Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında 22 film var. Bunlardan 12’si Fransız ortak yapımı. Bu filmlerden yedisinde büyük yapımcı Fransa. Cannes’ın bir Fransız festivali olduğunu daha önce yazmıştım. Yarışmada ilk filmini yapan sadece bir yönetmen var. Diğerleri festivalin abonman yönetmenleri, devre mülkçüler de denebilir. Paolo Sorrentino ve Jia Zhangke altıncı kez yarışmada yer alıyorlar. Ali Abbasi ise daha önce iki filmiyle Cannes’a seçilmiş. Zaten tanıtım yazılarında çoğu kez “Falanca yönetmen şu filmiyle Cannes’a geri döndü” cümlesi kullanılıyor.
Aslında her film Cannes Film Festivali’ne seçilebilir. Ancak önemli bir ön koşul var: Daha önce Cannes’a seçilmiş olmak. Cannes programına seçilen bir filmi de artık kimse tutamaz. Dünyadaki festivallerin yarısının seçicileri Cannes’da. Onlar da Cannes programındaki filmleri alıp kendi festivallerinde gösterecekler. Beğenmeyen olursa da “Ama film Cannes’da gösterildi” diye kendilerini savunacaklar. Olay bu kadar basit. Cannes Film Festivali’nin programcılarından daha mı iyi bileceksiniz sinemayı?
Erotik bir gelirim, ‘Motel Destino’
Bu yıl “Cannes’a geri dönen” yönetmenlerden Karim Ainouz’un Brezilya, Fransa, Almanya ortak yapımı filmi ‘Motel Destino’ yönetmenin tanımına göre bir ‘erotik gerilim’. Öykü çok basit. Kötü adamlardan kaçan bir genç, Motel Destino adındaki seks oteline sığınır. Kaba saba bir adam ve eşi tarafından işletilen, odalarında kırmızı ışıklar ve kırmızı çarşaflı yataklar olan ve bir kobra yılanı dahil her türlü fantaziyi içeren bu küçük motel saatlik olarak kiralanmaktadır.
Kadın ile genç sığınmacı arasında bir ilişki başlar. İşte burada bol miktarda sevişme sahnesi var. Seks iyi satıyor ya. Kadın genç sevgilisinin yardımıyla yaşlı kocasını öldürmek ister. Bu aslında sinemada 1950 ve 60’larda birçok kez işlenmiş bir konu, ama ‘Motel Destino’daki sevişme sahneleri çok özel. Ayrıca bütün film boyunca motelin odalarında sevişen insanların inlemelerini dinliyoruz. Gerçekten erotik bir film, yönetmen de bir söyleşisinde “seksin eğlenceli ve özgürleştirici olduğunu” söylemiş. Filmin sonunu tahmin etmek zor değil.
Film ile ilgili bir başka ilginç bilgi var. 2017 yılında Brezilya devletinin verdiği destek Jair Bolsonaro’nun iktidara gelmesinden sonra askıya alınmış ve sözleşme iptal edilmiş, 2022’de Lula’nın seçimi kazanıp başkanlık koltuğuna oturmasından sonra destek yeniden sağlanmış ve filmin yapımına başlanabilmiş. Halen Brezilya devlet başkanı olan Lula, kendisi hakkında Oliver Stone’un çektiği ve festival programında gösterilen belgesel nedeniyle başka bir yazının konusu olacak.
Rasoulof’un intikamı
Cannes Film Festivali yarın düzenlenecek ödül töreni ile sona erecek. Önemli yönetmenlerin oldukça sıradan filmlerini izlemek zorunda kalanlar için Mohammad Rasoulof ‘The Seed of the Sacred Fig / Kutsal İncirin Çekirdeği’ hoş bir sürpriz oldu.
Önce filmin festivalden çekilmesi için baskı yapıldığının basına sızması, arkasından yönetmenin İran’da sekiz yıl hapis ve kırbaç cezasına çarptırılması ve sonra da gizlice İran’ı terk ettiği ve Avrupa’da adı açıklanmayan bir ülkede olduğunun açıklanması zaten bütün dikkatlerin bu filmin üzerinde yoğunlaşmasına yol açmıştı.
Yönetmen ekibiyle birlikte kırmızı halıda yürürken elindeki İran’ın yurtdışına çıkış yasadığı koyduğu oyuncuları Soheila Golestan ve Missagh Zareh’in fotoğrafını sürekli kameralara gösterdi. Salona girdiğinde de yoğun bir alkış ile karşılaştı.
‘Kutsal İncirin Çekirdeği’ filminin başında savcı olarak atanan bir aile babasını tanıyoruz. Savcının eşi ve büyüğü 21 yaşında, diğeri ondan birkaç yaş daha küçük iki kızı ile mutlu bir hayatı var gibi görünüyor. Ancak yeni atandığı görev hiç de kolay değil. Hakimin istediği kararların altına imza atmak zorunda. Kendinden önce bu görevi yapan savcıya işten el çektirilmiş. Öte yandan bu yeni görev, daha fazla maaş, iki kızın ayrı odalarının olacağı daha büyük bir ev, yani daha mutlu bir hayat demek. Çiçeği burnunda savcı başlangıçta “Bana her istediklerini yaptıracaklarını düşünüyorlar” diye dertlense de zamanla işine uyum sağlıyor.
