28. İstanbul Tiyatro Festivali programı açıklanmış ve biletler satışa çıkmışken geleneği bozmayalım diyerek ‘kişisel merakla dolu’ seçkimi hazırladım. Festival oyunlarında görüşmek üzere!

Tiyatro takipçileri için yılın en heyecanlı ve hareketli dönemi geldi çattı! Ekim başı tam manasıyla başlayacak olan yeni sezon ufaktan kendini gösterdi, yeni oyunların biletleri satışta. Birkaçı çoktan prömiyer yaptı bile. Bir yandan da 22 Ekim-19 Kasım aralığında şehri saracak olan İKSV’nin düzenlediği 28. İstanbul Tiyatro Festivali programı açıklandı, biletler satışa çıktı…

Her sezon başında olduğu gibi, bu sene de aynı tarihlerde bir ‘kişisel festival seçkisi’ yapmak şarttı. Bu sene, görevi Işıl Kasapoğlu’ndan devralan Mehmet Birkiye’nin küratörlüğünde hazırlanan programda yurt dışından beş, Türkiye’den 14 oyun var. İlk bakışta akla “Neden daha çok uluslararası yapım yok…” hayıflanması sızıyor olsa da zihinde; hem sayısı az da olsa konukların ve yerli programın (her ne kadar hepsini sezonda izleyebilecek olsak da) niteliği bu hayıflanmamın yerini festival heyecanına bırakıyor.

Programın yerli ayağının en güzel kısmı, gerçekten de bu senenin iddialı yerli-bağımsız işlerine alan açması olmuş. Ki bu ekipler ya da tek tek kişiler, zaten sıkı tiyatro takipçilerinin yeni ne yapsalar koşarak gidecekleri isimler. Ama Türkiye’de yapılan tiyatroya dair genel bir perspektif sunması beklenen ve 28 senedir yapılan uluslararası bir festivalde yer almaları, hakikaten isabetli.

Elimden geldiğinde çok oyun izlemeye çalışacak olsam da beni en çok heyecanlandıranları -yazmadıklarıma da merakla gideceğimi not düşerek- sıralamak isterim:

Hekabe, Hekabe Değil/Comédie-Française: Sadece Fransa’nın değil, dünyanın en köklü tiyatrolarından biri ilk kez Türkiye’ye geliyor. Üstelik Avignon Festivali artistik direktörü Tiago Rodrigues’in yönettiği bu işle. Truva Savaşı’nda her şeyini yitirmiş Hekabe ile günümüzün vahşi düzeninde sıkışıp kalmış, otizmli bir çocuk annesini sahnede kesiştiren, gerçekle kurguyu harmanlayan, merak ve heyecan uyandıran bir oyun… 2 ve 3 Kasım’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde. Bilet almak için tıklanıyınız. 


Macbeth/Sırbistan Ulusal Tiyatrosu: Duyar duymaz heyecanlanmamın kişisel sebebi, oyunun, her sene gitme planları yapıp başaramadığım Belgrad Uluslararası Tiyatro Festivali’nin de direktörü olan Nikita Milivojević’in ‘Macbeth’i olması esasen… Milivojević tiyatronun büyük klasik isimlerine getirdiği iddialı yorumlarla bilinen bir isim. Shakespeare yorumları da keza aynı şekilde. İstanbul’a gelen ‘Macbeth’i de Sırbistan Shakespeare Festivali için hazırlamış. Oyuna dair rastladığım yorumlar; eşsiz bir hayal gücünün ürünü, rüya gibi bir oyun olduğu yönünde. Milivojević’in ‘rüya’sını İstanbul’da göreceğiz, ne güzel… 12 ve 13 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda. Bilet almak için tıklayınız. 


III. Richard/Schaubühne Berlin: Yedi sene önceki programda, 2017’de, oyunu görünce çok heyecanlanmıştık. Ekip son anda, Türkiye’deki hukuksuz uygulamalardan ve kendi güvenliklerinden duydukları endişe sebebiyle gelmeme kararı almıştı. Büyük Alman yönetmen Thomas Ostermeier ve ekibinin o dönem dikkat çektiği haksız hukuki uygulama örneklerinin başında gelen Osman Kavala’nın tutukluluk hali ne yazık ki sürüyor. Ekipse bu sene karşımızda olacak. Böyle durumlarda sanatçıların ülkeyi değil, eşitlik ve adaletten yana olan, kendini dünya vatandaşı olarak hissedenleri ve dünyada olan biten spor, sanat, bilim gelişmelerini takip etmek isteyenleri de ‘cezalandırması’ çok anlamlandıramadığım bir durum. Neyse ki bu kez Alman tiyatrosunun yıldız ismi Lars Eidenger’ın her izleyeni çarpan performansını dünya gözüyle görebileceğiz. Heyecanlıyız. 18 ve 19 Kasım’da Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde. Bilet almak için tıklayınız.


