‘Yeraltı Demiryolu’ (2016) ve ‘Nickel Çocukları’ (2019) romanlarıyla üst üste iki kez Pulitzer Ödülü kazanan Colson Whitehead çağdaş Amerikan edebiyatının en dikkat çeken, en çok okunan yazarları arasına girmeyi başarmıştı. ‘Harlem Üçlemesi’nin ilk romanı ‘Harlem Ritmi’nde siyahların semti Harlem’in her türden suçla ‘renklenen’ kaotik tarihinden bir kesit sergiliyor.
Colson Whitehead 1969 yılında New York’ta Afro Amerikan kökenli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Lise yıllarında onu yazmaya yöneltecek yazarları okudu. ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’la Gabriel García Márquez ve ‘Görünmez Adam’la Ralph Ellison etkilendiği yazarların başında geliyorlardı. Çalışkan bir öğrenciydi ve Harvard Üniversitesi’ne girmeyi başaracaktı. Ancak modern ve yenilikçi türlere yatkındı Whitehead, Harvard İngilizce Bölümü’nün verdiği eğitim ona biraz ‘muhafazakar’ gelmişti.
Programın dışında kalan “Thomas Pynchon ve John Barth gibi yenilikçilerin yanı sıra İsmail Reed gibi siyah absürdistlerin kitaplarını” kendi başına okudu. Üniversiteyi bitirdikten sonra -iş bulamadığı için- New York’a ailesinin yanına döndü. Neyse ki çok geçmeden Village Voice gazetesinde yazmaya başladı. İlk romanı üstünde de çalışıyordu. Edebiyat kariyerine 1999 yılında yayımlanan ‘Asansör’ adlı romanıyla parlak bir giriş yapan Whitehead sonraki romanları – ‘John Henry Days’, ‘Sag Harbor’, ‘Apex Hides The Hurt’, ‘Bölge Bir’, ‘Yeraltı Demiryolu’ ve ‘Nickel Çocukları’- ile başarısını sürdürdü, çok sayıda ödüle değer bulundu. Columbia, Vassar ve Princeton gibi üniversitelerde yaratıcı yazarlık dersleri veren Whitehead’ın önemli yayın organlarında eleştiri yazıları da yayımlanıyor.
Bir soygunun hikayesi
Whitehead 2021 yılında tamamladığı ‘Harlem Ritmi’ne ‘Nickel Çocukları’nı (2019) yazmadan çok önce başladığını, belki de üzerinde en uzun süre çalıştığı romanını Covid-19 salgını sırasındaki karantina günlerinde sabırla, “ısırık büyüklüğünde parçalar” halinde nihayete erdirdiğini söylüyor.
Sonucun başarılı olduğunu -14 Eylül 2021’de yayımlanan ‘Harlem Ritmi’nin 18 Eylül 2021’de New York Times’ın en çok satanlar listesine üç numaradan giriş yaptığını- biliyoruz. Belki söz konusu başarının etkisiyledir, belki daha baştan öyle tasarlandığından; ‘Harlem Ritmi’ yazarın ‘Harlem Üçlemesi’ adını verdiği serinin ilk kitabı olarak duyuruldu. Whitehead üçlemesini ‘Crook Manifesto’ (2023) romanıyla sürdürmüştü.
Pulitzer ödüllü romanlarından birini okuduysanız, yazarın Afro-Amerika tarihinin önemli ve acı verici olaylarından esinlendiğini fark etmişsinizdir. Her ne kadar akıcı ve sürükleyici hikayeleri sayesinde kolay okunsalar da, ele alınan meseleler ağırdı. Böyle bir öncülden hareketle, en çalkantılı zamanlarında Harlem’i konu edinen ‘Harlem Ritmi’nin de benzer bir tarzda olması kimseyi şaşırtmayacaktı. Ne var ki 60’ların başında, gangsterler arasında geçen eğlenceli hikayesi ile ‘Harlem Ritmi’ gerçekten başarılı. Suç kurgusunun altında “kurnazca işlenmiş bir toplumsal tarih” yatıyor.
