Klasik müzikte 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısı büyük besteciler kadar büyük şef ve büyük virtüözlerin dönemi olarak bilinir. Herbert von Karajan da muhtemelen bu sıralamanın zirvesindeydi. 5 Nisan 1908’de Avusturya’nın Salzburg kentinde dünyaya gelen maestronun müzikteki üstün yeteneği çok küçük yaştan itibaren fark edilmiş ve eğitimini de bu doğrultuda almaya başlamıştı. Soyadındaki “von” ibaresi soylulukla birlikte ona iyi bir eğitim imkânı da sunacaktı.
Kozan’dan Salzburg’a benzersiz bir göç hikâyesi
Bu soyismini ilk kez duyanlar Herbert von Karajan ile Türkiye arasında bir bağ kurmakta zorlanmayacaktır. 17. yüzyılda Osmanlı’ya bağlı Makedonya bölgesinin bugün, Yunanistan sınırları içinde kalan Kozan kentinde ticaretle bir hayli zenginleşmiş Karayannis ailesi ileride klasik müzik tarihine etki edecek bir karar alarak Avusturya’ya göç etmişti. Ancak bu göç o hep bildiğimiz yokluk ve fakirlik dolu bir taşınma değildi. Tüccar Karayannis ailesi zenginliğiyle geldiği Avusturya’da tabiri caizse “krallar gibi” karşılanmış ve bir soyluluk unvanı olan “von” ile onurlandırılmıştı. Tabii soyadları o kadar da Rumeli kokmayacaktı. Onlar artık von Karajan ailesiydi ve en önemli vazifeleri Avusturya Macaristan imparatorlarına kıyafet tahsis etmekti.
İşte bu ailenin 20. yüzyılı başlarında, büyük savaşların şafağında dünyaya gelen çocukları Herbert von Karajan, Salzburg’un dünya çapındaki müzik akademisi Mozarteum’daki eğitiminin ardından Almanya ya da o dönemki adıyla Weimar Cumhuriyeti’nin yolunu tuttu. Çok genç yaşta piyanistliğinin yerine esas gönlünde yatan orkestra şefliğine yöneldi ve bu muhafazakar camiada kendisine yer bulmaya başladı. Daha 19 yaşında Ulm kentinde orkestra yönetmeye başladı; bunu Aachen’deki bir başka orkestra izledi. 1938 yılına gelindiğindeyse o artık Berlin Devlet Orkestrası’nın daimi şefiydi.
Hikâyenin bundan sonraki kısmı ne yazık ki biraz karanlık. Zira Herbert von Karajan, kariyer basamaklarını bir bir yükseldiği bu dönemde, 1933 yılında Nazi Partisi’ne üye olmuştu. Hayatı boyunca peşini bırakmayacak bu eylemi nedeniyle müzisyen, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yargılanacaktı. Biraz şöhreti, biraz da herhangi bir silahlı faaliyete katılmaması nedeniyle bu yargılanmadan aklanmış olsa Nazilerle olan ilişkisi ilerleyen yıllarda başına iş açmaya devam edecekti. Onun yaşadığı sorunların daha büyüğünü 1954’te hayatını kaybeden bir diğer önemli şef Wilhelm Furtwangler de yaşamıştı. Üstelik Furtwangler, Hitler’in doğum gününde Berlin Filarmoni Orkestrası’nı yönetmişti.
ABD’de istenilmeyen adam ilân edildi
Hayatının 12 yılını Nazi Partisi’ne üye olarak geçiren Herbert von Karajan, savaş sonrası yeni bir dünya kurulurken bu karanlık geçmişini geride bırakıp müzisyenliğiyle yoluna devam etme niyetindeydi. Ancak yaşanan onca acı karşısında onun bu geçmişini unutmamaya niyetli insanlar da vardı. Savaşın üzerinden 10 yıl geçtikten sonra Avusturyalı şef bir turne için Yeni Dünya’ya doğru yola çıktı. ABD’de konserler vermeyi planlayan şef, ülkede hiç de sıcak karşılanmadı. Medya, onun Nazi geçmişini unutturmamaya ant içmişti. Müzikseverler ise ikiye bölünmüştü. Karşılarındaki adamın iki yönü vardı; bir yönü üstün yeteneki popüler bir şef, diğer yönüyse 12 yıl boyunca Nazi Partisi’nin üyesi olmuş ve bu dönemde de yükselerek pek çok orkestrayı yönetmiş bir şef.
New York’un prestijli konser salonu Carnegie Hall’ı dolduran yüzlerce müziksever onun ilk yönüne odaklanmayı tercih edenlerdi. Herbert von Karajan, bu karanlık geçmişi hakkında sonraki yıllarda çok az konuştu. Müzisyenin bu dönemine ait bir diğer ilginç detaysa onun 1942 yılında yani Nazi Partisi’ne üyeyken bir Yahudi olan Anita Güterman ile evlenmesiydi. Bu evlilik ileride onu aklayacak unsurlardan biri olacaktı.
Bernstein: O benim birinci Nazim!
