Biyografisinde doğum tarihi kullanmayı tercih etmeyen Barbara Nadel, Londra’nın Doğu yakasında doğmuştu. Önceleri oyunculuk eğitimi alan yazar, sonraları psikolojiye yöneldi. Uzun yıllar boyu, tacize uğramış gençlerle birlikte çalıştı, lise ve üniversitelerde psikoloji dersleri verdi. Seyahat etmeyi seven Nadel’in Türkiye’ye – özellikle İstanbul’a- yaptığı ziyaretlerden esinlenerek yazdığı ilk Çetin İkmen macerası ilgi gördü.
Buradan aldığı cesaretle yazarlığı meslek edinecekti. 1999 yılından 2023’e kadar bu seriden 25 kitabı yayımlanan Nadel, dör kitaplık ‘Francis Hancock’ ve sekiz kitaplık ‘Hakim ve Arnold’ dizilerini sürdürüyor. 25 yıla yayılan toplam 37 romanıyla birçok polisiye ödül kazandı ki en önemlileri 2005 yılında ‘Müfettiş Çetin İkmen’ dizisinden ‘Ölümcül Ağ’a verilen CWA Gümüş Hançer, 2008’de ‘Francis Hancock’ dizisinden ‘Küllerden Küle’ ile aldığı London Borough of Redbridge, 2010’da aynı diziden ‘Kesin ve Kesin Ölüm’ için Yılın Suç Kurgusu ödülleridir. Ellery Queen’s Mystery Magazine, My Weekly ve Woman’s Own gibi dergilerde kısa öyküleri yayımlanan Nadel, The Independent, The Guardian ve The Sunday Times gibi gazeteler için özellikle seyahat konusunda yazılar da yazdı. Kitapları başta Türkçe, Almanca, İspanyolca, Japonca olmak üzere çok sayıda dünya diline çevrildi.
Türk Detektif Çetin İkmen
Aslında ne yazar olarak Barbara Nadel’e ne de kahramanı Müfettiş Çetin İkmen’e yabancıyız. Nadel’in 1999 yılında ‘Belşazzar’ın Kızı’ ile başladığı bu dizinin ilk edisyonuna Oğlak Yayınevi tarafından 2002 yılından başlanmış ve ilk dört kitap ard arda yayımlanmıştı.
Perseus Yayınevi’nin ‘Türk Detektif’ başlığı altında hazırladığı yeni edisyonun ilk kitabında -‘Belşazzar’ın Kızı’nda- perde Balat’ta yaşlı bir Yahudi’nin -Leonid Meyer’in- mide bulandıracak kadar kanlı bir biçimde öldürülmesi ile açılıyor. Duvardaki gamalı haç, polise meselenin arkasında Nazilerle ilgili bir geçmişin varlığını düşündürür. Öte yandan, maktulün Ekim devriminden sonra bir ara Bolşeviklere katıldığı daha sonra Sovyetler’den kaçtığı çıkar ortaya.
Adres defterinde yazılı isimler arasında yer alan işadamı Reinhold Smits Alman uyrukludur. Bir başka isim öldürülen adamın Rusya’dan birlikte kaçtığı Maria Gülcü isimli kadındır. Ve cinayet saatinde olay mahallinde dolaştığı tesbit edilen İngilizce öğretmeni Robert Cornelius, Maria Gülcü’nün güzel torunu Natalia’nın sevgilisidir.
Vakayı çözümlemek için kolları sıvayan komiser Çetin İkmen, Meyer, Reinhold Smits ve Maria Gülcü arasındaki ilişkilerin arkasındaki sırlara ulaşmak amacıyla tarihi bilgilere ihtiyaç duyacaktır. Maria Gülcü, kurşuna dizilen Çar ailesi ile ne derece ilişkilidir? Maria Gülcü nasıl olup da Türkiye Cumhuriyeti tabiyetine geçmeksizin İstanbul’da yaşayabilmiştir? Meyer’in odasında bulunan paralar kim tarafından ve neden verilmiştir? Barbara Nadel, bu saydıklarıma benzer pek çok soru atıyor ortaya ve düğüm iyice karışıyor. Üstelik hikaye ilerledikçe Natalia’nın garip davranışları, cinselliği yaşayış biçimi ve ilişkileri dikkatlerimizi farklı yerlere kanalize ediyor. Sonlara doğru tempoyu iyice hızlandıran Nadel, Beyoğlu sokaklarında, Maria Gülcü ailesinin yaşadığı evde sonuca bağlıyor hikayesini…
‘Türk Detektif’ dizisinin ilk macerasında, Müfettiş Çetin İkmen ve her biri farklı ırk, din ve kültürlerden gelen ama büyük br uyum içerisinde çalışan ekip üyeleriyle tanışmıştık. Dizinin ikinci macerası ‘Uyuşturucu Kafesi’nde bu ilişki -özellikle Çetin İkmen ve yakın dostu Ermeni asıllı Adlı Tıpçı Arto Sarkisyan arasındaki- biraz sarsılır. Zira Topkapı Sarayı’nın bahçesine bitişik bir evde genç bir Ermeninin cesedi bulunmuş, cinayetin ardındaki gizem spekülasyonlara yol açmıştır.
Delikanlının eve girip çıktığından ev sahiplerinin bile haberi olmaması, evi ziyaret eden yegane kişinin hali vakti yerinde olduğu anlaşılan bir Ermeni olması, maktülün kolundaki uyuşturucu aldığını düşündüren iğne izleri, dairenin pencerelerinin içerden kilitlendiğinin fark edilmesi ve delikanlının ‘yaldızlı bir kafes’te tutsak olması kafaları karıştırmıştır.
Dairede kristal figürlerden oluşan bir koleksiyon dışında hiçbir şey yoktur. Daireyi ziyaret eden şahsın ve öldürülen delikanlının kimliğine dair ipucu verecek parmak izi, DNA ya da herhangi bir kalıntı da bulunamamıştır. Kurbanın dolaşım sisteminde bulunan ilaç, sadece doktorların kullanabileceği sentetik bir eroindir. Müfettiş Çetin İkmen, kriminal işlere bulaşmış muhbirlerini de kullanarak madde bağımlısı erkek fahişelere uyuşturucu sağlayan bir hekimin varlığını keşfeder. Soruşturma ilerlerken katil, cinayet mahallinden çaldığı kristal figürleri göndererek Çetin İkmen’e meydan okumaktadır…
Dokuz çocuklu bir komiser
Barbara Nadel, İstanbul’u mesken tutan ilk yazar değil. Agatha Christie, Graham Green, Georges Simenon, Ian Fleming, Eric Ambler gibi ustaların polisiye klasikleri arasında sayılan romanlarında İstanbul’un egzotik atmosferinin katkısı önemlidir. Ancak Türkiye’ye hem özel bir yer veren hem de o yerin hakkını veren asıl isim hiç kuşkusuz -Barbara Nadel’in de saygıyla andığı- Eric Ambler’di. Ambler’in casuslukla cinayetin içiçe geçtiği ‘Dimitrius’un Maskesi’ (1938) ve ‘Korkuya Yolculuk’ (1940) romanlarında başta gizli polis teşkilatı şefi Albay Haki olmak üzere bütün kişi ve karakterler, belli ki yakından gözlemlenmiş çok başarılı/inandırıcı tiplemelerdi.
Doğrusu Barbara Nadel’in komiseri de bu toprakların insanı olduğu hususunda ikna edici. Orta halli bir devlet memuru olarak canlandırılan Çetin İkmen, davranış ve düşünüş biçimleriyle kimi zaman yerli yazarların kaleminden çıkan polis tiplemelerinden daha sahici. Bir yandan geçim sıkıntısı, karısı Fatma’nın kaprisleri, demans başlangıcındaki ihtiyar babasının huysuzlukları ile bunalan, öte yandan amirlerinin baskılarına akılcı manevralarla direnmeye çalışan, güç bela kontrol altına alınmış bir ülsere sahip, sigara tiryakisi, stresli bir adam o. Üstelik tam dokuz çocuk sahibi!
Çetin İkmen karakterindeki en büyük sıkıntı, bu umarsız ya da tevekkül erkeklik hali ile ateist ve aydınlanmacı kimliğinin pek uygun düşmemesi. Türklerin çok çocuklu bir millet özelliğini vurgulamak için olsa gerek, komisere dokuz çocuk bahşedilmesi de ikna edici gelmedi bana. Sanıyorum Nadel, kahramanı üzerinden Doğu-Batı sentezine varmak, daha doğrusu Batı okuyucusunun ilgisini -bu tarzdan hayali sentezlerle- diri tutmak istemiş.
Kültürel mozaik
Pek çok polisiye dizide olduğu gibi ‘Türk Detektif’te de birtakım kalıplar göze çarpıyor. Bunlardan en önemlisi muammanın pek çok farklı etnik kökenli insan tipi etrafında kurgulanması. Hikayesini İstanbul’un polisiye atmosfer yaratmaya elverişli semt, sokak ve evleri, kökleri Osmanlıya kadar uzanan tarihi ve zengin kültürel çeşitliliği ile renklendirmek için, Barbara Nadel de öncüsü yazarlar gibi gözünü kültürel farklılıklara, garip görünen törenselliklere, anlaşılmaz davranışlar sergileyen insanlara çeviriyor. Ö Öyle ki, etnik kültürlerin günümüzde neredeyse unutulmuş ritüellerini zaman zaman polisiye kurgunun önüne çıkaracak kadar…
2000’li yılların başında okuduğum dört macerasında söz konusu eğilim oldukça belirgindi. ‘Belşazzar’ın Kızı’nda Ekim devriminden kaçıp gelen Ruslar, ‘Uyuşturucu Kafesi’nde Ermeniler, ‘Arabesk’te Yezidiler, ‘Haliç’te Cinayet’te Arnavutlar ve töreleri olayların merkezindeydi. Bunun yanı sıra romanın daimi şahıslar kadrosunun da sanki İstanbul’un toplumsal mozaiğini sergilemek amacıyla bir araya getirildiğini gözlemiştik. Şöyle özetleyelim; Çetin İkmen, Arnavut kökenli. Psikiyatrist Birgül Halman’ın annesi İrlandalı. Adli tıp doktoru Arto Sarkisyan, Ermeni. Ürkütücü sorgu memuru İsak Çöktin, Kürt. Depremde belden aşağısı kesilen polis memuru Baltazar Kohen, Rum. İkmen’in yardımcısı Mehmet Süleyman ise Osmanlı aristokrasisine mensup bir ailenin evladı….
Polisiyeseverleri memnun edecek nitelikte
Dizi karakterlerinin yabancılardan ya da yabancı uyruklu kişilerden seçilmesi, yazarın bu karakterleri daha yakından tanıması ile ilgili olsa gerek. Onlara ilişkin tasvirlerinde hiç sorun yaşamıyor Nadel.
Suçluları bulmak için İstanbul sokaklarını arşınlayan Çetin İkmen ve arkadaşlarının okuyucuyu kandıracak hilelere yer vermeksizin yürüttükleri soruşturmalar, okuyucuyla paylaşarak topladıkları suç delilleri ve akılcı çözümler, Barbara Nadel polisiyelerinin olumlu yanları. Barbara Nadel’in bir psikolog olarak insan zihninine nüfuz edebilmesi ve insanı suça iten nedenler hakkındaki bilgisi hikayelerine derinlik katmış. Hikayelerin yaşandığı zamanın toplumsal, ekonomik ve siyasal olaylarının gözler önüne serilmesini de önemli buluyorum. Bütün bunlara ek olarak Nadel, hikayesini İstanbul’un polisiye atmosfer yaratmaya elverişli semt, sokak ve evleri ile, kökleri Osmanlıya kadar uzanan tarihi ile, zengin kültürel çeşitliliği ile bilinçli olarak renklendiriyor.
Klasik polisiyelerin ‘Kim Yaptı?’ ve ‘Neden Yaptı?’ soruları etrafında kurulan, ancak dar bir mekana kapanmayıp muammayı güncel meselelerle zenginleştiren, çözümleyici karakteri ‘yalnız kurt’luktan çıkarıp ekip işlemlerine ağırlık veren ‘Türk Detektifi’ dizisi renkli, ilgi çekici ve sıcak kanlı karakterleriyle, yerli yerinde mizahıyla polisiyeseverleri memnun edecek nitelikte…