Barbie
Yönetmen: Greta Gerwig
Oyuncular: Margot Robbie, Ryan Gosling, America Ferrera, Will Ferrell, Rhea Perlman, Kate McKinnon
Issa Rae
Süresi: 114 dakika
Hem Warner Bros. gibi sinemanın dev stüdyolarından biriyle çalışacaksınız, hem Barbie’nin kurumsal üreticisi Mattel’le işbirliği yapacaksınız, hem de o Barbie’nin bolca katkı sunduğu dünyaya, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden eleştirel bakacaksınız. Şapkadan tavşan çıkarmak isteseniz daha kolay. Yönetmen Greta Gerwig’in neden ‘Barbie’ filmi üzerine üç yıl çalıştığı anlaşılıyor, çünkü işi gerçekten zor!
Nasıl zorlandığını da filmi izleyince anlıyoruz. Barbie sıradan bir oyuncak değil. Mesela renklere cinsiyet atanmasında etkisi çok büyük. Kız çocuklarına yönelik yarattığı dünyayı pembeye boyayarak, kızlar pembe giyer fikrini kaç kuşağın zihnine zerk etti. İnsanların güzellik algısını daha küçükken şekillendirdi. Tüketim kültürüne epey katkısı oldu. Lakin öte yandan yarattığı onlarca model Barbie ile kız çocuklarına bir özgüven verdiği de bir gerçek. Dolayısıyla Greta Gerwig, Barbie dünyasına dalınca neyi önceliyeceği önemliydi.
Gerçek dünyada bir Barbie
Anladığımız bir orta yol bulmuş. Şöyle ki. Her şeyin mükemmel, bütün kontrolün Barbie’lerin elinde olduğu, Ken’lerin yardımcı oyuncu olarak görev yaptığı bir dünyaya sokuyor Gerwig filmin başında. Lakin ana Barbie ansızın bir varoluş krizine giriyor. Bir çocuk tarafından hırpalanmış gözden ırakta yaşayan tuhaf Barbie, ana Barbie’yi gerçek dünyaya gitmeye ikna ediyor. O da kendi dünyasından gerçek dünyaya doğru yolculuğa çıkıyor. Lakin erkek arkadaşı Ken onu yalnız bırakmıyor.
İdealize edilmiş bir dünyadaki fanusundan çıkıp gerçek dünyaya geçince Barbie de Ken de afallıyor. İşte Greta Gervig’in aradığı malzeme de bu iki dünya arasındaki çelişkide yatıyor. Gerwig çok da altını çizmeden ve esprilerle cinsiyet eşitliği perspektifinden gerçek dünyanın kendince canına okuyor. Barbie varoluş krizi çözmeye uğraşırken Ken ise bu gerçek dünyada erkek enerjisini daha doğrusu erkeğin tahakkümünü keşfediyor. İktidar hırsı giriyor bünyesine.
Son yarım saat tel tel dökülüyor
İki oyuncak bu dünyada kalsa ve yaşadığımız dünyanın gerçekleri üzerinden hikaye akıp gitse belki daha iyi bir film çıkabilirdi. Ama bir noktada Ken’in Barbie’nin dünyasını ele geçirmek istemesi sonra Barbie’lerin onlarla mücadelesi. Oyuncak şirketinin işin içine girmesi senaryo ne yöne gideceğini bilemiyor. Ve son yarım saatte film tel tel dökülmeye başlıyor.
Senaryonun böylesi bir inişli çıkışlı halinden kim sorumlu, Greta Gerwig mi Noah Baumbach mı bilemiyorum ama son bölümde özellikle seyirci zekasını hafife alan yaklaşım inanılmaz tatsız bir deneyimdi! Ders: Toplumsal cinsiyet eşitliği 101 diyeyim siz anlayın. Stüdyo filmi olması, Mattel’le yapılan işbirliği sanırım bu noktalarda devreye girdi. Ama bunun ötesinde Barbie’nin dünyasına nasıl bakılacağı konusundaki Gerwig’in yaşadığı belirsizlik biraz da bu yalpalama da etkili zannımca.
Lakin Gerwig yönetmen olarak iyi bir atmosfer kuruyor Margot Robbie ve Ryan Gosling’in performanslarından ziyadesiyle faydalanıyor. Filmin ilk yarısında yeteneklerini de gösterebiliyor. Ama bütün bunlar aylardır halkla ilişkiler çalışmasıyla şişirilen, iddialı hale getirilen ve insanları büyük beklenti içine sokan filmi kurtarmaya yetmiyor. Film iddiasını karşılayamıyor.
Hani pembeyi erkekler de giyebilirdi?
Şimdi bu filmden kim kazançlı çıkacak? Barbie ve temsil ettikleri mi, yoksa bir öğretmen edasıyla toplumsal cinsiyet eşitliğini bize öğretmek isterken oyuncağın oyuncağı olmuş duruma düşen Greta Gerwig mi? Bunu zaman gösterecek elbet. Ama Mattel (Barbie’nin üreticisi), bir film üzerinden öyle bir reklamını yapıyor ki biraz filmi de Gerwig’i de kendi reklamı için araçsallaştırmış izlenimi veriyor. Gerwig için oyuncağın oyuncağı olmuş dememin sebebi bu. Ama tüm bunlara takılmazsanız, şöyle nostalji duygusuyla Barbie günlerimizi hatırlayalım derseniz, eğlenceli bir tarafı da var filmin.
Buraya kadar sinema yazarı şapkamla yazdam. Ama bundan sonrasını bir ebeveyn olarak yazıyorum. Açıkçası aylardır Barbie bombardımanı altındayız hepimiz ve neredeyse her tarafımız pembeleşti. Bunda sorun yok tabii ama bu film yine pembeyi kızlarla özdeşleştiriyor.
Kaç zamandır renklerin cinsiyeti olmaz diyerek dünyada kaç eğitimci, ana baba helak oldu. Daha yeni yeni çocuklara bunu öğretmişken şimdi tekrar pembeyi kız rengi ilan etme duruma karşısında ‘Barbei’ filminin hiç de masum olduğunu düşünmüyorum. Ve yönetmen Greta Gerwig bu sorumluluğu alacak mı çok merak ediyorum. Çünkü oğlum Ali Güney’in bana sorduğu şu sorunun muhatabı kendisidir: Hani pembeyi erkekler de giyebilirdi?