Şöhretin zirvesine 20’li yaşlarında ulaşan Sally Rooney, merakla beklenen yeni romanı ‘İntermezzo’da babalarının ölümünün yasıyla boğuşan iki kardeşin ilişkilerine odaklanmış. Büyük kayıpların yarattığı travmaları, dağınık ve çelişik duyguları, hayatın anlamını sorgulayan hikayesiyle ‘İntermezzo’ Sally Rooney’ın olgunluk dönemine girdiğini müjdeleyen bir roman.
Sally Rooney 1991’de İrlanda’da, Mayo ilçesine bağlı Castlebar kasabasında doğdu ve orada büyüdü. Edebiyata ilgisi küçük yaşlarda başlamıştı. Şimdi “kesinlikle çöp” olarak nitelediği ilk romanının 15 yaşındayken tamamladı. Bir şiiri edebiyat dergisinde yayımlandı. Yolunun çizmişti Rooney; Trinity College’de İngiliz Edebiyatı bölümünü bitirdi. Amerikan edebiyatı bölümünde yüksek lisans yaptı.
Yazar Rooney’in ‘Normal İnsanlar’ dizi uyarlaması da ilgi görmüştü.
2014’te yazmaya başladığı ilk romanı ‘Arkadaşlarla Sohbetler’ 2017’de, ‘Normal İnsanlar’ 2018’de yayımlandı ve Rooney, büyük ilgi gördü. ‘Normal İnsanlar’ Hulu ve BBC tarafından diziye aktarıldı. Üçüncü romanı ‘Güzel Dünya Neredesin’ (2021) ile dünya çapında üne kavuşan Rooney milenyum çağının en önemli yazarlarından biri olarak gösterilmesinin yanı sıra Times’ın ‘Dünyanın En Etkili 100 İnsanı’ listesinde yer aldı. Öykü, şiir ve yazıları The Dublin Review, The White Review, The Stinging Fly’da yayımlanan Rooney halen Dublin’de yaşıyor.
Kardeşlik bağları
2022 yılı yaz sonunda bir cenaze töreninde başlayıp yıl sonunda -Noel yemeğinde- noktalanan hikayenin mekanı Dublin. Romanın iki ana karakteri Peter ve Ivan ile babalarının cenaze töreninde karşılaşıyoruz. 32 yaşındaki Peter, felsefe bölümünde yüksek lisans yapmış bir avukat; Dublin’de hak ihlalleriyle ilgilenen bir hukuk bürosunda çalışıyor. Bakımlı, şık, yakışıklı, ciddi, duygularını gizleyen bir adam:
“Peter’ın ağladığını bir daha görmedi Ivan, onun herhangi bir duygu sergilediğini bile görmedi, babaları öldüğü zaman bile, sonrasında cenazede bile hiçbir şey belli etmedi, yüzünde yalnızca o kibar ve dalgın gülümsemesi vardı. Babaları hiçbir şey ifade etmiyormuş, ölüme aldırmıyormuş, yalnızca sıkılıyormuş, duygudan yoksunmuş gibiydi”…
Ne var ki içinde yangınlar var Peter’in, aşk hayatı karmakarışık; uzun süre birlikte yaşadığı Sylvia’dan ayrılmış ama ruh eşi olarak gördüğü kadını hala unutamamış. Ayrılma nedenleri Sylvia’nın geçirdiği trafik kazasının bedeninde bıraktığı sekeller. Sylvia, kendisini eksikli gördüğü için terketmiş Peter’i ama bağlantıları kopmamış; entelektüel sohbetleri özleyen Peter, Sylvia’yı sık sık ziyaret ediyor.
Öte yandan 20’li yaşlardaki üniversite öğrencisi Norma ile “tamamiyle cinsellik” olarak nitelediği bir ilişki sürdürüyor. Oysa Norma, yaşının getirdiği delişmenliği, sınır tanımaz cinselliği, ahlaki kurallara aldırmazlığı ve ataklığı ile Peter’ın hayatını renklendiren yegane insan.
