Işıl Kasapoğlu 50 yılını tiyatroya adamış bir isim. Yazdıkları, yönettikleri ve çevirileriyle bir anlamda Türk tiyatrosunun hafıza arşivi. İstanbul Tiyatro Festivali geçen sene yeni bir küratörlük sistemine geçti, ilk küratör de Kasapoğlu oldu. “Büyük ve gerçekten ağır sorumluluk” diye anlatıyor Kasapoğlu görevini. Sanatçı tüm sanat hayatında olduğu gibi küratörlük görevinde de daima kendiyle mücadele ettiğini, ileri gitmek istediğini, yaygın olan vasatlığı bu şekilde aşabileceğimize inanıyor.
Festival koşturmacasındaki Kasapoğlu ile Zoom’da buluştuk. 27. İstanbul Tiyatro Festivali’ne hazırlık sürecini, bu seneki “meydan okumalarını” ve yerli tiyatroyu konuştuk.
27. İstanbul Tiyatro Festivali, Türkiye’den ve yurt dışından toplam 19 tiyatro, performans ve dans gösterisine ev sahipliği yapacak bir ay boyunca. Bu yıla nasıl hazırlandınız?
Benim için sanatta en önemli şey sürdürülebilirlik. Sürdüğün sürece değer kazanıyor ve önemini artırıyorsun. İstanbul Tiyatro Festivali 34 yıldır var. Bu yıl 27’incisini yapıyoruz. Bazıları bienal olduğu için iki yılda bir yapıldı. Bu seneki festivalde ilk oyunları oynatmaya çalışıyoruz. Yani yerli oyunların prömiyerlerini festivalde yapmalarını istiyoruz. Gerek yabancı gerek yerli tiyatroda var olan bütün biçimleri kullanmak da bir diğer amacımız. Bu nedenle klasikten moderne, mask tiyatrosundan kuklaya, dans tiyatrosuna performans sanatı, anlatı, müzik hepsinin kullanmaya çalıştık.
Yerli oyunlardan 10’u bu festival için yazıldı. Bu da çok önemli. Türk tiyatrosu 10 yeni metin daha kazanmış oldu. Yabancı oyunlara bakarsak mutlaka dans var. Pina Bausch ile açıldı. Şimdi Londra’dan gelen (Hofesh Shechter/ Çifte Cinayet) çok önemli bir ekip var. Neredeyse Avrupa’daki bütün ülkelerden aktörlere ve oyunlara yer vermeye çalışıyoruz. Dolu dolu her şeye göz atacağız, dünyada neler oluyor, bizde tiyatro nasıl gelişiyora bakacağız.
Festival bu sene daha genç
Bu seneki festivali öne çıkaran farklılıklar var mı?
Bu sene geçen yıla oranla daha genç prodüksiyonlar, yönetmenler ve oyuncuların yer aldığı oyunların üzerine gidiyoruz. Güzel tarafı da küratör olarak ben ve İKSV ekibindeki arkadaşlarım özellikle yerli yapımları ilk defa göreceğiz. Bu bir riskti. Ama festivallerin alması gereken bir risk. İstanbul Tiyatro Festivali bu riski almazsa diğer kurumlar bunu yapmaya tereddüt eder. O yüzden bir anlamda festivalin yararı da ortaya çıkıyor.
‘Geçen yılı aşmak için çok çabaladım’
İstanbul Tiyatro Festivali geçen sene küratörlük sistemine geçti. İlk küratör de siz oldunuz. Sizin için nasıldı bu görev?
Çok ağır bir sorumluluk vardı sırtımda. İlk yıl pandemiden çıkmıştık. Ben de herkes gibi kovid geçirmiştim, başka sağlık sorunlarım da vardı. Ama her şeye rağmen, her zaman önemli olan, kendinize meydan okumak. Hep kendimizle kavga ediyoruz, daha ileri gitmeye çalışıyoruz. Ben de gerek sanatçı, gerek yönetmen olarak, gerek tiyatrocu olarak buna inanıyorum. İleri gitmezsem geri kalmış hissediyorum kendimi. Açıkçası geçen yılı aşmak için çok çabaladım. Ekip arkadaşlarım çok yardımcı oldu. Daima ileri gitmek, kendimizi aşmak için çalışmazsak bu da etrafımızdaki her şey gibi vasatlaşır, sıradanlaşır. Yani gerçekten benim için ağır sorumluluktu. Her gün oturup bir şeyler yapmak değil bahsettiğim. 24 saat boyunca bu fikirle, neler yapabilirim düşüncesi ve sorumluluğuyla yaşamak…
En çok ne zorladı sizi?