Mutlu, evli ama…
1959 yılının yaz aylarının ilk günlerinde, New York’un ünlü Harlem semtinde başlıyor Ray Carney’in hikayesi. 30’una henüz basmamış ama hayatın her türlü zorluğunu görmüş, hayatın başkaları için daha da zor olduğunu bilecek kadar ahlak ve vicdan sahibi bir adam. Elbette siyah ırktan, romanda üstüne basılarak söylendiği üzere “zenci”!.. Şöyle özetliyor başından geçenleri:
“Dokuz yaşında annesini kaybedişi, babasının ortadan kayboluşları, Millie Teyze’sinin yanında kaldığı birkaç yıl. Sonra babasının dönüşü ve başka zorlu olaylarla durumlar. Sıçanlar tarafından ısırılması, okul hemşiresinin bitlerini ayıklaması, ısıtmasız kış ayları, gözlerini akciğer iltihabıyla Harlem Hastanesi’nde açması ve oraya nasıl geldiğini hatırlamaması…”
Buna rağmen Harlem’in basketbolcu yetiştirmesiyle ünlü Carver Lisesi’ni bitirmiş – ardından Queen’s Üniversitesi’nin İşletme bölümünü… Son beş yıldır Harlem’in hareketli 125. Caddesi’nde kullanılmış mobilya ve ev aletleri satıyor. Ray’i küçük gören üst orta sınıf bir Afro-Amerikan ailenin kızı Elizabeth ile mutlu bir evliliği var. Semtin yoksul kesiminde, küçük bir dairede, kirayı nasıl kotaracağı düşüncesiyle yaşamasına rağmen hayata hep iyi tarafından bakabiliyor. Mutlu, zira ailesininin tahriklerine hiç yüz vermeyen Elizabeth, Ray’in hayattaki en büyük destekçisi.
Ancak hiç kimsenin bilmediği bir başka hayatı daha var Ray’in, kişiliğinde bir tür suça yatkınlık var; “öyle bir babayla büyüyünce nasıl olmasındı ki. İnsan sınırlarını bilmeli ve onlara hükmetmeliydi.” Ray de bu bilgiyle, yetersiz gelirini katlamak için dükkana getirilen çalıntı değerli malların satışına zaman zaman aracılık yapıyor. Malları getirense birlikte büyüdüğü kuzeni Freddie…
Freddie, bu kez daha büyük bir iş için çalar Ray’in kapısını. Harlem’in efsanevi oteli Hotel Theresa’ya silahlı soygun düzenlenecek, kasadaki mücevherat gasp edilecek ve çalınan malların satışını Ray üstlenecektir. Kısa süreli kararsızlığın ardından ekibe katılan Ray, yeraltı dünyasının ölümcül tipleriyle bir masada bulur kendisini; 2. Dünya Savaşı’na katıldıktan sonra yeraltı aleminde haklı bir şöhret sahibi olan Pepper, gözünü kırpmadan tabancasına asılan mor takım elbiseli Miami Joe, kasa soygunculuğunun kralı Arthur ve birbirinden ilginç diğer karakterler… Ama en kötüsü ve ölümcülü -soygunda çalınan mücevheratının peşine düşen- gaddarlığıyla ünlü çete lideri Chink Montague olacaktır. Bundan sonrası bir ölüm kalım oyunudur ve ne yazık ki Ray Carney, düzenbazlık dünyasının bu bölgesinde işlerin nasıl yürüdüğünden habersizdir…
Hikayede hafif, içerikte ağır
Yazar Türkçeye çevrilen ‘Asansör’, ‘Bölge Bir’, ‘Yeraltı Demiryolu’ ve ‘Nickel Çocukları’ romanlarında -bilim kurgu, fantastik ve korku gibi farklı türleri kullanarak- ciddi meseleleri akıcı hikayelerle anlatmayı başarıyordu.
‘Harlem Ritmi’ -tıpkı ‘Yeraltı Demiryolu’ ve ‘Nickel Çocukları’ gibi- tarihsel kurgu türünün güzel bir örneği. Roman tarihi boyunca her zaman sevilen bir tür olan bu kurgu 2000’li yıllarda yeniden yükselişe geçmişti. Elbette Amerika’da da benzer bir yönelim söz konusuydu. Öyle ki New Republic dergisinde Evan Kindley, 2000’den beri büyük Amerikan ödüllerine aday gösterilen romanların çoğunun tarihi kurgu olduğuna dikkat çekecekti. Yine Kindley’e göre Colson Whitehead, tarihsel kurgunun 21. yüzyıldaki bu yükselişine katkıda bulunacak kadar etkili bir yazardı.
