Anton Çehov, Engin Geçtan, Ercan Kesal, Talat Kırış, Sir Arthur Conan Doyle, Khaled Hosseini, W. Somerset Maugham, Mikhail Bulgakov, Oliver Sacks, Irvin Yalom bu isimlerin bir ortak noktası var: Hepsi edebiyata gönül vermiş doktorlar.
Ve artık bu kervana katılan genç bir isim daha var: Sabrin İsmetli.
1993 yılında Bakü’de dünyaya gelen Sabrin İsmetli ilk romanı ‘Yeniden Doğuş’la çiçeği burnunda bir yazar. İlk kitaplarını yayınlamış yazarlarla görüştüğünüz bu serinin ilk “roman” konuğu oldu İsmetli. Mona Yayınevi’nden çıkan ‘Yeniden Doğuş’ vesilesiyle İsmetli ile Taksim çay bahçesinde buluştuk. Buluştuğumuz günü kendisine ‘İstanbul’da turist olma günü ilan etmiş. Bu şehre ilk görüşte vurulanlardan o da. Yıllar önce İstanbul’a ilk geldiğinde mutlaka bu şehirde yaşamalıyım diye düşünmüş ama bir türlü gerçekleştirememiş bu dileğini.
Anneyle yaşanan “karma”
Şu an Almanya’da Hamburg yakınlarında küçük bir şehirde yaşıyor. Romanı ve yazma serüvenini dinlemek için buluşsak da kendisi bir doktor. Hatta karşılaşmamızın ilk dakikalarında yorgun ve yaşarmış gözlerimi görünce alerjiniz var mı bir test yaptırabilirsiniz diyerek önce doktor olarak tanıştı benimle İsmetli.
Hikayesini başa saralım. Türkiye’den de alışkınız ebeveynler çocukları kendilerini sağlama alsın, “altın bileziği” olsun ister. Azerbaycan’da da durum benzer. İsmetli’nin annesi çocuklarının eğitimine her şeyden çok önem vermiş. Hatta onlar için mesleklerine bile karar vermiş. Kızı Sabrin’in doktor olmasını istemiş. Aslında bu hiç gerçekleştiremediği kendi hayalini en azından kızının başardığını görme isteğiymiş. Babası izin vermediği için istemeye istemeye Rus dili ve edebiyatı okuyan anne, kendi de bu dertten muzdarip olmasına rağmen kızı Sabrin’e doktor olması konusunda ısrarcı davranmış. İşin daha garip bir yanı var… Sabrin İsmetli’nin en büyük arzusu edebiyat okumakmış. İster karma, ister döngü, ister kaderin cilvesi deyin…
“Çok okuyan bir çocuktum. Sovyetler kültüründen bize miras kalan bir şey var, her evde kütüphane olur. Annemin, teyzemin kitapları vardı. Yaz tatillerine gittiğim zaman hep o kitapların önündeydim. Genç kuşakta bu yavaş yavaş kaybolsa da ben kitaplarla büyüdüm. Annemle kitaplar ve edebiyat hakkında konuşurduk, Rus klasikleri başta olmak üzere pek çok türde kitap okudum” diyerek anlatıyor okumayla ilişkisini.
‘Tıp fakültesinde, edebiyat fakültesinden daha çok kitap okunuyordu!’
Her ne kadar annesinin hayalini gerçekleştirip tıp okusa da kendi tutkusunun peşini bırakmamış İsmetli. Hatta tıp eğitimi almanın kendisini beslediğini, bir noktada harekete geçirdiğini şu sözlerle anlatıyor:
“Tıp okurken insan ölüm ve hastalıkla yüzleşiyor. Kimi zaman can veren insanları kimi zaman bir yakını iyileşince dünyanın en mutlu olan insanlarını görüyorsun. Bir yandan gençsin, akan bir hayat var ama bir yandan da ölümle yüzleşiyorsun.Hatırlıyorum, fakültede herkesin elinde kitap vardı. Edebiyat fakültesinden çok tıp fakültesinde kitap okunuyordu zaten. Özellikle ilk yıllarda varoluşsal sorular geliyor insanın aklına. Burada da edebiyat ve felsefe devreye giriyor. Ben hep okuyan biriydim ama üniversite yıllarında daha fazla okumaya başladım.”
İsmetli yazmaya fakültedeki “sıkıcı” derslerin birinde karar veriyor. Bir arkadaşının kendi yazdığı hikayelerini okuduğunu görüyor, okumaya başlıyor. Arkadaşı da ona dönüp “Sen de çok okuyorsun, edebiyatla ilgilisin. Yazmayı denesene” diye cesaret verince o gece kendini evde bilgisayar başında buluyor.
Çünkü o cümleler en büyük tutkusunu hatırlatıyor, harekete geçiriyor. Üstelik bu kez biraz da avantajlı:
“Başlarda annemi suçlamıştım. Sana yapılmasını istemediğin şeyi bana yaptın diye. Ama ona da hak veriyorum. Tıp okurken benim hayalim olmadığını anladım. Ama yarısına kadar gelmişken insan bırakmak da istemiyor. Onca emek onca zorluk.
Tabii bir yandan da yaş ilerledikçe gerçekleri fark ediyorsun. Yaşamak için para gerekiyor, edebiyat yaparak geçinmek mümkün olmayacaktı benim için. Şimdi yazabildiysem yaşam şartlarımın ve mesleğimin etkisi büyük.”
