ergenç) aşkın bir hastalık olduğunu düşünürken Hazal (Funda Eryiğit) tam tersi, dünyayı şifalandıracak tek güç olduğunu savunuyor. Cem bu hastalık konusuna öyle takmış ki âşıkları iyileştirmek için bir klinik bile kurmuş. Nasıl ki ‘adsız alkolikler’ gibi terapi grupları var, Cem de işte burada adsız âşıkları alkolden beter bir batak olan aşktan kurtarmanın derdinde.

Cem’in aşka olan inancını çocukken kaybetmesinin nedeni elbette ailesidir, peki ya aşka inanç derecesinde bağlı Hazal’ın motivasyonu nedir? Öğrenmenin yolu, tahmin edileceği üzere ikilinin kaçınılmaz karşılaşmasından geçiyor. Üstelik bu karşılaşma Cem’in kurduğu Aşk Hastanesi’nde gerçekleşiyor. Cem ve Hazal aşka yönelik fikir ayrımlarına rağmen birlikte hareket etmek zorunda kalıyorlar ve onlar ‘hastaları’ gözlemlerken bizler de ikiliyi gözlemliyoruz. Yavaş yavaş da psikolojilerine iniyoruz. Böylelikle hikâye derinleşmeye, aşktan başka meseleleri de işlemeye başlıyor.

Dizi, aşk temalı yapımlara en yakışan türleri, yani komediyle dramı harmanlayan bir kıvamda. İşin komedisi sulu değil, dramı ağlak değil. Bu nedenle hikâyeye ve oyunculuklara odaklanabiliyoruz. Dizi Aşk Hastanesi denen yerde geçtiği için de bol bol klinik sahnesi izliyoruz. Bir yandan da Cem’in projesinin bir dolandırıcılıktan ibaret olduğunu düşünen Hazal’la birlikte, insanların umutlarını paraya çevirenlere ufak taşlar da atıyoruz.

Aşksızlık bir ütopya mı distopya mı?

‘Adsız Âşıklar’ dizisi ‘Sil Baştan’ (Eternal Sunshine of the Spotless Mind) kadar ikonik bir filminkine benzer deneyim vadetmiyor elbette. Ancak aşktan kurtulmaya çalışanların dramına çözüm bulma temasında birleşiyorlar denebilir. Bir de aklımıza Mete Katipoğlu’nun ta 2006 yılında yayımlanmış ‘Aşk Vebasının Dirilişi’ kitabı geliyor. Kitapta aşk, toplumun genelinde bir hastalık olarak kabul görüyordu ve bilim insanları, aşkı tamamen yok etmenin yolunu çoktan bulmuştu. Aşkın ne olduğunun bile bilinmediği bir toplumu, yani ‘Sil Baştan’ ve yerli dizi ‘Adsız Âşıklar’daki projelerin başarıya ulaştığını düşünün, işte öyle.

Peki bu tema bize ne söylüyor? Tıpkı insanlığın ölümsüzlük hayali gibi aşksızlık da mı ezelden beri güçlü bir arzumuz acaba? Peki ölümsüzlüğü işleyen eserlerin bir noktadan sonra ölümlülüğün değerini anlatmaya başlaması gibi, ‘Adsız Âşıklar’ da aşka teslim olan bir dizi mi? Yani Cem mi haklı Hazal mı?

Bu yolculukta ikiliye eşlik eden isimler de iddialı: Rıza Kocaoğlu, Seda Akman, İdil Fırat, Zerrin Nişancı, Selçuk Borak, Ceren Benderlioğlu ve Beril Kayar’ı izliyoruz. Ama yetmiyor, patron çıldırıyor ve konuk olarak Teoman, Cansel Elçin, Yetkin Dikinciler, Sedef Avcı, Cemre Ebüzziya, Erdem Şenocak, Erdem Kaynarca, Efe Tunçer ve daha birçok ismi görüyoruz. ‘Adsız Âşıklar’ şimdi Netflix’te.


KATİL ENSEMİZDE!

