1950’ler ve 60’larda köyden kente göçün simgesiydi çuval. Eşyaları ama özellikle yiyecekleri taşımanın en kolay aracıydı. Göç edenler sırtlanır çuvalları yeni bir hayata yelken açardı. Halit Refiğ’in ‘Gurbet Kuşları’, Lütfi Akad’ın ‘Düğün’, Orhan Aksoy’un ‘Taşı Toprağı Altın Şehir’ ve Zeki Ökten’in ‘Sürü’ filmleri böylesi sahnelerle doludur. Ama artık çuval ölüm kokuyor. Sekiz yaşındaki Narin’i katledenler onun narin bedenini saklamak için çare düşünürken çuval gelmiş akıllarına. Nereden düştü acaba akıllarına çuval?
Yıllar öncesine gidelim, 90’lı yıllardaki faili meçhullerle ilgili JİTEM’ci Abdülkadir Aygan’ın itiraflarına. Aygan “İşkenceli sorguda istenen bilgi alındıktan sonra, kablo veya iple boğulmak veya arazide kafasına kurşun sıkılmak suretiyle infaz edilirdi. Öldürülen kişi ya halka korku salmak maksadıyla açık araziye çuval içinde atılır ya da rastgele kazılan bir toprak çukura gömülürdü. Bazen cesedin bulunmaması için göle veya nehre ağırlık bağlanıp atılırdı” diyordu itiraflarında.
Davut’u, çuvalla babasına teslim edilen o çocuğu hatırlıyor musunuz?
JİTEM’den bir miras mı cansız bedenleri çuvala koymak bilinmez, ama o günlerden bu günlere çok çocuk çuvala girdi Türkiye’de. 90’lı yıllarda zorla kaybedilenlerin sembolü oldu çuval. Tıpkı beyaz Toros gibi.
Daha 12 yaşındayken devlet dersinden kalan Davut Altınkaynak’ın bedeni de işte böyle girdi bir çuvala. 1995’te Dargeçit’te gözaltına alınan 19 kişiden biriydi Davut. O dönem yetkililer sekiz gün sonra gözaltına alınanların serbest bırakıldığını açıklasa da 19 kişiden yedisi hiçbir zaman evine geri dönmedi.
2014’te bu kayıplardan beşinin kemikleri kuyularda bulundu. 2016’da da Davut ve 16 yaşındaki Nedim Akyön’ün kemikleri başka bir kuyudan çıkarıldı. Sonra adli tıpa götürüldü bu iki çocuktan geriye kalanlar. Tespitler yapıldı ve Davut’un kemikleri bir beyaz çuvalla babasına teslim edildi.
Sarı saçlı çocuktan geriye o çuvaldaki kemikler ve tek bir kare fotoğraf kaldı bir zamanlar yaşadığının kanıtı olarak. O tek kare fotoğraf çekilmemiş olsa narin yüzünü bile bilemeyecektik. Davut’un ve Dargeçit’te kaybedilen diğer altı kişinin hikayesini anlatan ‘Dargeçit’ belgeseli, bu yıl İstanbul Film Festivali’nde gösterildi ve ödül aldı. Onları öldürüp kuyulara atanların ceza almadığını da böylece öğrendik.
Osman’ın hikayesi unutuldu
Osman Bütüner’in hikayesi ise Mazlumder’in Ocak 2003 İnsan Hakları Raporu’nda saklı kaldı: “20 Ocak’ta Afyon’un Sandıklı ilçesinde, üç gündür haber alınamayan çocuğun cesedi boş arazide, çuval içinde bulundu. Sandıklı’da yaşayan Osman Bütüner (13), 17 Ocak günü, ‘hemen geleceğini’ söyleyerek evinden ayrıldı. İlköğretim 7. sınıf öğrencisi Osman Bütüner’den üç gün haber alınamadı. Osman Bütüner, sabah saatlerinde Sandıklı Müftülük binasının arkasındaki boş arazide çuval içinde ölü bulundu.”
Osman’ı arkadaşı Nuri Y. öldürmüştü. Yıllar sonra Nuri Y. bir başka cinayet işleyince yapılan haberlerden öğrendik bunu da: “Nuri Y. 2002 yılında cami avlusunda tartıştığı ilkokul arkadaşı Osman Bütüner’i boğazını keserek öldürmüştü. O yıllarda televizyon dizilerinden etkilendiği söyleyen Nuri Y. altı yıl cezaevinde kaldıktan sonra tahliye olmuştu ve üç yıldır Sandıklı Belediyesi’nde geçici işçi olarak çalışıyordu.”
