Nobel Edebiyat Ödüllü Peter Handke’nın ‘Gerçek Duyguların Saati’ 1974 yılında başlıyor. Olayların geçtiği tarih aralığını anlatıcının Kıbrıs Harekatı’na yaptığı değinmelerden çıkarıyoruz. Roman kahramanı Gregor Keuschnig, Avusturya Büyükelçiliği’nin basın sözcüsü olarak birkaç aydır -karısı ve dört yaşındaki kızı ile birlikte- Paris’te yaşayan bir adam. Belli ki sıkıntılı bir hayatı var. Temmuz akşamında yaşlı bir kadını öldürdüğünü gördüğü -daha sonra kadına tecavüz ettiğini de hatırladığı- rüyadan uyandığında alt üst oluyor.
‘Bir şey olmuştu, artık onu olmamış kılamazdı’
Artık o eski Gregor değildir ve kendini değiştirmek zorundadır. Ama asıl zorluğun bir başkasına dönüşmüş olmasına rağmen yine de ailenin bir parçasıymış gibi davranmaya devam etmek zorundalığının farkındadır. Üstelik çevresindekilerden de gizlemelidir uğradığı değişimi.
Yataktan kalkıp işine giderken yürümeyi tercih eder zihnindeki bölünmeyi bir sisteme oturtabilmek için. Ancak baktığı her kişiye, nesneye, duyduğu her şeye yabancıdır:
“Sanki bakışları, herhangi bir şeyi algılamasına fırsat kalmadan görünmez bir tabakayla kaplanıp tehlikesiz kılınıyordu; hiçbir şeye ulaşamıyordu – zaten bir şeye ulaşmak için hevesi de yoktu. Hiçbir şey sevimli görünmüyordu gözüne”…
Günün geri kalanında Gregor’un bir yandan dışarıya karşı normal görünmeye çalışırken diğer yandan zihninde uçuşan -normalliği simgeleyen her şeye yönelik öfke ve tiksinti yüklü- düşünceleri izleyeceğiz. İşyerinde, metresinin evinde, Paris sokaklarında geçen düşüncelerle dolu dolu bir günün ardından isteksizce eve, karısının ve akşam yemeğine gelen konuklarının yanına döndüğünde kendisini tutamayacak ve içindeki hayvanı ortaya çıkaracaktır. Ama bu bir rahatlama sağlamaz, ertesi gün işler daha da kötüye gider:
“Keuschnig, kapkaranlık bir göğün karşısında nihayet tamamıyla uyandı, rüyaların anlamını hemen yitirmiş küçük, aşağılık, kötü birinden başka bir şey değildi. – Karısının onu terk ettiği, çocuğunun kaybolduğu, artık yaşamak istemediği ve sonunda bazı şeylerin nihayet değiştiği gün işte böyle başladı…”
Romanda şiirselliği yakalamak
Peter Handke’yi 1995 yılında Türkçeye çevrilen ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’ ile tanımıştım. Dış dünyanın neseneleriyle, insanlarıyla, iletişimsizlikle, genel olarak toplumla uyumsuz bir adamın zihnindeki aşırı yüklenmeyi ve giderek bozulan ruh durumunu anlatıyordu.
80’li, 90’lı yılların siyasi, toplumsal ve ekonomik değişimlerinden şaşkına dönmüş bizlerin iç dünyasına karşılık geldiğinden olmalı, Türkiye’de okuyucusunu bulmuştu. Sonraki romanlarında da dilin, gündelik gerçekliğin ve rasyonel düzenin öldürücü etkileri ve bütün bunların saçmalığı merkezi temalardı. Öyle ki 2019 Nobel Edebiyat Ödülü’nün Peter Handke’ye verilme gerekçesi “insanın çevresiyle ilgili deneyimini ve özgüllüğünü dilsel ustalıkla ortaya koyması” cümlesiyle özetlenmişti.