Peter’in 10 yaş küçük kardeşi Ivan –abisine göre giyimiyle, tarzıyla, hayatla ilişkisiyle korkunç İvan- ise bir satranç dahisi. Dublin’de, arkadaşlarıyla paylaştığı evin kirasını ödemekte zorlanan, babasının hastalığından sonra satranç sıralamasındaki yerini kaybeden, karşı cinsin yanında çekingenleşen, hayatın akışına yön vermekte zorlanan bir genç.
Bunda 15 yaşından itibaren bütün hayatını satranç etrafında organize etmiş olmasının rolü var. Ancak hem sağlam bir mantığa sahip hem de duyguları çok güçlü: “Ivan, insanın dış görünüşünün içindeki duyguların sınırlarını belirlemediğini biliyor. Gösterişsiz, çekici olmayan insanlar güçlü tutkuları deneyimlemekten muaf değil.”
Muaf olmadığını küçük bir kasabada düzenlenen satranç etkinliği sırasında, etkinlikten sorumlu Margaret ile tutkulu bir aşka atılarak kanıtlayacaktır Ivan. Sorun kadının 36 yaşında olmasıdır ama kocasından ayrılmış, zarif bir kadın olan Margaret de toplumsal değer yargılarına meydan okuma anlamına gelen bu aşka sarılmıştır.
Tam “onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” demek üzereyken işler karışır. Peter’in Ivan’ı Margaret’in yaşı konusunda uyarmasıyla başlayan kavga kardeşler arasındaki geçmişte yaşanmış tatsızlıkları, ailevi meseleleri ortaya çıkaracak, bu durum kardeşlerin yanı sıra Margaret, Sylvia ve Norma’nın hayatını da etkileyecektir…
Küçük hikayeler toplamı
Sally Rooney’in romanları –kuşkusuz sevildiği içindir- hiç gecikmeden Türkçeye çevriliyor. İlk üç romanını okuduktan sonra Rooney’in ilk bakışta basit, sıradan, herhangi bir popüler aşk romanında rastlayacağımız türden hikayeler anlattığını söylemiştim. Peki ama Rooney gibi kendisini Marxist ve feminist olarak niteleyen, toplumsal ve siyasi meselelere duyarlı, İsrail devletinin Filistin halkına yaptığı eziyete karşı çıkan bir kadının dünyanın ekonomik, sosyal ve ekolojik sorunları dururken sıradan insanların sıradan hayatlarını, gündelik işlerini, kişisel kaygılarını, güvensizliklerini, yalnızlık korkularını işlemesinin anlamı nedir?
Sanıyorum romanlarına getirilen eleştirilerde biraz da bu soru etrafında dönen tartışmalar rol oynuyor. Ancak haksızlık etmeyelim; Rooney’in dünyanın gidişatı hakkında farkındalık eksikliği yok, hatta aynı soruya –roman kişilerinin diyalogları üzerinden- yanıt arıyor. Bir alıntıyla örnekliyorum:
“Sylvia boğazını temizliyor, edebî modernizmin tarihî bağlamı konusunda yapacağı yeni konuşmadan söz ediyor. Fikrini almak ister gibi. Aslında yalnızca kibarlık yapıyor, elbette. Peter faşizm hakkında bir şeyler söylüyor, yürümeye devam ediyorlar, faşist estetikten ve modernizm akımından bahsediyorlar. Neoklasizm, etnik farklara saplantılı takıntı, dekadans tematikleri, bedensel güç ve zayıflık. Saflık ya da ölüm. Pound, Eliot. Diğer yandan Woolf ile Joyce. Günümüzde faşizmin siyasi tipoloji olarak kullanımı ve özgüllüğü. Çağdaş siyasi hareketlerin genel estetik yoksunluğu. Ortaya çıkan her görsel tarzın neredeyse ânında şirketlerce ele geçirilişiyle ilişkili veya yalnızca sınırdaş bir konu. Güzel olan her şey ânında geri dönüşüme uğratılıp reklama dönüştürülüyor. Estetik açıdan artık hiçbir şeyin anlamlı olmadığı hissi. Bunun verdiği veya vermediği özgürlük.”