Der Heimweg / Takvim Katili

Hafta sonu gerim gerim gerilmek isteyenleri pişman etmeyecek bir filmle geldik. Almanya’nın çok satan yazarlarından Sebastian Fitzek’in 2020 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan ‘Der Heimweg’ taze taze Prime’da. Daha önce ‘The Therapy’ adlı kitabı da aynı yapım şirketi Ziegler Film tarafından, yine Prime için diziye uyarlanan yazar, hikâyelerinde ters köşeler ve yoğun şiddet kullanımıyla biliniyor. (‘The Therapy’yi de ‘Terapi’ adıyla Prime’ın Türkiye katalogunda bulabilirsiniz.)

Gece yolda yürüyen kadınların daha güvende hissetmesi için hizmet veren bir telefon hattının diğer ucundaki görevlisiniz. Bir gece bir telefon alıyorsunuz ve arayan kadın birazdan öldürüleceğini söylüyor. Ne yapardınız? İşte söz konusu ‘eşlikçi hattın’ çalışanı olan Jules (Sabin Tambrea) kendini tam da bu zor durumda bulan ana karakterlerden biri. Diğeriyse çok daha zor durumda olan, can havliyle telefona sarılmış ve bir yandan da gece izbe sokaklarda katilden kaçmaya çalışan Klara (Luise Heyer).

Klara’nınki basit bir kovalamaca değil. Hedefindeki insanlara ölecekleri tarihi önceden veren Takvim Katili lakaplı seri katilin yeni hedefi Klara. Klara bu uyarıyı, kocasıyla olan fotoğrafının altına katil tarafından yazılmış tarih vesilesiyle alıyor. Katil ona bir de, kocasını öldürmesi koşuluyla kurtulabileceğini söyleyerek bir çıkış kapısı gösteriyor. Klara’nın neden o tarihe kadar polise gitmediği gibi konular ise, hattın diğer ucundaki Jules tarafından irdeleniyor.

Gerilmek yetmez, bir tutam da rahatsızlık

Klara’nın, kocası Martin’le (Friedrich Mücke) olan ilişkisinin de en az bu katil kadar gizemli ve tehlikeli olduğuna tanıklık ediyoruz. Martin’in Klara’yı zorla cinsel içerikli partilere götürmesi ve hatta ‘ikram etmesi’ (dolayısıyla işin içine ‘Eyes Wide Shut’ın rahatsız edici ve sadistik versiyonu) eklenince, filmdeki ölüm kalım meselesine bir de psikolojik gerilim yükü biniyor. Bu vesileyle tetikleyici uyarımızı verelim. Cinsel ve psikolojik dâhil olmak üzere şiddet türlerine hazırlıklı olun. (Klara’nın ara ara gördüğü böcek sanrılarıyla seyir deneyimi hepten rahatsız edici hale geldiğinden böcek fobisi olanları da uyarmış olalım.)

Sebastian Fitzek kitaplarında, en hafif ifadeyle tat kaçıran şiddet kullanımıyla (daha net ifadeyle ise şiddet pornografisiyle) eleştirilen, kimine göre de aslında bunun için okunan bir yazar. Film uyarlamasının ‘Testere’ veya ‘Otel’deki kadar rahatsız edici olmadığını söyleyenler olsa da bu bir eşiktir; biz yine de sizi nasıl bir şeyin beklediğini anlattık gitti!

Filmin ilk yarısı Jules ve kaygılı Klara’nın telefondaki konuşmalarıyla, geçmişteki olayları günümüze bağlamalarıyla geçiyor. Yani kalp atışlarınızın hızlanması için ikinci yarıyı beklemeniz gerek. Olay örgüsü ise tıpkı kitaptaki gibi biraz dikkat istiyor. Filmin de kitabın da sonu, şok beklentisinin altında kalmakla eleştiriliyor ama yorumu size bırakalım. Senaryo uyarlamasını Susanne Schneider’ın yaptığı, yönetmenliğini Adolfo J. Kolmerer’in üstlendiği ‘Der Heimweg’ (Takvim Katili) Prime’da.


BU ÇATIŞMANIN KAZANANI YOK!