Yeni kavramlar oraya çıkardık. Bugüne kadar sadece sinema yapmış bir aktörü tiyatro sahnesine davet etmek ya da çok sevdiğimiz Peyk’in ‘Hamiyet’ini sahneye uyarlamayı teklif etmek ve dahası… Bu inanılmaz bir sorumluluk, çünkü ortaya ne çıkacak bilmiyoruz. Hayatta hiçbir şey bizim çalıştığımız dallarda aniden olmuyor. Hep bir şeyleri kafanızda taşıyorsunuz. Bu yıl programın belki de büyük bölümü geçmişin de izlerini taşıyor. Bitmeyen bir süreç bu. En sonunda da bir yerlere, seyirciye ulaşıyor.
Bu soruyu size seneye de sorabilecek miyiz, devam edecek misiniz görevinize?
Hayır, iki yıllık bir sorumluluktu bu. Gerçekten çok teşekkür ederim İKSV’ye bu göreve beni getirdikleri için. Bu dönemde prensip gereği başka oyunlar yapmadım. Artık seneye belki kendim oyun yaparım, belki de yapmam. Toplum olarak gidişatımıza bağlı…
Şu anki gidişat nasıl, olası gidişatla ne demek istiyorsunuz?
Eskiden sansür dediğiniz zaman “Burada propaganda var, burada küfür var” diye yine hiç olmaması gereken sansürler görüyorduk. Ama nedenini açıklıyorlardı. Artık öyle bir şey de yok. Bir yerden bir şeyler yasaklanıyor ama nedeni açıklanmıyor. Bu da bütün toplumu otosansüre sürükledi. Hepimiz otosansür içindeyiz. Biraz ağzımızı açsak, bir adım atsak tekme atmış oluyoruz. Bu tabii ki çok tehlikeli. Ama asıl mesele kendi aramızdaki mesele. Bir konser, tiyatro oyunu iptal edildiği zaman hiçbir zaman itiraz edip buna karşı çıkamıyoruz. Üç gün sosyal medyadan yazı yazmakla hep beraber tatmin oluyoruz, sorularımız hiçbir zaman yanıt bulmuyor.
Neden böyle?
En büyük sorun Türkiye’de sanatçıların bunu hiçbir zaman meslek edinememesi. Biz hala bir meslek olamadık kendi aramızda. Anadolu’nun herhangi bir yerinde yasaklanan bir konseri düşünün ya da Antalya’ya bakın. Festivalin başına gelenlerden sonra jüri üyeleri çok güzel, doğru hareket etti. Ama yanlarında olamadık, çünkü mesleğimiz yoktu. Biz ne yazık ki mesleği kurmadan “sanatçı” olduk. Hepimiz sanatçıyız. Okulu bugün bitiren de sanatçı, 50 yıldır bu işi yapan da. Herkese sanatçı diyerek bu işi hiçbir zaman meslek olarak yapamadık. Ben asıl suçu dönüp dolaşıp yine kendimize getiriyorum. Gerçi Türkiye’nin koşulları sosyal ve ekonomik yapısı bunu gerektiriyor. Kimse hiçbir şey sormuyor. Biz de sormamaya alıştık, en kötüsü de bu.
‘Meslek olamadık’
Meslek olamadık derken ne demek istiyorsunuz; bir araya gelip örgütlenememek mi yoksa toplumun sanatçıya bakışından kaynaklı bir sitem mi bu?
