Piyanist Fabrizio Paterlini bu akşam ve yarın Salon İKSV'de. İtalyan minimalist müzisyenle 'Yeni Klasikler' serisi kapsamında gerçekleşecek konserleri öncesi müzikal yolculuğunu konuştuk.

İstanbul’da bir düğün, Düğünde eğlenen İranlılar ve İtalyan bir piyanistin isimsiz bir bestesiyle taçlanan bu özel anlar. Bu akşam ve yarın İstanbul’un kalbi Beyoğlu’ndaki Salon İKSV’de sahne alacak Fabrizio Paterlini ‘İstanbul Wedding’ adlı şarkısnın hikâyesini ve müzikal yolculuğuna dair daha pek çok detayı anlattı. Hollandalı piyanist Joep Beving ile hafta içi başlayan ‘Yeni Klasikler’ serisi kapsamında iki gece resital sergileyecek olan müzisyen, 2019’da da yine Salon İKSV’de sahne almıştı. 6 Ekim’de ‘Riverscape’ adlı yeni stüdyo albümünü yayınlayan İtalyan piyanistin neoklasik ve minimal müzik, ilham ve İstanbul’a dair sözleri için buyursunlar efendim. Ama önce neoklasik ve minimal müziğin önemli temsilcisini dinlemek isteyenlerin passo.com.tr üzerinden bilet alabileceğini de hatırlatalım.

-Sizinle 2019’da yaptığımız röportajda İstanbul hakkında bir soru sormuştum. Bu şehir size ilham olabilir mi diye sormuştum. “Neden olmasın” diye yanıtlamıştınız. Kısa bir süre sonra yayınladığınız albümünüzde ‘İstanbul Wedding’ adlı bir şarkı yer alıyor. İstanbul konseriniz öncesi bu şarkının hikâyesini öğrenebilir miyiz?

Oldukça ilginç bir hikâyeydi. Pandemi döneminde sık sık yeni şarkılar üretip bunları dinleyicilerle paylaşıyordum. İleride ‘Transitions’ albümümde toplayacağım bu bestelere henüz birer isim koymamıştım. Hepsini isimsiz bir şekilde paylaşıyordum. Sonrasında bu şarkılardan birinin İstanbul’daki bir düğünde kullanıldığını gördüm. İranlı bir çiftin evlilik müziği olmuştu. Bir İtalyan müzisyen, bir İranlı çift ve İstanbul. Ardından da bu şarkının adının İstanbul’daki bu düğüne istinaden ‘İstanbul Wedding’ olmalı diye düşündüm. Bu bir mucizeydi. Zira o sıralar şarkı için herhangi bir isim bulamıyordum. Bu etkileşimi çok sevdim ve anlamlı buldum. İstanbul bir şarkımın isim babası oldu.

Fabrizio Paterlini Po nehrini anlatıyor

-Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla yoğun bir konser takvimi içerisindesiniz. Evlere kapandığımız o günleri de göz önünde bulunduracak olursanız bu yoğunluk size kendinizi nasıl hissetiriyor?

Şimdi sizinle buluşmadan birkaç saat önce İngiltere’den geldi. Londra ve Manchester’da sahnedeydim. Böylesi bir tempo elbette beni çok mutlu ediyor. Dediğiniz gibi her şeyin sustuğu bir dönem yaşamıştık. Yeniden insanlarla bir arada olabilmenin değerini bu acı tecrübeyle insanlık daha iyi anladı.

-Ekim ayında yeni albümünüz ‘Riverscape’i yayınladınız. Daha önceki albümlerinizi de dinlemiş olarak bu albümü daha elektronik ve biraz daha kasvetli bulduğumu söylemeliyim. Siz nasıl adlandırmayı tercih ediyorsunuz?

Bu albüm benim kişisel olarak bir nehri anlatma girişimimdi. Torino’daki evim İtalya’nın en önemli nehirlerinden Po’ya çok yakın. Bu nehir hakkında Hollandalı bir fotoğrafçı arkadaşımla bir kitap üzerine çalışıyorduk. O süreçte de bu albüm ortaya çıktı. Evet, düşüncelerinizde haklılık payı var. Yeni albümüm, öncekilerden biraz daha farklı. Karmaşık duyguları ifade edebilmek için solo piyano yerine ona eşlik eden başka unsurları da dahil etmeyi tercih ettim. Belli başlı minimal seslerle bu bestelere renk katmayı amaçladım. Elektronik altyapılar bulunsa da bu hâlâ bir piyano albümü. Daha önce de bu yoğunlukta olmamakla birlikte elektronik müziği parçalarımda kullanmıştım. Öte yandan ‘Riverscape’teki yaylı çalgıların, bu son çalışmama sinematik bir atmosfer de kattığını düşünüyorum. Dolayısıyla bunu müziğimdeki evrimsel bir süreç olarak da değerlendiriyorum.

