Asıl adı Hiraoka Kimitake olan Yukio Mishima 1925 yılında, kökleri Japon aristokrasisine dayanan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Çocukluğunun ilk dönemi onu toplumdan neredeyse soyutlayarak yetiştiren büyükannesinin evinde geçti. 12 yaşında baba evine döndüğünde ise annesinin kanatları altına alınacaktı. Edebiyata ilgisi erken yaşlarda başladı.
Bir yandan mitolojiden klasiklere kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde Japon ve Batı edebiyatı eserlerini okuyor, bir yandan da ilk hikayelerini kaleme alıyordu. Yeteneği lise yıllarında keşfedilmiş, Edebiyat Derneği yayın kurulunun en genç üyesi olmuştu. Ancak babası askeri disipline önem veren sert bir adamdı. Oğlunun yazar olmasına karşı çıkarak Tokyo Üniversitesi’nde hukuk okumasını sağladı.
Mishima mezuniyetinden sonra girdiği memuriyette ancak bir yıl çalışabildi. Babasının rızasını da alarak istifa etti ve tüm zamanını yazmaya ayırdı. 1946’da yayımlanan ilk romanı ‘Hırsızlar’ ilgiyle karşılanırken 1948’de yayımlanan ‘Maskenin İtirafları’ büyük başarı kazandı. Henüz 24 yaşındaydı ve Japon edebiyatının harika çocuğu olmuştu.
Yazarlık kariyerinin 20 yılı boyunca 16 roman, 20 hikaye kitabı, bir o kadar tiyatro oyunu üretti, senaryolar yazdı, filmlerde oynadı. Bir yandan da siyasetle ilgileniyordu. 1970 yılında kurduğu aşırı sağcı örgütün darbe girişimi sırasında kitaplara konu olan teatral bir tarzda hayatını sonlandırdı.
Katiller, gangsterler, vampirler…
Dünya klasikleri arasında yer alan önemli romanlara imzasını atan Mishima ‘pulp noir’ tarzında romanlar da üretmişti. En iddialı yapıtı ‘Bereket Denizi’ dörtlüsüyle aynı tarihlerde yazdığı, haftalık Playboy dergisinde tefrika edildikten sonra 25 Aralık 1968’de yayımlanan ‘Satılık Hayat’ işte bu türden bir romandı. Belki ticari bir projeydi, belki başyapıtını yazmanın baskısını üzerinden atmasını sağlayacak bir kaçamak…
Mishima bu türden üretimlerini ciddiye almıyordu. ‘Satılık Hayat da uzun yıllar boyunca -Mishimia’nın edebiyatı hakkında yapılan tartışmalarda- dikkate alınmadı. Romanın İngilizceye çevirisi 1968’de orijinalinin yayınlanmasından 51 yıl sonra, 2019’da gerçekleşebilmişti.
‘Satılık Hayat’ Mishima’nın görkemli eserleri arasında ihmal edilmiş olabilir ama yazarın kaygılarını taşıyan temalarıyla, pek çok roman türüne ve yazara göndermeleriyle, eğlenceli ve heyecanlı hikayesiyle hiç de yabana atılır bir ürün değil.
Roman kahramanı Hanio Yamada 27 yaşında, büyük bir reklam şirketinde metin yazarı olarak çalışan, dolgun maaşlı, yalnız bir adam. Onunla tanıştığımızda hastane odasında. İlaç içerek intihar etmek istemiş ama ölmeyi becerememiş. Bir gün iç karartıcı haberlerle dolu gazetesini okurken yazıların böceğe dönüştüğü görünce vermiş intihar kararını.
‘Satılık Hayat’ın alıcısı çok
“Fakat birileri intiharının sebebini sorsa, intihar edecek bir sebebi olmadığı için canına kıydığından başka açıklaması yoktu. Aşkta hüsrana uğramışlığı falan da yoktu. Kaldı ki öyle bir aşk acısı çekiyor olsa bile sırf bundan dolayı intihar edecek bir mizaçta değildi Hanio. Ciddi parasal sorunları olduğu da söylenemezdi (…) Sadece gazetedeki her matbu kelimenin hamamböceklerine dönüştüğü koşullarda yaşamanın anlamsız olduğuna hükmetmesi sonucunda ölüm fikri nihayet aklına yatıvermişti işte! Karlı bir günde, karın kırmızı bir posta kutusunun üzerini örtmesi gibi, evet tam da bu şekilde, ölüm o andan itibaren onun üzerinde asılı kalmıştı.”
Ölmeyi deneyerek ölüm korkusunun ağırlığından sıyrılan Hanio’nun önünde “bomboş fakat müthiş hür bir dünya” açılmıştır. İşinden istifa eder. Üçüncü sınıf bir gazetenin iş ilanları sayfasına “Satılık Hayat” başlıklı bir ilan verir;
“Hayatımı satıyorum. Benden dilediğiniz amaç için gönlünüzce istifade edebilirsiniz. 27 yaşında bir erkeğim. Mahremiyetinizin ve kişisel bilgilerinizin korunması teminatım altındadır.”
Ve müşteriler çalmaya başlar kapısını; bir başkasına kaçan genç karısını öldürtmek isteyen yaşlı bir koca, bir zehirin formülünü arayan orta yaşlı bir kadın, annesine eş arayan küçük bir çocuk… Müşterilerle birlikte renkli karakterler de çıkacaktır karşısına; cinayet işlemekten çekinmeyen gangsterler, ‘Asya Gizli Servisi’ isimli gizli bir suç örgütü, birbirlerinin gizli belgelerini çalan elçilik mensupları, güzel bir kadın vampir, köklü bir ailenin hippilerle takılan güzel kızı…
Hanio’nun anlamsız hayatı tehlikeli maceralarla renklenir. Ama aradığı anlamı bulabilecek midir?