Toplumun sanatçıya bakışı. Ama bunu da biz yarattık. Eskiden “Bizi batırmak için iktidara ihtiyacımız yok, biz kendi kendimizi batırırız” diye bir yazmıştım. Hala arkasındayım. Toplum herkesi sanatçı haline getirdi çünkü kişiler öyle istedi, herkes kendine sanatçı dedi. Hiçbir ayrım kalmadı, herkes sanatçı. Olsun tabii, ama sadece kendini göstermek ya da para kazanmak için yapılırsa ortada sanata dair bir şey kalmıyor. O zaman da ilerleyemiyoruz. Elbette küçük topluluklar, yetenekli sanatçılar ve yazarlar var ama onları destekleyemiyoruz bile. Zaten oyuncuların da vakti olmuyor tiyatro için. Sahneye çıksalar da bir gün dizi setindeler, bir gün reklam çekiminde… Çoğu Anadolu’ya turneye bile çıkamıyor. Burada bir suçlu aramıyorum, ama durum böyle.
‘Aktör sahneye çıkmadan aktör olmaz’
Televizyon dizileriyle tanıdığımız genç oyuncular, bağımsız sinema filmlerinde ya da tiyatro sahnesinde olmak istiyor. Bir anlamda prestij olarak görüyorlar. Oyuncular için sahnenin nasıl bir anlamı var?
Çünkü aktörlerin sahneye ihtiyacı var. Al Pacino’ya bakın, kaç yaşında ama ‘Venedik Taciri’ ya da başka bir oyun için sahneye çıkıyor. Aktör sahneye çıkmadan aktör olmaz. Çünkü kalıcılığı olmaz. Dizilerde oynayan oyuncular sahnede kendilerini göstermediği sürece doyumsuz kalacaklar, zaten bir süre sonra da kaybolup gidecekler. Bugün izlediğimiz oyunculara bakın, hepsi zamanında tiyatro yapmış, kendini ispatlamış isimler.
Bir yandan sansürü, ekonomik yetersizlikleri konuşuyoruz ama festivaldeki oyunların biletleri tükeniyor, gişelerin önünde kuyruklar görüyoruz. Türkiye’de tiyatronun gidişatı nasıl?
Tiyatronun yükseldiği falan yok. İyi yapılan şeyler her zaman yürüyordu zaten. Yeni bir şey değil. 50 yıl önce de Türk tiyatrosunda iyi bir şey yapıldığında görülüyordu. Ama ne oldu? Salonlar azaldı, kimlik değiştirdi. Taksim’de salonumuz kalmadı. Ne yaptı bu sefer gençlik? Her yıl genç arkadaşlar mezun oluyor, küçük tiyatrolara gitmeye başladılar. Bazıları çok iyi götürüyor, bazıları ise tutunamıyor. Ama büyük salonlara ihtiyacımız var.
Seyirciler de değişiyor. Tiyatroyu takip eden genç bir kuşak da var. Bu neslin nasıl bir tiyatro kültürü olacak?
Dizi sektörü o kadar çoğaldı ve her şeyi ele geçirdi ki… Ben eskiden “Dizilerde yapılanları düzeltmek için tiyatro yapıyorum” gibi kocaman laflar ederdim kendi kendime. Ama diziler o kadar çoğaldı ve ortalığı darmaduman etti ki… Ülkenin vasatlaşması ve kalitesini zaman içinde kaybetmesiyle artık tiyatroya giden özellikle genç kitle oyun metnine gitmiyor. Televizyonda gördüğü insanla fotoğraf çekmeye ya da “oradayım” diye sosyal medyada kendini göstermeye gidiyor. Elbette gerçek tiyatro severleri kapsamıyor bu söylediklerim, ama çoğunluk buna dönüştü. Avrupa edebiyatından, kendi edebiyatımızdan çıktık, başka yerlere gidiyoruz. Direkt Broadway’e atladık, ticari tiyatro yapıyoruz.
Ticari tiyatro kötü bir şey değil elbette. Dans edilir, bizi eğlendirir, rahatlatır. Ama dünya edebiyatını paylaşacak, Türk edebiyatını paylaşacak ya da bizim yurt dışında paylaşacağımız yapımlar azalıyor. Bu Türk tiyatrosu için çok büyük tehlike. Anlatacağımız şey yok ama eğlendirebiliriz. Bunları kötülemiyorum, ama bizim bir de kamu yararı güden bir tiyatro öykümüz var. Orada da anlatacak bir şeyimiz olmalı. Bu ayrımları net koyamıyoruz. Bir yandan ticari tiyatromuz, bir yandan ortaya çıkan küçük iyi ekipler var. Var tabii ama eskisinden farklı değil. Şimdi yeni olanlara da festivalde yer vermeye çalışıyoruz. Onları öne çıkarmamız, el vermemiz lazım. Ama biz kimiz? Dediğim gibi meslek olamadık, bireyleriz. Ben de bireyi savunurum. Kendini geliştiren ve düşünen birey kolektifi oluşturabilir. Fakat birey iyileşip sağlam eser vermek yerine şimdi sadece kendine dönmeye başladı. En büyük nedeni de ekonomik şu an. İnsanların yaşaması, çocuklarını okutması, barınması ve varolması için bu bireysellik gerekiyor, bunu da anlıyorum.