Çevik Kuvvet / A.C.A.B. La Serie

Gerilmeye iç karartıcı bir noktadan devam etmek isteyenleri Netflix’in İtalyan yapımı ‘Çevik Kuvvet’ (A.C.A.B. / İngilizce ‘Public Disorder’) dizisine alalım. Gazeteci Carlo Bonini’nin ‘ACAB’ adlı kitabı, 2012’deki aynı adlı film uyarlamasının ardından şimdi de dizi uyarlamasıyla karşımızda. Bu bir polis dizisi, ancak ne ‘Arka Sokaklar’daki eller yukarıcılık var ne de ‘Brooklyn Nine-Nine’daki gırgır şamata. Odak noktamız toplumsal olaylarda halk ve polisin karşı karşıya gelmek zorunda kalması.

Daha ilk dakikalardan gerilimi hissediyorsunuz. Bu gerilim çevik kuvvet ekibinin bir sonraki emri beklerken diken üstünde durduğu, fırtına öncesi sessizlik gerilimi olarak da zuhur edebiliyor tam eylemlerin ortasında, eylemcilerle polislerin çarpıştığı anlara yakın çekim tanık olduğumuz gerçekçi bir gerilim olarak da. Buna, karakterlerin kişisel hayatlarında yaşadığı zorluklar da eklenince gerilime psikolojik dram da katılıyor. Görüntü yönetmeniyse bu karamsar havayı cömertçe yansıtıyor.

Ana karakterlerimiz İngilizce A.C.A.B. (All Cops Are Bastards) ifadesinin hakkını veren bir çevik kuvvet ekibi, daha doğrusu çetesi. Zira bu ekip yetkisini kötüye kullanmakla, emre itaatsizlik etmek pahasına keyfî ve orantısız güç kullanmakla meşhur. Sükûneti ve güvenliği sağlamak yerine, olayları daha çıkmadan engellemek için şiddet uygulama yöntemleri ise kaostan başka bir şey getirmiyor.

Daha ilk bölümde ekibimiz, amirlerinin yaralanmasının ardından rastgele bir eylemciyi komalık ediyor ve delilleri gizliyor. Yani hızlı treni ve inşaat sektörünü eleştirmek, dağlara ovalara sahip çıkmak isteyen halkı suçlu addettikten hemen sonra, polisin kendisi suça karışıyor. Eylemciyi komaya sokanın kim olduğu araştırılırken bir yandan da ekibimizin amiri değişiyor. Yeni amir Michele Nobili (Adriano Giannini) daha makul yöntemlerle kriz yöneten biri olduğu için ekibin fevriliğini dizginlemeye çalışıyor. Bu noktada hikâyenin ekseni ‘onlar ve biz’ (yani halk-polis) ekseninden polis-polis çatışmasına kayıyor.

Hayat da tatsız meslek de…

Nobili bir yandan ekibine liderliğini ve barışçıl yöntemleri kabul ettirmeye çalışırken diğer yandan aile hayatında, kızının yaşadığı bir travmaya çare bulmaya çalışıyor. Ekibin kalanının kişisel hayatı da iç açıcı değil. Bir yandan mesleki zorluklar, diğer yandan komalık olan eylemci soruşturmasının derinleşmesi ekibi hepten germeye başlıyor. Dolayısıyla alıştığımız polis dizilerindeki ekip ruhunu da mükemmel dostluğu da göremiyoruz.

Eylemler sırasında kamera (ve dolayısıyla biz) çevik kuvvetin perspektifindeyiz ve olayları eylemcilere şiddet uygulayan taraftan izliyoruz. Olaylar bittiğindeyse polislerin sıradan ailelerine, bir baba, bir anne, bir sevgili olarak gittiklerini, gündelik sorunlara daldıklarını görüyoruz. (Kötülüğün sıradanlığı bağlamında ‘Zone of Interest’ aklımıza geliyor.) Meslekleri bir tarafta, özel hayatları ve vicdanları diğer tarafta olmak üzere arada sıkışan insanları izliyoruz.

Hemen belirtmeliyiz ki ‘Çevik Kuvvet’ bir polis yerme veya polisle empati kurma dizisi değil. Tıpkı polisin yetkisini kötüye kullandığını gördüğümüz gibi eylemcilerin eylemi taşkınlığa veya linçe dönüştürdüğü anları da görüyoruz. Dizi, mesaj verme derdi olmadan, o meşhur ifadeyle ‘tüm çıplaklığıyla’, halkı halka kırdıran sistemde kazananın olmadığını gösteriyor.

