Hep sorulur, “Son okuduğunuz kitap?” Sanki okumayı çok seven bir milletmişiz gibi. Bu ülkede 1970’li yıllarda kitap suç sayıldı, kitap okuyanlar hapse atıldı, kitaplar yakıldı. Şimdi ise artık ithal etmek zorunda olduğumuz kağıdın fiyatının sürekli artması da kitaplara erişimi olumsuz etkiliyor. Ülkede okumaz-yazmaz sayısı hızla artıyor. Bence bu soruyu sormaktan kaçınmak en iyisi.
Ben eski kitapları seviyorum. Son okuduğum kitap Haldun Taner’in yazdığı, 1977 basımı ‘Devekuşuna Mektuplar’. Kitap Milliyet gazetesinin ikinci sayfasında yazarın düzenli olarak yazdığı yazılardan oluşuyor ve o dönemin bir panoraması gibi.
Haldun Taner kitapta çok ilginç bir kültür etkinliğinden söz ediyor. 1958 yılında yedi lise öğrencisi Erdek’te bir kültür festivali düzenlemek istemiş. Muhsin Ertuğrul’un sağladığı maddi destekle yola çıkmışlar. Ahmed Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu, Haldun Taner, Hikmet Şimşek, Faruk Güvenç, Genco Erkal, Ergün Köknar, Atilla Alpöge ve Çetin İpekkaya gibi isimler gönüllü olarak festivale destek vermiş. Ve o zamanlar Marmara’nın oldukça geri kalmış bir ilçesi olan Erdek şenlenmiş. Halkın yoğun katılımı ile resim sergileri, klasik müzik konserleri, tiyatro oyunları, edebiyat matineleri, tartışmalar, paneller düzenlenmiş.
1958’de Erdek’teki mucize şimdi Ayvalık’ta yaşanıyor
Bu etkinliğin 1958’de, adından başka demokrasiyle ilişkisi kalmamış Demokrat Parti döneminde gerçekleştiğini düşünebiliyor musunuz? 1958’den bu yana kaç yıl geçti, onu da siz hesaplayın ve yazıyı nereye döndüreceğimi tahmin etmeye çalışın. 1958’deki Erdek mucizesinin bir benzeri şimdi Ayvalık’ta gerçekleşiyor.
Konumuz Ayvalık Uluslararası Film Festivali. Söylenene göre Ayvalık delileri, kedileri ve rüzgarıyla meşhur, Osmanlı’nın son yıllarında altı yabancı ülkenin konsolosluğuna ev sahipliği yapan çok önemli bir yerleşim merkeziydi. Şimdi de bir film festivaline ev sahipliği yapıyor.
Festival yönetmeni Azize Tan ve gençlerden oluşan ekibi Ayvalık’ta çok başarılı bir etkinliğe imza atmış. Daha ilk gün, festivalin açılış töreninde açık hava tiyatrosunu dolduran 1200’den fazla izleyici beni çok şaşırttı. Açılış filmi Francis Ford Coppola’nın ‘Megalopolis’i için 800 bilet satılmış. Kalan 400 kişi festivalin konukları ve sponsorlar. Ayvalık halkının festivali benimsediğinin daha iyi bir kanıtı olabilir mi?
Reha Erdem tavsiye ettiği belgeselin sunumunu kendi yaptı
Daha sonra katıldığım tüm gösterimler de doluydu. Azize Tan, Reha Erdem’in önerisiyle programa alınan – ve Reha’nın sunumunu yaptığı – bir belgeselin gösteriminden önce izleyicilerle “dertleşirken” yaşadıkları sorunları anlattı. Doğal olarak her festivalde olduğu gibi maddi sıkıntılar söz konusu. Ancak festivalin birçok yerel sponsoru var, herkes karınca kararınca elinden geleni yapıyor.
Azize’nin bir cümlesini buraya almak gerek: sponsorluk konusunda büyük firmalar daha cimri davranıyormuş. İnsan zenginleştikçe para daha kıymetli oluyor galiba.
Duyduğuma göre Balıkesir’in CHP’li yeni belediyesi ve Ayvalık Belediyesi de festivale küçük bir katkıda bulunmuş. Umarım başkanlar önümüzdeki yıl koltuklarına alışmış olur ve festivale daha fazla destek sağlarlar. Bir film festivalinin bir Kent Lokantası kadar doyurucu olabileceğini unutmamaları gerekiyor. Kim bilir, belki gelecekte Ayvalık’tan doğan güneş Balıkesir’i de aydınlatır, ısıtır.
Datça’dan İzmir’den festivale gelenler var
İşin bir de ekonomik yanı var. Film festivalini izlemek için Ayvalık’a gelen konukların ve çevre illerden gelen sinemaseverlerin harcadıkları para hiç de az değil. Balıkesir’den, İzmir’den, Bodrum’dan, hatta Datça’dan festivali izlemeye gelen çok sayıda izleyici olduğunu öğrendim. Ayvalık Film Festivali’nin bir başka özelliği sonbaharın ilk festivali olması nedeniyle herkesin merakla beklediği filmlerin Türkiye’deki ilk gösterimlerini yapması.
Dar sokakları ve küçük dükkanları ile rengarenk ve sevimli bir kentteyiz. Çok sayıda antika dükkanı var. Bir çıkmaz sokakta bir antika açık arttırmasına denk geldim. 150, 200, 250 TL’den görücüye çıkan biblolar, cam eşyalar hep ilk teklifi verende kaldı. Adı açık arttırma ama tuhaf bir saygı gösterisi var. Kimse başkasının verdiği fiyatın üstüne çıkmadı.
Ayvalık ile ilgili olumlu anılarımı yazmaya açıkçası çekiniyorum. Bodrum ve Çeşme’nin bugünkü durumunu düşününce sessiz kalmak sanki daha iyi gibi.
Festival Ayvalık’ı ayrıcalıklı kılıyor
Ayvalık Film Festivali sıcak ve samimi bir aile festivali olarak nitelendirilebilir. Konuk olarak kendinizi hiç yalnız hissetmiyorsunuz. Beş salona yayılmış film programını takip etmenin yanı sıra konukları sürekli bir araya getiren kahvaltılar, konserler ve buluşmalar var. Ayvalıklıların misafirperverliklerinden de söz etmek gerekiyor. Macaron Otel’in sahibi (Macaron yazıldığı gibi okunuyor, c ile) Mehmet Bey’e ve Küçük Han’ın sahibi İnci Hanım’a çok çok teşekkürler.
Bence Ayvalık’ın gerçek sahipleri kediler. İnsanları umursamadan sele serpe yatıyorlar. Hepsi besili ve sağlıklı görünüyor. Ortalıkta köpekler de var ama gerçek patron kesinlikle kediler. Kedilerle ilgili ilginç bir öykü de dinledim. Ayvalık’ta her cuma akşamı saat 17.00’de İstiklal Marşı çalınıyor, bu sırada trafik duruyor, yayalar ve arabalarından inenler saygı duruşuna geçiyor. Bu sırada kediler de yerlerinden kıpırdamıyormuş. İster inanın, ister inanmayın.
Ege sahilinde kaç yerleşim yeri var bilemiyorum. Ama artık Ayvalık’ın bir film festivali var ve bu Ayvalık’ı daha ayrıcalıklı kılıyor. Dünyanın birçok ülkesinde düzenlenen film festivalleri nedeniyle adı ön plana çıkan kentler var. Bir film festivali düzenlenmeseydi Cannes, Karlovy Vary, Rotterdam, Locarno ve Saraybosna gibi kentlerin adları bu kadar bilinir ve tanınır olabilir miydi?
Urla’ya yolunuz düşerse Urladam’a uğrayın
Festivale konuk olan Ercan Kesal ve Tayfun Pirselimoğlu ile çok güzel zaman geçirdik, bol bol dedikodu yaptık. Ayrıntıları yazmayacağım. Ercan’ın kimseden destek almaksızın Urla’ya kazandırdığı kültür merkezi Urladam oldukça iyi bir sezon geçirmiş. Ercan şimdi bir caz festivalinin hazırlıklarını yapıyor. Urla’ya yolunuz düşerse Urladam’a bir uğrayın. Pişman olmazsınız.
Şimdi Haldun Taner’in 1965 yılında yazdığı bir başka kitabı okuyorum: ‘Vatan Kurtaran Şaban’. Devekuşu Kabare Tiyatrosu için yazılan bu tiyatro oyunu 1960’lı yıllarda çok ilgi çekmişti. Eserde Tapu Kadastro Müdürlüğü’nde çalışırken nasıl olmuşsa yeni kurulan Kültür Müsteşarlığı’na atanan Şaban Efendi’nin trajik ve komik serüvenleri anlatılıyor. Şimdi “60 yıllık bir tiyatro oyunu artık çok eskimiştir, günümüzde hiçbir anlamı ve önemi kalmamıştır” dediğinizi duyar gibiyim. Yanılıyorsunuz.
60 yılda ne yazık ki neredeyse hiçbir şey değişmemiş. Oyun sanki altı ay önce yazılmış gibi ülkenin bugünkü durumunu anlatıyor. Zaten en büyük sorunumuz bir türlü değişememek değil mi?