-O halde buna yeni bir dönem demek mümkün mü?

Evet, kesinlikle öyle diyebiliriz.

-Bu dönem aynı zamanda oldukça üretken. Peşi sıra gelen albüm ya da teklilerinizi dinleme fırsatı buluyoruz. Bu üretkenliğin arkasında nasıl bir motivasyon var?

Bu aralar üretken bir sürecin içerisindeyim. Ben, yaptığım besteleri nadasa bırakanlardan değilim. Müzikal kariyerim boyunca onları bir an evvel dinleyiciyle buluşturmayı tercih ettim. Beste üretimi açısından hareketli bir yıl geçirdim. Albüm kayıtları sonrası zamanımın önemli bir bölümünü yolculuklarda harcamaya başladım. Zira şu an turnem devam ediyor. Bu da aslında bir süreliğine de olsa üretkenliğimi azaltan bir unsur. Ancak bundan şikayetçi değilim. Performansım sonrası konseri izlemeye gelen müzikseverlerle sohbet etmek ve onlardan geribildirim almak, üretkenlik kadar önemli. Hatta benim işimin en önemli parçalarından da biri diyebilirim.

-Peki ne gibi bildirimler alıyorsunuz?

Fantastik gerçekten. Benim dinleyicileirmin çok büyük bir bölümü solo piyano performansları dinlemeyi seven insanlar. Ancak işimi bununla sınırlandırmak istemiyorum.

‘Neoklasik müziğin melankolik bir yanı var’

-Spotify’a baktığımızda en çok dinlendiğiniz ilk beş şehir içerisinde İstanbul da var. Bu, olmasını beklediğiniz bir ilgiydi?

İlk başlarda elbette bir sürpriz. Ancak uzun süredir İstanbul’da zirvede olduğu için artık şaşırmıyorum. Bu ilgiyi 2019’daki Salon İKSV konseri öncesi de hissetmişti. Oradayken gördüğüm ilgi bana gelecekte yaşanılabileceklerim hakkında da bir ipucu veriyordu. İlk başta kulağa ilginç gelse de hele bugünkü teknolojik olanaklarla bu müzikleri keşfetmesi de daha kolay. İstanbul özelinde konuşacaksam bu sadece bana yönelik bir ilgi değil. Türkiye’de güçlü bir neoklasik müzik kitlesi buluyor.

-Tam da sözü neoklasik ve minimal müziğe getirmek üzereydim. Salon İKSV’de iki gece üst üste ‘Yeni Klasikler’ adlı seri kapsamında sahne alacaksınız. Bu serinin ilhamı olan ve sizin müziğinizin merkezindeki bu türün geleceği hakkında nasıl bir öngörünüz var?

Artık çağın bir gerçekliği diyebiliriz bu müzik için. 2000’li yılların başında bu türdeki şarkılarımı seslendirdiğimde herkes bana, bunun ne olduğunu soruyordu. O zamanlar için bir tanımlama yapmak çok zordu. Günümüzde ise taşlar yerli yerine oturmuş durumda. Neoklasik ve minimal başlı başına bir müzik türü olarak kabul görüyor. Ben bu müziği dinleyiciye doğrudan ulaşan bir müzik olarak değerlendiriyorum. Pop, rock ya da caz dinleyen birine de bu müzikle seslenmeniz, dikkatini çekmeniz mümkün. Çünkü melankolik bir hali var ve aşk da melankoliktir. Bu müziğin geleceğini merak uyandırıcı buluyorum. Bazı riskleri olduğunu da görüşündeyim. Kendisini sürekli biçimde yenilemezse popülaritesini yitirir.

-En az iki gün boyunca İstanbul’da olacaksınız. Şehri gezmek için plan yaptınız mı? Mutlaka görmek istediğiniz yerler neresi?

Aslında daha önceki ziyaretlerimde İstanbul’u keşfetme fırsatım olmuştu. Burası büyüleyici bir yer. Bu sefer de İstanbul’u bol bol gezmeyi planlıyor. Zaten ilk etapta Galata’da olacağım. Elbette asla es geçemeyeceğim Türk mutfağının en özel tatlarını da tatmak için sabırsızlanıyorum.

Joep Beving: Albümüm için hikâye arıyorum, İstanbul’da bulacağım