Ortamlarda satmalık bilgiyle bitirelim: Dizide Mazinga karakterini canlandıran usta İtalyan oyuncu Marco Giallini, kitabın 2012 yapımı film uyarlamasında da aynı karakteri canlandırmıştı. Carlo Bonini’nin kitabından uyarlanan ve yaratıcısı Filippo Gravino, yönetmeni Michele Alhaique olan ‘Çevik Kuvvet’ Netflix’te.


MİNİK SEVİMSİZ DOSTLARIMIZ

Gerçek Bir Böceğin Yaşamı

Gerçek hayat hikâyelerinden, belgesellerden uyarlama tonla kitap, film, dizi gördük. Bu kez tam tersini izliyoruz! Disney ve Pixar’ın 1998 tarihli animasyonu ‘Bir Böceğin Yaşamı’nın belgesel uyarlaması ‘Gerçek Bir Böceğin Yaşamı’  ikinci sezonuyla Disney+’ta yerini aldı. National Geographic yapımı bu belgesel, gerçek bir belgesel. Böcekler hakkında bilgiler veriyor vermesine, ancak her bölümün ana karakterleri ve bir kurgusu var.

Mesela ilk bölümde, üst kattaki saksıdan sokaklara düşüp hayatta kalmaya çalışan tek bir örümceği, yere düşen kocaman ekmeği taşımaya çalışan karınca kolonisini, restorana uçup tabaklardan yemek kırıntıları çalan sivrisineği gün boyu takip ediyoruz. İzlerken de hepsine dair bilgiler ediniyoruz. Misal, hamam böcekleri yedek beyin taşırlar. Karıncalar kendi ağırlığının 50 katını taşıyabilir. İyi göremezler, ama antenleri sayesinde dört buçuk metre öteden koku alabilirler. Yalnızca bu çok bilindik sevimsiz dostlarımızı değil, Malezya plajlarının sıcağından kaçmaya çalışan hızlı bacaklı kaplan böceği gibi yabancı dostlarımızı da görme fırsatı buluyoruz.

Bu bilgiler bize komedyen ve rapçi Awkwafina’nın sesiyle aktarılıyor. Belgesellere has tekdüze ses tonu mizahla ve muzip müziklerle birleşince ortaya klasik belgesellerden farkı bir iş çıkıyor.  Bu komedik unsurlar böcek izlemenin verdiği rahatsızlığı bir nebze hafifletiyor.

Mikro dünyalara makro çekim

Belgeselin farkı burada bitmiyor. Böceklere o kadar yakından bakıyoruz ki onlarla sohbet edebiliriz! Son teknoloji çekim tekniklerinin nimetlerinden faydalanılan belgeselde hareket kontrollü kameralar, ultra yüksek hızlı lensler, makro çekim teknikleri, fotogrametri, prob ve mikroskop lensleri, yarış tipi birinci şahıs drone’lar ve ultra yüksek hızlı kameralar kullanılmış. Prob lensleri özellikle ilginç, çünkü bunlar esasen tıbbi amaçlar için geliştirilmiş. Uzun, ince ve yüksek manevra kabiliyetine sahip söz konusu lensler sayesinde karınca yuvaları gibi dar alanlara girilerek bizim için (yeni olmasa da) bu kadar detaylı görmediğimiz dünyaların kapısı aralanıyor.

Bu dünyaya bu kadar yakından tanıklık ettiğimiz ‘Gerçek Bir Böceğin Yaşamı’ için fobinizi tetikleme ya da yenme garantili bir belgesel dersek yanlış olmaz. Bir noktadan sonra elenip izleyemeyenler olarak, rahatsız olmadan ilerleyen, üstüne bir de taze çıkmış ikinci sezona başlamayı bekleyenlerdenseniz sizi ancak tebrik edebiliriz. Farklı bir belgesel izlemek isteyenleri Disney+’a uğurluyor, ‘Gerçek Bir Böceğin Yaşamı’ndan eğlenerek sağ çıkabilmeniz için bol şans diliyoruz.

Toprak kavgası, erkeklik savaşı ve lanetler!