1960’lı yıllara gelindiğinde değişen koşullar ve nesillerin de etkisiyle kendisine yönelik bu hava epey yumuşamıştı. Öyle ki belirli aralıklarla New York Filarmoni orkestrasını yönetmek için bu kente gidip gelecekti. Tabii bu esnada Londra’da Philarmonia ve Milano’da La Scala’da da yöneticilik görevleri üstlenecekti. O artık Karl Böhm, Sergiu Celibidache ve Georg Solti ile birlikte yaşayan en önemli maestrolardan biriydi. Hatta bazı eleştirmenlerin onu eşitler arasında birinci olarak da gösteriyordu.
Sağlık sorunları nedeniyle Nisan 1989 yılında istifa ettiği Berlin Filarmoni Orkestrası’nı tam 34 yıl boyunca kesintisiz bir şekilde yönetmişti Herbert von Karajan. bu süre içerisinde orkestrayı klasik müziğin zirvedeki topluluklarından biri haline getirdi. Dünyanın 1960’lardan itibaren dünyanın gözü ondaydı. Avrupa kanallarında yayınlanan klasik müzik konserlerinde ciddi, sürekli göz teması kuran tarzıyla sarsılmaz otoritesini ekranları başındaki izleyiciye dahi yansıtmayı başarıyordu. Kariyerinin zirvesinde olduğu dönemde Güney Almanya’daki villasında verdiği bir davetin hikâyesi klasik müzik camiasında yıllar boyunca anlatıldı. Zira davetin tek konuğu Amerikalı bir Yahudi olan ve sık sık da kendisiyle karşılaştırılan Leonard Bernstein’di. Davet hakkında konuşan Bernstein esprili dille şöyle diyecekti “O benim birinci Nazim”
Herbert von Karajan ve Leonard Bernstein sonraki yıllarda ve hatta bugün de sık sık kıyaslandı. Herkes kendi kriterleri doğrultusunda birini diğerine tercih etti. Ancak şu bir gerçek ki Arturo Toscanini’yi ayrı tutarsak, 20. yüzyılın en büyük iki maestrosu bu iki isimdi. İkisi de klasik müziği 21. yüzyıla taşıyacak işlere imza attı, yenilikler yaptı. Televizyon yayınları ve bu yayınlarda müzik eğitimleri, röportajlar ve turne programları derken her ikisi de rock yıldızlarından eksik kalmayacak derecede klasik müzik dinlemeyenlerin dahi tanıdığı isimlerdi.
Anne-Sophie Mutter ile gelen devrim
Herbert von Karajan sert ve otoriter mizacına karşın müzikal açıdan özgürlükçü bir isimdi. Bu katı kuralları olan muhafazakar dünyaya kadın müzisyenleri dahil etmeyi anca onun gibi sözü geçen ve yenilikçi biri yapabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Berlin Filarmoni Orkestrası’nın tamamı erkeklerden oluşan kadrosunda genç bir kızı sahneye ilk o çıkardı. Bu isim geçen yıl İstanbul Müzik Festivali kapsamında AKM’de bir konser veren keman virtüözü Anne-Sophie Mutter’di. Daha 14 yaşındayken Karajan’ın himayesinde sahneye çıkan Mutter, klasik müzikte çok geç kalmış bir doğal hakkın öncülerinden oldu. Artık Berlin Filarmoni ve Viyana Filarmoni gibi orkestralarda kadın müzisyenleri az da olsa görmeye başlayacaktık.
Herbert von Karajan o meşhur disiplinli yönünden neredeyse hayatının son dönemine kadar hiç taviz vermedi. Kariyerinin son döneminde Berlin Filarmoni üyesi müzisyenlerle ters düşmeye başlamış ve en sonunda da sağlık gerekçeleriyle Nisan 1989’da görevinden istifa etmişti. Bu istifanın ardından kabuğuna çekilen müzisyen 16 Temmuz 1989’da dünyaya gözlerini açtığı kentte, Salzburg’da hayata veda etti.
Onun mirası günümüzde hâlâ en çok satmayı başaran plak ve cdlerle devam ediyor. Spotify ve YouTube gibi dijital platformlardaki kayıtları da her yıl milyonlarca dinleyiciye ulaşıyor. Nasıl ki Leonard Bernstein, Mahler yorumlarıyla öne çıkıyorsa Karajan da Beethoven, Brahms ve Wagner’in eserlerini en iyi yöneten isim olarak bilindi. Türkçede hakkında herhangi bir biyografi kitabı bulunmasa da sanatçı hakkında başta Almanca olmak üzere çeşitli dillerde çok sayıda eser kaleme alındı, belgeseller çekildi. Geçen yıl Bradley Cooper’ın yönetip başrolünü oynadığı ve Leonard Bernstein’ın hayatını konu alan ‘Maestro’ filminin ardından müzikseverlerde bir Karajan filmi için de beklenti oluştu. Efsane şefin hayatını sinema diliyle izleyip izleyemeyeceğimizi zaman gösterecek.