1930’lı yıllar, Alabama… Minik Jean Louise (Scout) Finch, abisi Jem’le çocukluğun o eşsiz günlerinin tadını çıkarmaktadır. Annelerini kaybettikten sonra ev işlerini siyah bakıcıları Cal üstlenirken babaları Atticus da işine bağlı bir hukukçu olarak başını davalardan kaldıramamaktadır.
Yandaki evde ise geçmişte yaşadığı kimi olaylar yüzünden içeride kimin olduğunu göremedikleri ama varlığından emin oldukları biri vardır ve ona ‘Öcü Radley’ ismini takarlar.
Yazları yanlarına gelen Dill, hınzır ve yaramaz kişiliğiyle hayatlarına farklı bir renk katar. Derken yaşadıkları kasabanın onlara da fazlasıyla yansıyan gerilimi giderek yükselmektedir. Çünkü babaları, beyaz bir kıza tecavüz ettiği iddia edilen ve tutuklu olarak yargılanan üç çocuk babası bir siyah olan Tom Robinson’ın savunmasını üstlenmiştir. Nihayetinde duruşma günü gelip çatar; Scout, Jem ve Dill de mahkemedir ve duruşma sürecini takip ederler. Savunma aşamasından sonra iş jürinin vereceği karara gelir ve…
Yaşanmışlıkların yansıdığı bir metin…
Amerikalı yazar Harper Lee, 1926’da Alabama’da doğmuştu. Huntingdon College’daki eğitiminin ardından Alabama Üniversitesi’nde hukuk okudu. En ünlü yapıtı sayılan, yukarıda da konusunu özetlediğimiz ‘Bülbülü Öldürmek / To Kill a Mockingbird’ 1960’da yayımlandı ve yazarına 1961’de Pulitzer kazandırdı. Roman yaşanmış bir vakadan yola çıkılarak Lee’nin kendi yetişme döneminde tanıklık ettiği birçok olayı da içeren otobiyografik bir metindi. Kitap yazarın güçlü betimlemelerinin yanı sıra iki kardeşin çocukluğun ve hayatın başında olmanın getirdiği avantajlarla, meselelere alabildiğince tarafsız yaklaşmalarını ve safça doğru yerde durma çabalarını da anlatır. Baba Atticus Finch, mükemmele yakın bir rol modelidir; doğruluğun, dürüstlüğün, vicdanın temsilcisidir ve her daim karşı tarafla empati kurmayı bilir. Sağlam bir referansa da sahiptir; yani hukuka olan inanca… Fakat roman bu denli kararlı, ilkeli bir karakterin ırkçılık illeti karşısındaki açmazlarını, çaresizliğini, toplumsal reflekslerin nasıl yanıltıcı olabileceğini gösterir. Sadece okurlarına değil, küçücük kalpleri doğruluktan, haklıdan yana atan Scout, Jem ve Dill üçlüsüne de…
Siyah isyanın hislerine tercüman olmuştu
‘Bülbülü Öldürmek’ siyahi isyanın giderek kabardığı ve toplumsal bir mesele olarak hem Amerika’yı hem de dünyayı sarstığı bir dönemde, 60’larda yayımlanmıştı… Bu açıdan roman ayrıca önemsendi, öne çıktı, tartışıldı, sevildi, okundu ve gündem oldu. Lee’nin metni yer yer mizahi unsurlara da göz kırparken genel olarak küçük Maycomb kasabası ölçeğinde Amerika’nın genel bir perspektifine soyunur. Bu çerçevede okurunu, nefret ve önyargıların biçimlendirdiği ırkçılık refleksiyle yüzleştirir. Kitap bir yandan böylesi bir sosyolojik arka planın etrafında yükselir, öte yandan da babalarını zayıf, kendi halinde bir karakter olarak gören iki çocuğun zamanla ondaki cesareti, öncülüğü ve sağlam duruşu keşfetmelerini de anlatır.
Burada küçük bir parantez açayım; göz attığım bir kaynakta şöyle bir ifade vardı: “Lee romanın derin ahlaki inançlara sahip bir kişiliğin yansıması olarak gördüğü ve adeta putlaştırdığı babasına yazdığı uzun bir aşk mektubu olduğunu belirtti.”
Filmi üç dalda Oscar aldı
‘Bülbülü Öldürmek’ 1962’de sinema uyarlandı. Robert Mulligan imzalı yapımda baba Atticus Finch’i Gregory Peck canlandırmıştı. Sekiz dalda Oscar’a aday gösterilen film üç dalda (En İyi Erkek Oyuncu / Gregory Peck, En İyi Sanat Yönetimi / Alexander Golitzen ve En İyi Uyarlama Senaryo’/ Horton Foote) heykelin sahibi oldu.
İki yıl önce ‘Pandemi dönemi’nde Mulligan’ın yapıtını yıllar yıllar sonra tekrar izlemiş ve bıraktığı izlerin hâlâ sağlam olduğunu fark etmiştim. Bu haftaki köşe yazısı için de kitabın Epsilon Yayınları’ndan çıkan ve Türkçeye Merve Çay’ın çevirisiyle kazandırılan grafik roman uyarlamasına göz attım. Doğrusu Fred Fordham’ın çizgileriyle yaratılan o atmosferi ve ırkçılık dolu 30’lar Amerika’sının tasvirini de çok beğendim. Ee, tabii bu durumda her şeyin kaynağı konumundaki romanın çok güçlü yapısı önem kazanıyor. Ayrıca ‘Bülbülü Öldürmek’ deyiminin Tom Robinson üzerinden bir kez daha üretilmesi bence çok sarsıcı bir metafora dönüşüyor. Grafik romanı okurken gözlerimin dolduğunu fark ettim; sanırım burada devreye Lee’nin metninin gücü kadar günümüzde hâlâ çözülemeyen ırkçılık belası, çözülmesini bırakın meseleye yeni bölümler, yeni sorunlar, yeni problemlerin eklenmesi de giriyor.
Tazeliğini koruyan bir mesele
Sonuç olarak İngiliz çizer Fred Fordham’ın fırçalarından çıkan desenlerle karşımıza gelen bu uyarlamayı herkese tavsiye ederim. Harper Lee’nin ahlaki, vicdani ve hukuki unsurlarla örülü metni, insanlığın her yeni günde yeniden ayaklar altına alındığı bir dünyada tüm canlılığını, tazeliğini, önemini ve hatırlatma gücünü koruyor. Fordham hikâyenin duruşma bölümlerini o ünlü ‘mahkeme filmleri’nin dinamiğini, heyecanını yansıtan, hatırlatan bir tarzda resmetmiş, kitabın en çok o kısmını beğendiğimi söyleyebilirim. İyi okumalar efenim…