Ben neşenin ablasıyım Allah yapanların belasını versin benim Neşeme kıydı adam 5 yıl yattı ve çıktı adalet bu kadar
— Neşe Deniz (@AyseC47255) September 8, 2024
Beş yaşındaki Neşe’nin katili aramızdaymış!
Beş yaşındaki Neşe’nin nasıl çuvala girdiğini Narin’in cansız bedeni bir çuval içinde bulununca, yıllar sonra öğrenebildik. Twitter’dan @kofti anarşist adlı kullanıcı yazdı hikayesini: “Narin’in minik cesedini bir çuvalın içinde bulmuşlar. Yıllar önce aynı şekilde mahallemizin neşesi dünya güzeli beş yaşındaki Neşe’yi de çuval içinde damın üstüne atmıştı katili. Üç gün her yerde aramıştık. Çuval içindeki cesedi ilk görenlerden biriydim. Korkunç bir andı. O ana tekrar gittim! Katili tecavüz edip, korkunç bir şekilde katletmişti Neşe’yi. Şimdi serbest. Alçak herif Neşe’nin babasının en yakın arkadaşıydı. Cesedi battaniyeyle taşıyanlardan biriydi ve taşırken bağırıyordu bunu yapanın yanına bırakmayacağız minvalinde. Evli iki çocuk babasıydı puşt. Çocuktuk, travmatikti olanlar. O gece anne babamın yanında uyudum.”
Sonra @kofti anarşist’in paylaşımına Neşe’nin ablası dahil oldu, katili anlattı: “Aslında asıl ismi Cengiz değil, asıl ismi Ramazan, ama ilçede herkes onu Cengiz diye biliyordu. Bizim ilçede taksicilik yapıyordu, kendisi arka komşumuzdu. Evet biz aile olarak ona çok yardım ediyorduk. Evli ve iki çocuğu vardı.” Olay Elazığ’ın Maden ilçesinde yaşanmış. Neşe’nin ablası katilin beş yıl yattıktan sonra afla çıktığını şimdi İstanbul’da Ümraniye’de yaşadığını yazdı.
Bu görüntüyü unutmadık
İki yaşındaki Muharrem Taş eminim pek çoklarınızın hatırındadır. Hani babası karın kapattığı yollarda, sırtında çuvalda taşımıştı Muharrem’in cansız bedenini. 2014 Şubat’ında Van’ın Gürpınar ilçesine bağlı Yalınca Köyü’nde hastalanmıştı Muharrem. Babası yardım istemişti de yetkililer pek oralı olmamıştı. Minik Muharrem vefat edince babası da sırtında çuvalla taşımıştı narin bedenini. Sonra soruşturmalar açıldı, bilirkişi raporu ‘Sağlık Bakanlığı yüzde 80 kusurlu’ dedi, kimi yetkililer suçlu bulundu.
Urganla asılan gençlerden çuvala konan çocuklara
Bugün 12 Eylül, Türkiye’nin üzerinden buldozer gibi geçen askeri darbenin yıldönümü. İşkenceler, gözaltılar, idamlar… 12 Eylül darbesinin simgesi urgan olarak kaldı hafızalarda. Kenan Evren “Asmayalım da besleyelim mi” diyerek 50 idama onay verdi. Yaşı büyük gösterilerek asılan Erdal Eren o 50 kişiden biriydi. Ulucanlar Ankara Kapalı Cezaevi’nde asıldı. O yıllarda Ulucanlar Ankara Kapalı Cezaevi’nde müdürlük yapan Vehbi Camgöz, yıllar sonra yayımlanan ‘İdamlar ve Olayların Gölgesinde Ulucanlar’ kitabıyla ilgili gazeteci Necla Bayraktar’a Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu ve Erdal Eren’in aynı iple asıldığını anlattı. O insanlar güya ‘anarşikti’. Toplumun huzurunu kaçırıyordu, onlar idam edilince güya Türkiye düze çıkacaktı! Öyle mi oldu?
Urgandan çuvala nasıl geldi Türkiye? Karanlık hep aynı diyeceğim, ama belki daha koyu bir karanlığın içindeyiz. Hani 4 Temmuz 2003’te Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesini emreden, adı çuvalcı generale çıkan ABD generali Ray Odierno’un elinden ‘Liyakat Lejyonu’ alan Savunma Bakanı Hulusi Akar eğitim dersi verip “Eğitimin amacı bir Allah korkusu, iki kuldan utanma” diyor, sonra da kendince ateistleri, deistleri, LGBTİ+’ları karanlık olarak tarif ediyor ya… Akar göremiyor içinde bulunduğumuz bu koyu karanlığı. Karanlık bu işte: Yıllardan beri bir ülkenin kendi çocuklarının cansız bedenlerinin çuvala konması. Ve bu çuval aslında hepimizin başına geçiriliyor.