‘Beyoğlu’nu tekrar ele geçiriyoruz’
Tekrar festivale döneyim. Festival bu yıl İstiklal Caddesi’nde yeni mekanlara da merhaba diyor.“Festival İstiklal’de” bir başka alt tema. İstiklal’e dönüş sizin ve festivalin için ne ifade ediyor?
Çok önemliydi Beyoğlu’nu tekrar ele geçirmek! Geçen yıl başlamıştık, bu yıl çok daha fazla mekanla devam ediyoruz. Mekanların sayısını artırdık. Galatasaray Lisesi, Notre Dame de Sion, Saint Benoît Metro Han, Atlas 1948 Sineması, Hope Alkazar, Büyük Zarifi Apartmanı…
Festival İstiklal’e tırnaklarıyla kazıyarak el attı. Az önce bahsettiğim meydan okuma bu işte. Devam etmemiz lazım. Bizim için kültür hayatı Beyoğlu’ndaydı. Bütün bunların hepsi yavaş yavaş yok oluyor, bunları tekrar kullanmak zorundayız, dönüş yapmak zorundayız. Salon yoksa, verilmiyorsa yaratmak zorundayız. Sadece İstanbul’da değil bütün Türkiye’de sanatçıların daha büyük salonlara ihtiyacı var. O yüzden dörtnala gitmek lazım. Festival bu nedenle çok önemli.
Birçok oyuncu ve ekip İstanbul Tiyatro Festivali’nin kendileri için okul olduğunu söylüyor. Sadece festival için İstanbul’a gelenler var. Az önce söylediklerinize bağlantılı olarak İstanbul Tiyatro Festivali, Türkiye tiyatrosuna ne katıyor?
Kızak başındaki en önü temsil ediyor. İstanbul’da bu bir ay ortalık kıpırdamaya başlıyor. Burada konuşulanlar Anadolu’ya tesir ediyor. Hem de iki şekilde. Bizde niye oynanmıyor, biz de niye festival yapılmıyor diye düşünüp yerel yönetimlerinden isteyecekler. Asıl görevlerinden biri bu festivalin. Tüm ülkeyi kapsayabilmek. Gerek seyircilerin İstanbul’a gelmesi ni, gerek İstanbul’da yapılan oyunları Türkiye’de desteklemek. İstanbul Tiyatro Festivali bugün dünyanın en büyük kentlerinde biliniyor. Yani artık boş konuşmuyoruz. Festival biliniyor, burada yer almak prestij meselesi. Bu çok önemli. Bunu daha büyük çapta gerçekleştirir, oyunlarımızı büyük festivallere götürürsek festivalin önemi burada da devreye girecek. Bugün İstanbul’u tanıtmak için festival de çok önemli bir alan. Vasatlıktan ancak böyle kurtuluruz. Bir de meslek olsak daha da iyi olacak, ama şimdi böyle bireysel mücadelelerle devam ediyor.
Festival programında özellikle izleyin dediğiniz oyunlar var mı?
Hepsi. Herkesin gerçekten izlemesini istediğimiz oyunları aldık bu sene programımıza. Bir de bu yıl 11 oyunu ben de herkesle birlikte izleyeceğim. Bizim için de riskti. Ne göreceğimizi bilmiyorum ki! ‘Cafe Müller’i izledim, Londra’dan çok önemli bir ekip geliyor, Paris’ten insanlar gelip izleyecek. Paris’te bulamamışlar, İstanbul’da izleyecekler. Ben de tüm oyunları festival izleyicisiyle birlikte izleyeceğim, heyecanlıyım.