Ölüm ve intihar, güzellik ve erotizm
Mishima’nın edebi tarzı “zengin ve seçkin kelime hazinesi, dekadan metaforları, geleneksel Japon ve modern Batı edebi tarzlarının kaynaşması, güzellik, erotizm ve ölüm birliğine dair saplantısı” ile karakterize edilir. ‘Satılık Hayat’ta bir yandan roman kahramanının tuhaf maceralarını alaycı bir dille anlatırken bir yandan da edebiyatının bütün karakteristiklerini ortaya koyuyor. Modern Batı edebiyatını, mükemmel yedirmiş hikayesine. Hikayenin başlangıcında böceğe dönüşen gazete yazılarıyla Kafka’yı, elçilikteki casusluk vakasıyla Edgar Allan Poe’yu, vampir kadınıyla Gothic edebiyatı, hayatın saçmalığı ile Camus’yu, korkunç gizli örgütleriyle James Bond’u, polisiye kurgusuyla Raymond Chandler’i Japon edebiyatına taşırken Japon mangalarının tekniğinden yararlanmış.
Kimi eleştirmenlere göre romanın parçalı, hızlı, heyecanlı ve eğlenceli kurgusunun asıl nedeni Japon Playboy’unda tefrika halinde yayınlanmasıydı ve dergi izleyicilerinin beklentilerine karşılık verebilmek için düşünülmüştü. Tefrika romanların okuyucu ilgisini sürekli tutmak için buldukları değişik yöntemler dünya edebiyatında ve Türkiye’de de gördüğümüz bir durumdur. Yani iddialarda haklılık payı olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak Mishima’nın ustalığı sayesinde ‘Satılık Hayat’ta parçalı anlatı bütüne hizmet ediyor. Her bir parça Mishima’nın karmaşık temalarının ve dünya görüşünün taşıyıcılığını başarıyla yüklenmiş. Özellikle anlatıya hakim olan nihilist ses tonu romanın bütününün uçuk kaçık hikayeler koleksiyonuna indirgenmesine izin vermiyor.
Parçalı ve dinamik kurgusuyla, eklektik karakterleriyle, aksiyon sahneleriyle, yarattığı atmosferle günümüz gerilim filmleri imrendirecek bir roman ‘Satılık Hayat’. Ve aynı zamanda çok katmanlı bir anlatı. Biraz derinlere indiğinizde Mishima’nın büyük romanlarında işlediği temaların çoğunu barındırdığını fark edeceksiniz; yalnızlık, ölüm düşüncesi, varoluşun amacı ve modern yaşamın anlamsızlığı. Bu roman, Mishima’nın ahlaki, kültürel ve politik çöküş halindeki bir toplum hakkındaki nihilist vizyonunu yansıtıyor.
“Dünya anlamlı bir şeye dönüşürse pişmanlık duymadan, rahatlıkla ölebilirim ile nasıl olsa dünya anlamsız olduğundan ölsem de fark etmez şeklindeki iki farklı ruh hali hangi noktada uzlaşırlar acaba? Hanio’ya göre ikisi de her halükârda aynı kapıya çıkıyordu: Ölüme.”
Yukio Mishima’nın eserinden uyarlanan ‘L’école de la chair’ filminde Isabelle Huppert başrolde oynuyordu.
Modern kapitalizm altındaki bir insanın durumunun metaforudur
Hanio’yun bu çıkarımının arkasında Mishima’nın savaş sonrası Japonya’sını yorumlayışı yatar. Milliyetçi ve muhafazakarların saygı duyduğu o şanlı geçmişin değerlerini, kültürünü ve ideallerini yitirmiş 1960’ların Japonyası Mishima’ya göre Amerikanlaşmış, moderniteye kapılmış ve boşluğa düşmüş bir ülkedir. Ev, iş ve aile odaklı rutin hayat ‘hamamböceği’ hayatından başka bir şey değildir. Doların egemen olduğu bu ülkede artık her şey satılıktır çünkü hiçbir şeyin içsel anlamı veya değeri yoktur; bir erkeğin onurunun ya da hayatının bile… Bu anlamda Hanio’nun hayatını satışa çıkarması modern kapitalizm altındaki bir insanın durumunun metaforudur.
Böyle bir hayat anlamını elbette yitirecektir ve eğer hayatın bir anlamı yoksa, o zaman nihai özgürlük, Camus’nun belirttiği -ve Mishima’nın romanda Hanio üzerinden gösterdiği- gibi dünyanın saçma gerçekliğini kabul etmek ve keyfiliğe teslim olmaktır. Ne var ki başından sonuna adanmış bir hayat sürdüren Mishima’nın saçma yaşam felsefesini benimsemediğini biliyoruz. Nitekim, romanın farklı hikayeciklerinde böyle bir düşünce savunuluyor gibi görünmekle birlikte bütüne baktığımızda ortaya farklı bir tablo çıktığını farkedeceksiniz. Mishima saçma hayat felsefesinin eleştirisini bu hayat felsefesine sarılmaya karar veren ama bunu içselleştiremeyen roman kahramanı üzerinden, biraz da alayla yapıyor.
Dünya görüşüne, siyasi düşüncelerine karşı olabilirsiniz ama Yukio Mishima’nın edebiyatını, meseleleri ortaya koyuş biçimini, mükemmel üslubunu sevmemek elde değil…