Radikal’in tiyatro yazarı, erken yaşta kaybettiğimiz Şehnaz Pak’ın ‘güzel insanlarından biriydi’ Mehmet Güleryüz. Pek severlerdi birbirlerini. Çiçeği burnunda bir gazeteciyken de Şehnaz tanıştırmıştı bizi. Yanlış hatırlamıyorsam Kazancı Yokuşu’ndaki evine gitmiştik birlikte.
Güleryüz ressamdı, ama tanışma vesilemiz oyunculuğuydu. ‘Kurtuluş’ dizisinde Hafız Mehmet Bey’i canlandırmış, Tomris Giritlioğlu’nun ‘Bir Yaz Yağmuru’nda, Ersin Pertav’ın ‘Kuşatma Altında Aşk’ filmlerinde ve ‘Köstebek’ dizisinde oynamıştı. Ama o yıllarda İstanbul Devlet Tiyatroları’nın sahneliği Levent Öktem ve Özkan Uğur’un da rol aldığı ‘Bir Küçük İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor’ oyununda oynuyordu. Oyunculuğuna ilgi göstermem hoşuna gitmişti. Söz tabii sinemadan da açıldı. Hep fotoğraf ve filmlerde gördüğümüz Beyoğlu’nu anlatmaya başladı. Çünkü Güleryüz canlı tanığıydı Beyoğlu’nun.
Küçükken oyun oynamaya Gezi Parkı’na götürülürmüş, varın siz düşünün ne kadar Beyoğlulu olduğunu. 10 yaşında annesiyle birlikte Taksim Anıtı’nın önünde çekilmiş bir fotoğrafını göstermişti. O fotoğrafı yıllar sonra Cumhuriyet gazetesinde bir kez daha görecektim. Gezi Olayları başlamış, Mehmet Güleryüz de olayların ilk gününde gazdan ve TOMA’ların sıktığı tazyikli sudan nasibini almış, Taksim Meydanı’nda bir direğin dibine çökmüş nefes alıp vermeye çalışırken çekilen fotoğrafıyla yan yana basılmıştı bu fotoğraf. Galiba üstat Celal Üster de bir yazı yazmıştı.
Birkaç yıl sonra Hürriyet’ten Ezgi Atabilen’e bu fotoğrafın hikayesini anlattı Mehmet Güleryüz: “Ben Taksim’de oturuyorum, Kazancı Yokuşu’nda. Taksim meydanındaki bütün olayların sonu bizim sokaklarda bitiyor. Zaten evde otururken de sürekli gaz yiyorsun. Çadırların yakıldığı gecenin sabahına doğru büyük bir kesimin bizim sokaklara dağıldığını, orada tedavilerinin yapıldığını pencereden gördüm. Hakikaten çok canım sıkıldı ve ertesi gün orada olmak istedim.
Ben annemin, babamın, onun anasının ve babasının da doğduğu bir şehirde oturuyorum. Yani bu şehrin yerlisiyim. Çocukluğum Taksim’de geçti. Gezi çocukluğumda oynadığım, götürülüp gezdirildiğim, içindeki pastanede oturup bir şeyler yedirtildiğim park. Meydanın ortasındaki Kristal Gazinosu’nda dayım müzik yapardı, cici annem de orada otururdu. Bu yüzden Taksim’in bana, benim de ona aidiyetim var. Benim bu ülkede ve şehirde söz hakkım var. O gün yapılanlara karşı olduğumu göstermek için Gezi’deki barışçıl eyleme katıldım. Biber gazından ve tazyikli sudan etkilendim. Orada aspiksiye (boğulma) oldum. Yürüyecek hâlde değildim, direğin dibine çöktüm. Herkes gibi… Bu kadar yani. O gün üzerimde olan gömleğin üzerine tarih yazdım, saklıyorum.”
Gezi Parkı’ndaki bir başka eylemden çekilmiş bir fotoğrafı daha vardır Güleryüz’ün. 2006’da, İsrail zulmüne karşı DİSK’in düzenlediği ‘Dünyanın Bütün Barışçıları Birleşin, İsraili Durdurun’ eyleminden bir fotoğraf. Birkaç yıl sonra gaz ve su nedeniyle yığılıp kalacağı yerde bu sefer barış için haykıranlardandır Mehmet Güleryüz.
Adı ezeli muhalife çıkmış sanatçılardandı Mehmet Güleryüz. Hakkızlığa uğrayanların, mazlumun yanında yer aldı hep. Doğru bildiğini sözünü sakınmadan söylerdi. Ama kurduğu cümlelerle de slogan atmazdı. İçindeki isyanı bastırmaz, ama sözleriyle de ortalığı yangın yerine çevirmezdi. Her türlü otoriteye hep mesafeliydi. 90’larda devletin sanatçı olmaz deyip ‘Devlet Sanatçısı’ uygulamasının iptali için dava açmıştı. Epey de ses getirmişti bu çıkışı ve açtığı dava. Devlet ve sanatçı ilişkisini aylarca tartışmıştı Türkiye.
‘Akıntıya karşı yüzmek zordur’; Güleryüz yüzenlerdendi işte. Bize de bu konuda koca bir miras bıraktı. O miras taşınır elbet Mehmet Bey, merak etmeyin! Siz Şehnaz’a selam söyleyin!