İstanbul’da bir süredir hasretini çektiğimiz güneşli havanın eşliğinde röportaj için yola koyulurken “Acaba başka ne sorsam?” diye düşünmeye devam ediyordum. Bir yandan da röportajın havasına girmek için Fazıl Say’ın bu yıl yayınladığı ‘Morning’ albümünü dinliyordum. Yeni yıl için süslenmiş vitrinlerin önünden geçip Türkiye’nin en önemli müzisyenlerinden biriyle röportaj yapacağım yere, evine vardım. Bir önceki röportajı Türk bestecilerin eserlerini seslendirdiği serisi vesilesiyle yapmıştık. Bu seferki sebeb-i ziyaretimizse gelenekselleşen Yıl Sonu Konseri’ydi.
Röportaja geçmeden önce Volkswagen Arena’daki gelenekselleşen bu konserlerin geçmişini yâd ettik. ‘Nazım’ oratoryosu ve tabii o eserle özdeşleşen Genco Erkal’ı da unutmadık. Bir yanımda Fazıl Say’ın eserlerini bestelediği piyanosu diğer yanımdaysa bizzat kendisi. Her haliyle müzik dolu bu ambiyansta iki futbolsever olarak o konulara hiç girmeden sohbetimize Japonya’yı konuşarak başladık.
-Apple Music’in yıllık verilerini paylaştınız. Dünyada en çok Japonya’da dinlenmişsiniz. Bahsettiğimiz ülke klasik müzik konusunda en bilinçli ve sadık dinleyici kitlesine sahip yerlerden biri. Bu sonucu nasıl karşıladınız?
– Japonya’yla hikâyem 1997 yılında başladı. Neredeyse 30 yıllık bir turne hayatım var bu ülkeyle. Her yıl gidiyorum ve bugüne kadar 250’den fazla konser verdim. Bunun yarıya yakını Tokyo’dadır. 38 milyon nüfusuyla Tokyo 20’ye yakın orkestra ve 30’dan fazla konser salonuna ev sahipliği yapıyor. Bunların da çoğunda konser verdim. Japonya’da klasik müzik kategorisinde En Çok Dinlenen 10 Albüm listesinde yedi albümüm yer alıyordu.
Bach bestelerinin yanı sıra Stavrinsky’nin ‘Bahar Ayini’ yorumum ilgilerini çekmişti. Dolayısıyla dünyada en çok dinlendiğim şehrin Tokyo olmasına şaşırmadım. Klasik müzik açısından sevindirici bir şey daha var; geçen yıla göre önde gelen dijital platformlarda bu müzik türünün dinlenme sayıları çok arttı. Biz de bu platformlara tüm çalışmalarımızı ekliyoruz. Derdimiz herkes dinleyebilsin. Şu ana kadar 60’tan fazla albüm oldu. Ben bu dünyamda üretmeye devam edeceğim.
– Japonya’dan bahsettik ama siz elbette ülkenizde de çok dinlenen birisiniz. Konserleriniz gördüğü ilgi de bunun göstergesi. Gelenekselleşen bir Yıl Sonu Konseri için sahnede olacaksınız…
– 10 yıldır her sene yıl sonunda Volkswagen Arena’da böyle bir konsere imza atıyorum. Volkswagen Arena’daki konserler yeni başlamıştı. Biz de ‘Nazım’ oratoryosuyla orada yer aldık. Üç kez o 5 bin kişilik salonu doldurmuştuk. Hatırlanacağı üzere rahmetli Genco Erkal başroldeydi. Sonraki yıllarda da ‘Yürüyen Köşk’, ‘Truva Sonatı’, ‘Umut Senfonisi’ ve ‘Şahmeran’ gibi eserlerimi seslendirdikten sonra geçen yıl da Cem Adrian’la iki gece sahnedeydik.
‘Binlerce yıllık Anadolu geleneğini müziğime aldımr’
– Resitalin tamamı sizin eserlerinizden oluşuyor. Bu eserlerden üç tanesini ilk kez dinleyeceğiz. Bu eserlerin hikâyelerini sizden duyabilir miyiz?
– Dinleyicilerin de bildiği ‘Kara Toprak’, ‘Kumru’ veya ‘Ses’ gibi eserlerimi seslendireceğim. Ama bununla birlikte her biri 10’ar, 12’şer dakikalık her biri piyano için bestelediğim üç yeni eser var. Bunlardan ilki ‘Kehanetler Tapınağı Klaros’. Ben İzmir’in Menderes ilçesindeki bu tarihi yere gittim. 3500 yıllık bir hikâyesi var. Burası kâhinlerin bir araya geldiği ve kehânetlerde bulunduğu kutsal bir yer. İçinden filmlik hikâye bile çıkar. Ben burayı kendi bakış açım doğrultusunda görkemli ve dramatik taraflarıyla 10 dakikalık bir piyano eseriyle anlatmak istedim.
– Troya’dan sonra yine mitolojik bir hikâyeyle karşımızdasınız. Halikarnas Balıkçısı bunu yazıyla yapmıştı. Siz de notayla yapıyorsunuz.
– Türkiye şairleriyle şehirleriyle her zaman benim müziğime konu olmuştur ve tabii antik kentleriyle de. ‘Patara’, ‘Truva Sonatı’, ‘Mezopotamya Senfonisi’, ‘Anka Kuşu’, ‘İstanbul Senfonisi’ vesaire. Sadece yaşadığımız bugünü değil, binlerce yıllık Anadolu geleneğini müziğime almışımdır. Klaros bunlardan biri.
