Bir yazar yaşadıkları kadar mı vardır, yazdıkları kadar mı? Yaşadıkları yazdıklarını nasıl şekillendirir? Geçen hafta 88 yaşında hayatını kaybeden İsmail Kadare yaşamı ve yazdıklarıyla bu soruya cevap verenlerdendi. Yazdıklarıyla yaşadı, yaşadıkları onu yazar yaptı.
İsmail Kadare, 28 Ocak 1936’da Arnavutluk’un güneyindeki Gjirokaster kasabasında doğdu. Babası Halit Kadare memurdu; annesi Hatixhe Dobi, varlıklı bir aileden gelen bir ev hanımıydı. Enver Hoca yönetimi 1944’te ülkesi Arnavutluk’un kontrolünü ele geçirdiğinde, İsmail Kadare henüz 8 yaşındaydı. Ve ömrünün büyük bir bölümünü bu yönetim altında yazarak geçirdi.
Kadare uluslararası üne kavuşan ilk çağdaş Arnavut yazar olarak tarihe geçti. Arnavutluk’ta yazdı, casusluk yaptığından şüphelenildi, defalarca kez ceza aldı, eserleri yasaklandı. Bir dönem Arnavutluk Halk Meclisi’nde 12 yıl milletvekili olarak görev yaptı, rejimin Yazarlar Birliği üyesiydi. Ülkesini terk etti, Fransa’ya yerleşti. Neredeyse 50 yıllık kariyerine romanlar ve şiir, kısa öykü ve denemeler sığdırdı.
İsmail Kadare, 1950’lerde gençken Arnavutluk’ta şiir ve kurgu yayınlamaya başladı; 1970’lerin başında Fransızca çıktığında ‘Ölü Ordunun Generali’ romanıyla uluslararası olarak ün kazandı; ve onlarca yıldır Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanma şansı olan ilk Arnavut yazar olarak görüldü.
‘Politik yazar diye bir şey yoktur’
Tüm bunlara rağmen politik bir yazar olmadığını söylüyordu. Ona göre söz konusu edebiyat olduğunda politik yazar diye bir şey yoktu. Öyle ki “Yazılarımın antik Yunan tiyatrosundan daha politik olmadığını düşünüyorum” demişti. Ona göre bugüne kadar yazdığı her şey sadece edebiyatın yasalarına uydu, başka hiçbir şekilde yasalara boyun eğmedi.
Arnavut yazar hayatı boyunca yazdıkları nedeniyle sansüre uğradı. 1975’te siyasi şiiri ‘Kızıl Paşalar’, 1981’de tarihli ‘Rüyalar Sarayı’ adlı romanı birkaç saat içinde yasaklandı. Arnavutluk’un o dönemki yönetimi romanlarına sansür uyguladıysa da ünü dolayısıyla belirli ölçüde dokunulmazlığa sahipti Kadare. 1978’de ‘Kırık Nisan’1981’de ise eleştirel romanı ‘Rüyalar Sarayı’ yayımlandıktan sonra rejimle başı iyice derde girmeye başlayınca 1990’da Fransa’ya siyasi sığınmacı olarak yerleşti. 1999’da ise Arnavutluk’a geri döndü.
Yazar kariyerine 80’den fazla roman, oyun, senaryo, şiir, deneme ve öykü kitabı sığdırdı. Usta yazarın eserleri 45 dile çevrildi. Aralarında 2005 yılında Man Booker Uluslararası Ödülü, 2009 yılında Asturias Prensi Sanat Ödülü ve 2015 yılında Kudüs Ödülü’nün de bulunduğu çok sayıda uluslararası ödüle layık görüldü.
Ne yaşadı, ne yazdı?
İsmail Kadare’yle daha önce tanışıp okuduysanız ne âlâ. Ancak bir yazarın ölümü, kimi okurların kendisiyle tanışmasına ya da yazdıklarına tekrar geri dönmesine vesile olabilir. Bu sene kaybettiğimiz öykücülüğün usta ismi Füruzan ve Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından Paul Auster’ın vedaları bir yazarın öldükten sonra bile yaşadığını -hatta bazıları için ölümüyle ‘doğduğunu’- gösterdi. İsmail Kadare ne yaşadı, ne yazdı buyurun. Kendisine bir yazara edilebilecek en iyi şekilde veda edin.
Yazarın ilk romanı ‘Ölü Ordunun Generali’ 1963’te yayımlandı. Roman Fransızcaya çevrildiğinde ise uluslararası üne kavurdu. Avrupalı eleştirmenler bu kitabını bir başyapıt olarak yorumladı. Kadere bu romanı yazdığında sadece 26 yaşındaydı. Yazar Arnavutluk’un başkentindeki Tiran Üniversitesi’nde okuduktan sonra, Moskova’daki Gorki Dünya Edebiyatı Enstitüsü’ne lisansüstü eğitim için gitmişti. Bu romanı Moskova’da
‘Canavar’, İsmail Kadare’nin 1965’te yazdığı ikinci romanı. Ancak Kadere bu romanın yayımlanması için 25 yıl bekledi. ‘Canavar’ 1990 yılında Arnavutluk’ta, 1991’de Fransa’da yayımlanmış ve eleştirmenlerce, yazarın “en garip ve en özgün” yapıtı olarak
‘Bez Bebek’, Çağdaş Arnavut edebiyatının en büyük ismi kabul edilen İsmail Kadare’nin 1994’te kaybettiği annesine vefa borcunu ödediği romanı. Jaguar Kitap tarafından Şebnem Degni çevirisiyle Türkçeye çevrildi.