‘Türkçe yazmak daha çok okura ulaşmak demekti’
Doktorluğu bir kenara bırakıp kitaba dönüyoruz. En başından beri merak ettiğim soruyu soruyorum: Neden Türkçe yazdı ve neden kitabını Türkiye’de bir yayınevinde yayınlattı? Azerice, Almanca, Türkçe, İngilizce ve başlangıç seviyesinde Rusça biliyor Sabin İsmetli. Yukarıdaki sorulara ise şöyle yanıt veriyor:
“Türkçe bizim hep hayatımızdaydı. Televizyon dizileri, günlük hayatımızda. Azerbaycan’da klasikleri Türkçeden okudum, zaten Azerice bulmak çok zor. Ben ilk hikayelerimi Azerice yazdım ama Türkçe yazmak ve yayınlatmak daha çok okura ulaşması ve başka dillere çevrilme olasılığını artıracaktı.”
Reşat Nuri Güntekin, Elif Şafak ve Orhan Pamuk okuduğunu söylüyor. Ancak Türk edebiyatında gönlünü şiire kaptırdığını itiraf ediyor hemen: “Orhan Veli, Nazım Hikmet, Ümit Yaşar Oğuzcan en sevdiğim şairlerden.”
Hayata tutunmak için yazmak
Felsefe, mitoloji, sanat ve tarih odaklı bir aşk ve gerilim temalarının iç içe geçtiği bir roman ‘Yeniden Doğuş.’ Yazar romanı üç yıla yakın bir süreçte yazmış: “Tek başıma başka bir ülkeye göç ettiğim, çalıştığım, yeni bir dil öğrenme sürecinde olduğum bir dönemdi. Hastane- ev arasında bir hayatım vardı. Beni hayata tutan tek şey yazmak oldu. Zaten her şey kafamdaydı. En başından beri kitabın nasıl biteceğini biliyordum. Yazma sürecinde karakterler de eklendi, gelişti.”
Arkadaşıyla konuştuktan sonra yazmaya başladığı o ilk geceye dönüyor tekrar, yazmakla ilişkisini anlatmaya başlıyor:
“O gün benden ne çıkacak diye çok merak ettim. Yazdıktan sonra çok keyifliydim, rahatlamış gibiydim. Çok keyif aldım. Fakat bu aşamadan sonra okuma zevkiniz ve alışkanlıklarınız da değişiyor. Bu kez zevk için değil, nasıl yazmış, nasıl bağlamış gözüyle okuyorsunuz her şeyi.”
Romanı tamamladıktan sonra Türkiye’deki yayınevlerine gönderiyor, kabuller, öneriler, geri dönüşler derken son haliyle ‘Yeniden Doğuş’ çıkıyor ortaya. Okumayı çok seven İsmetli, yazmayı da ne kadar çok sevdiğini fark ediyor bu süreçte:
“Kendimi okurken çok etkilendim. Garip geliyor biliyorum ama öyle oldu. Yazarken kendimi nasıl bir kitap okumak istiyorum derken buldum. Yazma yeteneğime değil ama edebi zevkime güvendim. İnsan okudukça okuma kültürü de değişiyor. Ben de yazar değil, okur gözüyle yazdım bu kitabı.”
İsmetli, “İnsanları iyileştirince, onların gözlerindeki mutluluğu, sizinle kurdukları bağı gördükçe insan hayatına dokunduğunu fark ediyor. Hem de herkesin kendi hikayesinin başrolü olduğu hayat… Tanıştığım her insan bir hikaye” diyor. Şu sıralar yoğun çalışma temposu yazma rutinini istediği düzene oturtmasına engel olsa da hayalleri, fikirleri, yeni projeleri var. Doktorluğa ne kadar devam eder bilinmez. Bu soruya da “Hayat bu belli olmaz” diyor. Ancak söz konusu yazmak olunca verdiği yanıt daha net: “Hayallerim var. Yazmaya devam etmek istiyorum.”
📚Aklına ilk geleni söyle!
-Kim okusun?
-Annem henüz okumadı. Başucunda bekliyor, okusun istiyorum ben de. İnsan yakınlarının fikirlerini tanınmak istiyor, anlaşılmak istiyor.
-En son ne okudunuz?
-Okumadım ama dinledim. Anton Çehov- ‘Mutsuzluk’.
-Kitabı ilk elinize aldığınızda ne hissettiniz?
-Hayaldi, zordu ama başardın.
-Doktorluk mu yazarlık mı?
-Yazarlık.
Kitabı okuyan okur ne hissetsin?
-“Ben her şeyi başarabilirim. Karanlık yollardan geçsem bile her şey yoluna girebilir” diye düşünsünler, umutlu olsunlar isterim.
-Okuma listenizde hangi kitap var?
-‘Suç ve Ceza’yı tekrar okuyacağım.
-Hangi yazarla tanışmak isterdiniz?
-Dostoyevski. Ama karşısında heyecandan konuşamam bile sanırım.
-Keşke ben yazsaydım dediğiniz kitap?
-Ovod/’Atsineği’- Ethel Lilian Voynich
-Kitabın ilk cümlesini mi yazmak daha zordu son cümlesini mi?
-Kesinlikle ilk cümlesi. Aylarca silinir silinir tekrar yazılır.
-Bir adaya düştünüz. Her şeyiniz var ama kitaplarınız yok. Hadi üç tane seçin.
-Hiçbir kitabı tekrar okumak için yanıma almak istemem. Daha önce hiç okumadığım ama okumak istediğim kitapları alırım. Marcel Proust ‘Kayıp Zamanın İzinde’ serisi mesela.