– Daha önce çocuklar için bestelediğiniz eserlerinizden oluşan bir albüm yayınlamıştınız. Çocuklar bir kez daha odağınızda. ‘Küçük Kara Balık’ın hikâyesi ortaya nasıl çıktı.
– Samet Behrengi’nin aynı adlı bir kitabı vardır. Dünyanın pek çok diline çevrilmiş, zamansız, mekânsız bir yapıt. Bizim dönemimizde çocukların okuduğu ilk kitaplardan biri olmuştur. Ben de bu kitaptan yola çıkarak çocuklar için bir beste yapmak istedim. Sadece dinlesinler diye de değil, bunu çalsınlar da. YouTube’da 10 yaşında çocuklar piyano videolarını görüyorum. Bu yaştaki çocukların da çalabileceği bir piyano müziği bestelemek istedim. Bundan sonraki süreçte de çocuklara yönelik bestelerime yoğunlaşmak istiyorum.
– Listede yer alan prömiyerlerden sonuncusu ‘İnsan İnsan’. Fakat biz bir yandan isme baktığımızda bu bestenizi uzun yıllardır biliyoruz. Farkı nedir?
– Evet bir farklılık var. ‘İnsan İnsan’ benim sözlü müziklerim içinde en bilinen ve en sevilen eserlerden biri. Muhiddin Abdal 500 yıl önce insanı anlamak istediği bir eser ortaya koymuş. Tam 30 yıl önce 24 yaşımdayken de benim üstüne beste yaptığım bir eserden bahsediyoruz. İlk bestelenişinden 20 yıl sonra ‘İlk Şarkılar’ albümümde yer aldı. Filmlerde, dizilerde ve sosyal medya görsellerinde kullanıldı. Herkes o an nereye yakıştırdıysa bu eseri kullandı.
Bestecisi olarak 30 yıl sonra aynı temayı alıp bambaşka bir biçimde çağdaş bir dille ve sözsüz bir şekilde çalacağım 12 dakikalık bir piyano müziğine dönüştürdüm. ‘İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim”in cevabını bu yaşımda tekrar aramak istedim.
‘Nasıl bir yol gütmemiz gerektiğini zaman içinde tekrar anladık’
– İnsana 30 yıl önceki bakış açınızla şimdiki arasında bir fark var mı? Neler değişti?
– Bir kere dünya çok değişti. Bütün hayatım Batı’da bir Doğulu, Doğu’da bir Batılı olarak geçti. Batı’da Türklere veya daha geniş bir çerçeveyle Doğu kültürüne karşı hâlâ önyargılar var. E Türkiye’de de önyargılar var. Klasik müzik için “bu benim müziğim değil diyor”. Bütün bu önyargılarla savaşmayı öğrendiğim, popüler müziklerin artış gösterdiği ve kültür-sanatın azaldığı bir 30 yıl oldu dünyada ve Türkiye’de. Herkesin sosyal medyada 10 saniyeliğine ünlü olduğu bir düzlemde nasıl bir yol gitmemiz gerektiğini zaman içinde tekrar anlamak ve yeni yollar keşfetmek zorunda kaldık. Bu noktada kırıldığın oluyor, yaralandığın oluyor; haksızlığa uğradığın da oluyor haksızlık ettiğin de. 30 yıl insan hayatı için uzun bir süre. Bu işin iyi tarafı, ben sevdiğim işi yapıyorum.
– O zaman ‘Mozart ve Mevlana’ya sözü getirmek istiyorum…
– Tam da bu konuştuğumuz konulara dair bir yeni eser ‘Mozart ve Mevlana’. İlk seslendirilişi İsviçre’nin Luzern kentinde yapıldı. Mevlana Doğu’nun büyük filozofu, Mozart Batı’nın büyük bestekârı. Mevlana’nın sözleri ve Mozart’ın müziğinden ögeler orkestra ve koro eşliğinde birbirine uzatıyor. 25 dakikalık bu eser dünyanın her yerinde çalınmalı. Eserin 2025’te Türkiye’de de seslendirilmesi için elimden geleni yapacağım.
Doğu ile Batı arasında şu dönemde sert bir ötekileşme ve düşmanlaşma var. Savaşlar her yerde. Ötekileştirmeyi değil birleşmeyi savunan biri olduğum için Doğu ve Batı’nın birbirini daha iyi anlaması, birbirini doğal karşılamasını istiyorum. Hayatım boyunca bunun için uğraştım. Bazı şeyleri başardık. Bu gayretin iyi sonuçları da oldu. ‘Mozart ve Mevlana’ da bu iyi cevaplardan biri.
– Son olarak 2024’ü nasıl hatırlayacaksınız? Sadece Türkiye değil, tüm dünya için de zor bir yıl oldu…
– Dünyadaki en karışık yıllardan biri. Özellikle de Ortadoğu ve Rusya. Ekonomik sorunların tüm dünyada büyük dert olduğu bir yıl. Her şeyin pahalılaştı ama maaşların pahalanmadı. Bu kadar dibe vurduktan sonra “bundan sonrası artık iyi olmalı” diye 2025’ten umut ediyorum. Umutları kaybetmeden yaşamaya devam etmek istiyoruz.