Temalara az sonra değinirim. Ama bu karanlık temaları açığa çıkaran dilsel ustalığa öncelik vermek gerekiyor. Amerikalı eleştirmen Stanley Kauffmann’ın ifadesiyle Handke’nın yöneldiği, romanda şiirselliği yakalamaktı. Ancak yine Kauffmann’a göre ‘Gerçek Duyguların Saati’nde bir adım daha öteye geçmiş ve romanın tamamını bir şiir gibi yazmıştı. Gerçekten de imgelerle, sıfatlarla, tasvirlerle yoğun ve güçlü bir anlatım. Dilden söz edildiğinde elbette yazıldığı dil kastedilmektedir ve çevirilerde aynı şiirselliğin yakalanması mümkün değilir. Neyse ki Türkçe okuyan okuyucular olarak bizler İlknur Özdemir’in güzel çevirisiyle bu şiirsel anlatıma yakınlaşabiliyoruz.
Sartre’ın ‘Bulantı’sıyla benzerlikler
Varoluşsal kaygıları Türkçeye çevrilmiş diğer romanlarında da (‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’, ‘Kısa Mektup, Uzun Veda’, ‘Don Juan’, ‘Hiç Kimse Koyu’ında Bir Yıl’, ‘Solak Kadın’, ‘Karanlık Bir Gecede Sessiz Evimden Çıktım’) bulmak mümkün. Ancak ‘Gerçek Duyguların Saati’nde biraz daha öne çıkarılmış – Sartre’ın varoluşçuluğun manifest romanlarından ‘Bulantı’sı ile açıkça benzerlikler gösterecek kadar…
Sartre’ın 1938 yılında yazdığı ‘Bulantı’nın kahramanı Antoine Roquentin’in dış dünya deneyimleri ile Peter Handke’nin ‘Gerçek Duyguların Saati’ndeki Gregor Keuschnig’in tiksintisi aynı şiddette. Ne var ki Keuschnig her seferinde dış dünyanın gerçekliğine dönmeyi başarır. Roquentin, dünyadaki isimsiz, anlamsız nesneleri ve doğa olaylarını varoluşun hiçliğinin bir delili olarak görür. Keuschnig ise aynı şeylerde ya da yeni kazandığı görüş açısıyla gözüne farklı görünen objelerde yeni bir anlam keşfedecektir.
Peter Handke, ‘Fidişi Kulede Oturan Biriyim’ adlı makalesinde başka metinlerden yararlandığını söylemişti zaten ama kendisi için önemli olanın, az buçuk duyarlı herkesin zaten farkına vardığı klişeleri ‘açığa vurmak’ değil, klişeleri kullanarak gerçeklik üzerine yeni sonuçlara varmak olduğunu da ekleyerek…
Kafka alemine baştan giriş
Okuduğumuz romandaki Kafka etkisi işte böyle bir bağlamda değerlendirilmelidir. ‘Gerçek Duyguların Saati’ Kafka’nın ünlü ‘Metamorfoz’ ya da ‘Değişim’ romanına apaçık bir göndermedir. Daha baştan kahramanın adıyla gireriz Kafka alemine. ‘Değişimin’ kahramanının adı Gregor’dır, Handke’ninki ise Gregor Keuschnig. Soyadının K harfi ile başlaması yine Kafka’nın diğer öykü ve romanlarındaki soyadları ‘K’lı kahramanları selamlamak içindir.
Kafka’nın Gregor’u bir sabah böceğe dönüşmüş olarak uyanır yatağından. Fiziksel bir metamorfoz geçirmiştir. Handke o kadar ileri gitmez, onun Gregor’u da bir sabah değişim geçirerek uyanır ama metamorfozu fiziksel değil zihinseldir. Gerçi o da fiziksel görünümünden tiksinir, mesela aynada gördüğü yüzünü bozulmuş bulur: “Öyle çarpılmıştı ki önce tanıyamadı. Aklına hemen pek çok hayvan geldi, oysa benzerlik aramamıştı. Böyle suratı olan biri ne düşüncelerini, ne de duygularını ifade edebilirdi.”