Kariyerinde tarihi kurgular ağır basmakla birlikte ister geçmişi konu edinsin isterse geleceği, Whitehead’in romanları insanlığın evrensel tarihininin ve günümüzün en hassas ve karanlık anlarına/dönemlerine odaklanıyor. Göstermek istediği sadece Amerika’nın ırkçı tarihi değil, bu tarihin hiç bitmediği.
“Neden Amerikan tarihinin karanlık kalbine dönmeye devam ediyorsunuz” sorusuna şu cevabı vermiş bir söyleşisinde: “Çok iyi malzeme var”. Ve eklemiş; “İster 1962’de Florida’da genç bir siyah adam olun, ister günümüzde New York’unda benim gibi genç bir siyah adam, hiç beklenmedik bir anda emniyet güçlerinin tuzağına düşebilirsiniz. Bir saniye içinde hayatınız değişebilir.”
Whitehead ayrımcılığın sadece beyaz erkeklere özgü olmadığının farkında. Siyahlar arasında da var farklı olanlara yönelik aşağılama. Rengi açıklar koyuları, kentleşmiş kuzeyliler kaba saba güneylileri, zengin siyahlar yoksul siyahları aşağılarken -farkında olmadan- beyaz ırkın ayrımcılığa dayalı ideolojisini pekiştiriyorlar. Irk, renk, sınıf ayrımcılığı elbette rahatsız edici temalar. Whitehead romanlarındaki ironi ve ölçülü mizah meseleyi hafifletmiyor ama kolay okunur kılıyor. Ayrıca seçtiği roman türünün kalıplarını esnetmesini sağlıyor.
Tarihsel kurguyla suç kurgusu iç içe
Gerçekten de farklı türleri -tarih, bilim kurku, korku, fantazya ya da polisiye kalıplarını- kullanma konusunda çok yetenekli. Repertuvarı geniş. Hiçbir romanda kendini tekrarlamıyor. Yazdığı konuya en uygun türü ve -komik, lirik, hicivli, ciddi- üslubu bulmakta, türleri melezleştirmekte hiç sıkıntı çekmiyor. Mesela ‘Harlem Ritmi’nde 60’ların Harlem’ini anlatırken tarihsel kurguyu suç kurgusuyla birleştirmiş. Bu aynı zamanda komik bir ahlaki iç çatışmaya, toplumsal yergiye ve bir aile destanına açılan bir hikaye….
Biçim ve tema zenginliğini kişi ve karakterlerle pekiştiriyor Whitehead. Romanın bir yerinde gönderme yaptığı Dickens gibi, o da kendine özgü bir dolu çekici karakter katmış hikayesine. Parmakları tetikte gangsterler, yancılar, bağımlılar, fahişeler, rüşvetçi polisler, zengin ve siyasi güç sahibi ‘soylu’ beyaz aileler, onları taklit eden üst orta sınıflar ve bütün bunların dışında durmaya çalışan geçim derdindeki insanlar. Özellikle Ray’in iç hesaplaşmalarını, farklı benliklerini, kırılma noktalarını çok iyi yansıttığını söylemeliyim.
‘Harlem Ritmi’ Amerikan sivil haklar mücadelesinin en yakıcı dönemini -1959’dan 1964 Harlem isyanlarına kadarlık süreyi- kapsıyor. Bir yandan özgürlük, bir yandan daha büyük ekonomik fırsat vaadi sunan, öte yandan özellikle uyuşturucu kullanımı nedeniyle artan suç dalgasının yol açtığı umutsuzlukla dolu zamanlar. Romanın en etkileyici yanı; işte bu kaotik tarihi anlatırken döneme damgasını vurmuş toplumsal ve siyasi olayları, şahsiyetleri, karakteristik eşyaları, yıkık dökük evleri ve caddeleriyle kanlı canlı bir Harlem atmosferini -“insanların ve betonun o hışırdayan, titreyen şeyini”- yakalayan ayrıntılı ve sevgi dolu tasvirleri.
Kitabın sunumundaki özetle bitiriyorum: “İnsanın nereden geldiğiyle nereye gittiği arasındaki sınırları belirleyen tercihleri, toplumsal adaletsizlikleri, ırkçılık ve ayrımcılığı, sınıf farkını ve yükselme hırsını, dostluğu ve yaşam mücadelesini unutulmaz bir karakterin ekseninde anlatan, betimlemeleri adeta sinematografik ve anlatım temposu yüksek bir roman”