Rooney’in hassasiyeti
Kısacası, Rooney’in kahramanları dünyanın büyük hikayesinin barındırdığı sorunları kendi hayatlarında küçük hikayelerle yaşıyorlar – tıpkı bizler gibi. ‘İntermezzo’, kendimize anlattığımız hikayeler, ailelerimiz, ilişkilerimiz ve dünyadaki yerimiz hakkında bir roman. “Rooney, kederin doğrusal olmayan doğasını dikkate değer bir hassasiyetle yakalıyor”. Roman kişilerinin belleklerine nüfuz ederek başarıyor bunu. En kederli anlarda ansızın ortaya çıkan neşe pırıltıları, en keyifli anları beklenmedik bir biçimde karartan düşünceler – çoğu geçmiş zamanın yükünü taşıyor ve dramın etkisini arttırıyor.
İki kardeşin ortak geçmişleriyle ilgili hatıraların farklı algılamaları, babayla ilgili düşüncelerindeki farklılıklar, parçalanmış bir ailenin çocukları olarak hissettikleri yoksunluk duygusu ama her ne olursa olsun hayata tutunmaları… İşte bütün bunlarla hikaye farklı keder katmanlarına açılıyor.
‘İntermezzo’nun yazarlık kariyerindeki yeni bir dönemi müjdeliğini söylemiştim. Rooney’nin gençliğin ve ilk aşkın baş döndürücü tadına odaklanan ilk iki romanında İngiliz edebiyatının klasiklerine -Austen / Bronte- ekolüne göndermeler vardı. ‘Güzel Dünya Neredesin’de karakterler daha olgun, diyaloglar daha politik içerikliydi ama hikaye yine romantizmle yoğrulmuştu.
‘İntermezzo’ daha derinlikli, daha ağır temalar barındıran bir roman. Aşktan ziyade sevginin kaynaklarına eğiliyor Rooney. Kardeşliği, ailenin, dostluğun hatta hayvan sevgisinin dinamiklerini araştırıyor. Roman kişileri sevgiyle, cinsellikle, ölümle, pişmanlıkla, yetişkin olmanın güçlüğüyle ve en nihayetinde anlamsız bir hayatı sürdürme iradesiyle sınanıyorlar. Ve Rooney onları güzel olan ve neşe getiren şeyleri kucaklamaya sevk ediyor.
‘Her durumda yaşamaya devam’
Begüm Kovulmaz’ın güzel çevirisiyle okuduğumuz ‘İntermezzo’nun dili, kurgusu ve anlatı tekniği de önceki romanlarına göre daha ustalıklı. Her zamanki gibi keskin, ekonomik ve lirik, imgelerle zenginleşmiş dili karakterlerinin iç yaşamlarını çok iyi yansıtmış. Özellikle de cinselliğin hazzını -‘İntermezzo’daki erotik sahneler karakterlerin kişilik yapılarını tamamlar nitelikte. Akıcı ve gerçekçi diyalogları da kusursuz. Ancak ‘İntermezzo’nun en dikkat çekici yanı üçüncü tekil şahıs anlatımının yer yer iç monologlarla, hatta bilinç akışıyla desteklenmesinde. Anlatıcı geriye çekildiğinde Peter, Ivan ve Margaret’in zihninde dolaşıyoruz. Böyle bir anlatım karakterlerin iç yaşamları ile dış davranışları arasındaki boşluğu görmemizi sağlıyor.
Ölümlü bir dünyada hayatın anlamını arayan bir dolu ‘arızalı’ karakterle anlatmış hikayesini Rooney – umutsuzluğa düşmeden ama: “Hayat nelere uyum sağlayacak hale getirilebilir, tek bir hayat içinde kırılıp dağılmadan neleri barındırabilir (…) Bu kadar uçucu bir şeyden, hayattan anlam çıkarmak. Bir an burada sonraki an yok (…) Hayal etmek de hayattır: Hayal edilen hayattır yalnızca (…) Bakalım neler olacak. Her durumda yaşamaya devam.”