Bir başka benzerlik çağdaşı Thomas Bernhard’ın öfke patlamalarıyla dolu anlatılarıyla kurulabilir. Thomas Bernhard’ın Avusturya toplumuna öfkesinin bir benzerini Parisliler özelinden bütün insanlara yansıtır Peter Handke.
Kafka, Lucas’ın ifadesiyle “gözü dönmüş ve ürkütücü bir boğuntu karşısında ne yapacağını bilemeyen modern bireyin/yazarın klasik örneğiydi”. Çaresiz kaldığı boğuntuyu ve onun hem tamamlayıcı bir parçası hem de nedeni olan bölünmüş karanlık dünyayı herkesten daha fazla içinde duyumsamış, bu yaşantıyı kendine özgü bir anlatımla edebiyatına taşımıştı. Kafka’nın üslubuna güldüren bir kara mizah hakimdi. Handke de kara mizaha başvurur ama kara mizahı güldürmekten ziyade karaya, karanlığa, insanın içindeki kötücüllüğe vurgu yapmak içindir.
Hepimiz boğuluyoruz
Modern burjuva bireyin boğuntusu 20.yüzyılın ilk yıllarından başlayarak özellikle Avrupalı yazarların romanlarının konusu olmuştu. Yüzyılın sonlarında bu yazarlar arasına katılan Peter Handke, hem tema zenginliği hem akıcı hikayeleri hem de diliyle öne çıkan isimlerden birisidir. ‘Gerçek Duyguların Saati’nin 1975’te yayımlanmış olması eskidiği anlamına gelmiyor. Zira boğuntunun nedenleri değişse bile bireyin değişen dünya karşısındaki çaresizliği değişmiyor. Hepimiz görüyoruz ve hepimiz boğuluyoruz aslında. İşte bu boğuntuyla yüzleştiriyor Handke’nin keyifli ama hazmı zor romanları…
2019’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı
Almanca yazan çağdaş edebiyatçıların önde gelen isimlerinden Peter Handke, 1942 yılında Avusturya’da doğmuştu. Savaş sonrasının kaotik atmosferine rağmen eğitimini aksatmadan sürdürdü. 12 yaşına kadar din ağırlıklı eğitim veren bir okulda okudu, ardından normal liseye geçti. 1961 yılında hukuk fakültesine girdi. Edebiyata yönelmesi de bu yıllardadır. İlk romanı ‘Die Hornissen’i yazdığında sadece 24 yaşındaydı ve romanın yayımlandığı 1966 yılından sonra hayatını sadece entelektüel faaliyetleriyle kazanacaktı.
Aynı yıllarda seyirciyi de anlatısının içine katan ‘Seyirciyi Rencide Etmek’ (1966) ve ‘Kaspar’ (1967) gibi oyunlarla avangard akıma katılmıştı. Avrupayı kasıp kavuran 68 İsyanı elbette Handke’yi de etkiledi. 70’li yıllarda ‘Kalecinin Penaltı Vuruşundaki Endişesi’ (1970), ‘Hayallerin Ötesinde Bir Üzüntü’ (1972) ve ‘Gerçek Duyguların Saati’ romanlarıyla iyi bir çıkış yakaladı. Eleştirmenler tarafından övülmekle birlikte savunduğu düşünceler, isyancı kişiliği ve yaşam tarzıyla tepkiler çekiyoru. Bir süre Paris’e gitti, sonra Amerika’da yaşadı. Sinema sektöründe çalıştı. Ancak romancılığını hiç ihmal etmedi. Yapıtları için çok sayıda ödül alan Handke, Alman dilinin en etkili ve özgün yazarlarından biri olarak kabul edilmiş, 2019 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulunmuştu.