Hanımların dikkatine! Eski sevgilileri geri getirme makinesi ayağınıza geldi. Kaçak eski sevgili geri getirilir, en geç iki saat içinde elinize teslim edilir. Aksi takdirde alınan ücret iade edilir.
Ayrıntılı bilgi ve başvuru için, yerli edebiyatın büyülü gerçekçilik akımı öncülerinden Nazlı Eray’ın ‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’ kitabını okumaya başlayabilirsiniz. Hayal ve gerçek arasında gidip gelen bu olaylar, usta yazar Nazlı Eray’ın düş dünyasında mümkün olabiliyor elbette.
İnanılmaz bir aşk acısı. Mutluluk uzaklaşıp gidiyor. Dayanılmıyor. Sevgilisi tarafından terk edilen bir kadın… Nazlı, üç buçuk yılını verdiği sevgilisi Ali’nin geri dönmesini o kadar çok istiyor ki aşk acısını dindirmek için falcılardan, medyumlardan medet umuyor. Yetmiyor, eski sevgilisini parmak kadar küçültüp koynunda bile gezdiriyor. Giden sevgiliyi geri getirmek için neler mümkün? Mesela bir mühendis bulup eski sevgilinin bir tel saçından kaçak bir sevgili üretmek bir işe yarar mı?
Eray’ın kahramanı Nazlı, genetik mühendisi Nizami Bey’le kayıp sevgilileri yeniden üretir. Yeni sürüm sevgililerin huyu, suyu, fiziği aynı lakin ruhları ve belleği bomboş olur. Daha sonra işleri büyütüp aşk acısı çeken kadınların derdine deva oldukları ‘Mutluluk Kliniği’ni kurarlar. Ancak laboratuvarda yeniden bedenlenen bu sevgililerle ilgili bir sorun vardır: Kliniğin hizmet koşulları, beğenilmeyen erkeğin iadesini de kapsamaktadır.
Nazlı Eray, 10Haber’e, ilk olarak 1980’li yıllarda yazdığı kitabın o dönemde bomba gibi patladığını, gençlerin başucu kitabı olduğunu söylüyor. Kendisi de o dönem bu yoğun ilgiyi beklemediğini itiraf ediyor. Eray, kitabın yayınlandığı ilk dönemde feminist bir anlatı olarak yorumlandığını özellikle erkek okurların kendisine kızdığını söylüyor. Şimdi bu kitabı okumamış bir buçuk nesil var, kitabı yeni öğrenecekler. Onlar için de “Z kuşağı kitabın ikinci yarısını daha çok sevecek diye tahmin ediyorum. Onlar ayrılık acısını bu kadar yoğun çekmiyorlar diye tahmin ediyorum. İkinci yarı onlara daha çok hitap edecek” diyor.
Nazlı Eray’ın birbirine bağlı ancak 17 hikâyeden oluşan 143 sayfalık romanının baş kahramanın adının Nazlı olması da bir tesadüf değil. Eray, kitapta kendi hayatından çok büyük izler olduğunu söylüyor: “Aşk mektupları gibi yazılmış bir kitap. Üzüntü, yoğun bir acı, erkek ruhunun girdaplarında kaybolmuş bir kadın, ve terk edilmişliğin tuhaflığı var bu kitapta. Aşk, tek taraflı bittiği zaman diğer taraf uçurumdan düşüyor. Ama hemen sonra bu uçurumdan kurtuluyor, bir klinik kuruyor. Sonrası zaten bambaşka… İkinci yarı kahkahalarla güldürüyor.”
Koyun Dolly’den önce eski sevgili Ali klonlanmıştı
Nazlı Eray, gerçekliği hayallerle karıştırmayı çok seven bir yazar. Koyun Dolly’nin klonlanmış sürecinden önce Nazlı ve mühendis Nizami Bey eski sevgiliyi klonlamıştı diyor. Bu kitapta klonlanma olayı dışında her şey gerçek diyen Eray’a mümkün olsa kaçak eski sevgiliyi klonlar mıydınız diye de sorduk.
“Hayır. Klonlasam bile 20 gün sonra geri gönderirim. Duygusal, acıya müsait, aşka aşık biriyimdir ama klonların kötü huyu yok, didişmesi yok, tutkusu yok. Hiçbir şey bilmiyor. Sen hiç doğru düzgün erkeğe aşık olan bir kadın gördün mü? Ben görmedim.”
Ayrıca kitabı elinize aldığınızda kapakta göreceğiniz Marilyn Monroe da sizi şaşırtmasın. Eray’ın çok sevdiği Monroe, kitap boyunca Nazlı’ya da eşlik ediyor. Eray, “O da çok çekti Kennedy Ailesi’nden. Kazık yedi…” diyerek Monroe’nun da aşk konusunda dertli olduğunu hatırlatıyor.
‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’dan tadımlık
10Haber, Eray’ın Everest Yayınları etiketiyle yayımlanan son romanı ‘Aşk Artık Burada Oturmuyor’dan bir tadımlık sunuyor:
Unutmayı Başlatma Düğmesi
Aynanın karşısındayım. Saçlarımı fırçalıyorum. Yüzümü los- yonla sildim. Kirpiklerime lacivert rimelimi sürüyorum. Dudaklarıma 146 numara açık renk rujla biraz dokundum.
Altımda etekliğim, üstümde siyah dantel sutyenim var.
Sen, sol göğsümle sutyenimin arasındasın. Parmağım kadarsın. Seni oraya yerleştirdim. Hafifçe göğsümün üstüne uzanmışsın; siyah dantelin kenarından kolun aşağıya sarkıyor. Senin de üstünde sabah mahmurluğu var. Bir hamağa uzanmış gibi, sutyenimin içinde öyle yatıyorsun. Tam yüreğimin üstündesin.
Ben hazırlanmaya devam ediyorum. “Gözlerini kapat! Kolumun altına ter ilacı sıkacağım!” dedim. Gözlerini kapatıp sutyenin içine iyice saklandın. Pinky deodorandan kollarımın altına sıktım.Boynuma ve göğüslerimin üstüne koca bir ponponla ten rengi pudra sürdüm. Genzine kaçtı senin. Hapşırmaya başladın. Bir yandan ceketimi giyiyor, bir yandan da konuşuyordum seninle:
“Orada rahatsın, değil mi?”
“Evet rahatım, parfümün kokusu sarhoş etti beni…”
“Çok iyi! O amaçla sürüyorum onu!”
“Armani mi?”
“Evet, Armani.”
Ceketimin önünü ilikliyorum. Bir düğmeyi açık bırakıyorum sen rahat nefes alabilesin diye. Ayağıma çizmelerimi geçirdim. Üstüme paltomu giydim. Önüm açık.
“Arkadaşlara kahve içmeye gidiyorum. Sıkılmayacaksın orada, değil mi?” diye sordum.
“Sıkılmam, sıkılmam. Belki biraz uyurum,” dedin.
Taksiden indim, Gülben’in evinin merdivenlerini hızlı hızlı çıktım. Kapıyı çaldım. Gülben açtı kapıyı. Baktı bana.
“İyisin. Çok güzelsin bugün. İyi görünüyorsun,” dedi.
Sarıldı, öptü beni.
Sen ikimizin arasında sıkışacaksın diye korktum bir an! Paltomu çıkarıp oturma odasına geçtim. Ayten benden önce gelmişti. Bir sigara yakmış, camın kenarındaki koltukta oturuyordu.
“Nasılsın?”
“Eh, daha iyiyim sanki…”
“Haber var mı?”
“Yok.”
“Kaçıncı gün bugün?” “Yirmi…”
Gülben mutfaktan gelip karşıma oturmuştu.
“Neden gelip konuşmuyor acaba?”
“Kaçıyor…”
“Belki de her şeyi söylediğine inanıyor.”
“Çocuklar, bunlar korkunç günler…” dedim.
Ayten, “Unutmayı Başlatma Düğmesi’ne bas artık!” dedi. “Bas ve rahat et! Zamanı çalıştırmaya başla. Sen zamanı durduruyor- sun, umut var içinde hâlâ… Her geçen gün büsbütün yıpranıyorsun. Aramadığı her gün, yeni baştan çöküyorsun. Dinle beni! Unutmayı Başlatma Düğmesi’ne bas artık!”