2022 yılındayız, Mahsa Amini yeni öldürülmüş, İran’ın sokakları gösterilere sahne oluyor. Ailenin iki kızı da yaralanan bir arkadaşlarını eve getiriyorlar. Annenin kızın yüzündeki geniş yaradan bir cımbızla tek tek saçmaları çıkarttığı sahne çok etkileyici. İnsanın rüyalarına girecek cinsten.
Kızlar yaşadıkları ülkeyi ve çelişkileri sorgulamaya başlıyor. Babanın “Başörtüsü Allah’ın emri ve kanunlar da bunu istiyor” açıklaması çok inandırıcı olmuyor. Ya başörtüsü Allah’ın emri değilse? Ya kanunlar yanlışsa? Televizyon doğruyu mu söylüyor? Küçük kız saçlarını maviye boyamak ve oje sürmek istiyor. Baba buna çok şaşırıyor. Anne “Dünya değişiyor” deyince “Ama Allah değişmiyor” diye cevap veriyor.
Çocuklarını korumak için elinden geleni yapmaya çalışan bir anne, işi ile ailesi arasında sıkışıp kalan, bürokrasinin çarkları arasında ezilen ve film ilerledikçe başka bir karaktere dönüşen bir baba ve yaşadıkları ülkeyi sorgulayan, zeki ve meraklı iki kız.
Filmin ilk yarısında cep telefonuyla çekilmiş, polis şiddetini gösteren çok çarpıcı sahneler izleyicide bazen kurmacadan çok bir belgesel izliyormuş duygusunu uyandırıyor. Cep telefonuna kamerayı monte eden kişi acaba dünyayı değiştirecek bir buluş yaptığının farkında mıydı? İnsanın aklına ister istemez Gezi Olayları geliyor. Görüntüler o kadar benzer ki. Bizde bir Gezi filmi yapılamadı. Bu konuda Rasoulof’u kutlamak gerek.
Filmin tek sorunu iki saat 48 dakika ile çok uzun olması. Ama bu etkileyiciğinden bir şey kaybettirmiyor.
Sinemanın şu an en çok ihtiyacı olan şey cesaret. Rasoulof da bunu başarmış. Bakalım jüri de onun kadar cesur davranabilecek mi?
#CannesMoments | « Cet endroit est unique, je n’oublierais jamais ça. Merci Cannes ! » – Kevin Costner tout en émotion.
—–#CannesMoments | “There’s no place like here. I’ll never forget this. Thank you Cannes!” – Kevin Costner in emotion.#Cannes2024 @modernwest pic.twitter.com/EnO0vWA01B
— Festival de Cannes (@Festival_Cannes) May 21, 2024
Kevin Costner bu yıl 10 dakika alkışlandı.
Alkış rekoru 22 dakikayla Pan’ın Labirenti’nde
Fransızlar kibar insanlar. Galası yapılan her film bitince 2 bin koltuğa sahip Lumiere Sineması’nda herkes ayağa kalkıyor ve bir alkış başlıyor. Alkışın süresi de bir filmin ne kadar beğenildiğinin bir göstergesi. Geçen yıllarda hangi filmin kaç dakika boyunca ayakta alkışlandığına dair istatistikler bile var. Bu ayrıntılarla kim uğraşıyor bilmiyorum ama listenin başında 22 dakika alkışlanmış olan Guillermo del Toro’nun ‘Pan’ın Labirenti’ (2006) adlı filmi var. İkinci sırada 20 dakika ile Michael Moore’un yönettiği ‘Fahrenheit 9/11’ (2004) yer alıyor. David Cronenberg’in pek beğenilmeyen ‘The Shrouds’ adlı filmi sadece üç dakika alkışlanmış. Ben olumsuz eleştirileri duyunca film için davetiye aramamıştım.
Bu yıl 77. yaşını kutlayan festivalin büyük umutlarla başladığını, ancak günler geçtikçe bir hayal kırıklığına dönüştüğünü söyleyebiliriz. Oysa sinemanın yaşayan efsaneleri olarak nitelendirilebilecek Francis Ford Coppola, Meryl Streep, Paul Schrader ve Kevin Costner gibi isimlerin yıllar sonra yeniden festivale katılacakları duyurulmuş, bu da büyük bir heyecan yaratmıştı. Festivalde onur ödülü alan George Lucas’ın töreninin biletlerinin bir gün öncesinden bile hala tükenmemiş olması çok şaşırtıcıydı. Lucas dünkü töreninde 90 dakika süren bir konuşma yaptı. Bugün de kapanış töreninde ödülünü alacak.