Martı mıyım?/Tiyatro BeReZe: İlk duyduğumdan beri tabiri caizse avucumu kaşındıran bir proje. Elif Temuçin ve Erkan Uyanıksoy’un ‘oyuncaklı aklı’nı çok sevdiğimden; yapacakları işlere baştan kefil olabileceğimden… Sahne üstünde her birini sahnede de ekranda da senelerdir tatlı bir memnuniyetle izlediğim bir ekip olduğundan…: Sanem Öge, Nazlı Bulum, Erkan Uyanıksoy, Tolga İskit, Sezin Akbaşoğulları. Eh, bir de Çehov’un zaten türlü ‘oyuna’ açık olan ‘Martı’sının bu ekibin elinde neye dönüşeceğini merak ettiğim için… Sadece festivalin değil, sezonun da en merak ettiğim işlerinden. 4 ve 5 Kasım’da Alan Kadıköy’de. Bilet almak için tıklayınız. 


Yalnız/CAVEA: Çağdaş Türkçe edebiyatın en sevdiğim isimlerinden birinin, soluk soluğa okuduğum son romanı ‘Yalnız’ bittiğinde “Of, ne güzel oyun olur bu roman!” diye sayıklamıştım. ‘Treplev’ ile zihinleri tatlı tatlı çalıştıran -ne iyi ikili oldular- Başak Kıvılcım Ertanoğlu ile Ümit Erlim, bu kez işte Zeynep Kaçar’ın ‘Yalnız’ını ‘alt üst ediyor’. ‘Treplev’i (Martı’dan çıkardıkları işi) referans alırsak, sıradışı ve etkileyici bir iş çıkaracaklarına dair yüksek bir beklentim var. Pek çok manada sıra dışı bir kadın üzerinden yakın dönem Türkiye’sindeki gidişata dair güçlü bir anlatı, ‘Yalnız’. Bakalım Sıla Doğanay, Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ecem Kocatepe, Ceyda Özcan, Şevin Parlak ve Elif Uçar’lı ekipten nasıl bir iş izleyeceğiz. 13 ve 14 Kasım’da Üsküdar Tekel Sahnesi’nde. Bilet almak için tıklayınız. 


Haberci/Fiziksel Tiyatro Araştırmaları: 2011’de izlediğim ‘Ekmek Parası’ndan beri yönettiği her oyuna gözüm kapalı gideceğim Güray Dinçol’un dilden dile dolaşan son dönem şahaneleri ‘Şatonun Altında’ ve ‘Kalabalık Duası’ndan sonra “Acaba şimdi ne yapacak?” diye meraklandığım yeni işi. Üstelik kadroda Adem Mülazim, Çağdaş Ekin Şişman ve İbrahim Can Sayan adlı ayrı ayrı çok iyi üç sahne insanı var. Antik Yunan tragedyalarının isimlerini hiç bilemediğimiz ama hikâyede hep kritik yerleri olan ‘habercileri’ne dair bir oyun bu. Gerçi dedim ya, benim için fark etmez, “Güray Dinçol domatesli pilav tarifi yönetmiş” deseler, dahasını sormam, gider izlerim… 9 ve 10 Kasım’da Üsküdar Tekel Sahnesi’nde. Bilet almak için tıklayınız. 


Ölüyor mu Ne?/Studio Oyuncuları: Şahika Tekand’ın Antik Yunan tragedyalarını yaramaz bir çocuk merakı ama aynı zamanda olgun bir bilgelik ve keskin bir kadın bakışıyla ele alıp tasarlayışı her seferinde müthiş heyecanlandırır beni. Bu kez müzikal bir doku eşliğinde ‘her şeyin Tanrısı’ Zeus’un ölme ihtimalini taşıyormuş sahneye. Sarsılmaz iktidarın ve zulmün sarsıldığı noktada Olimpos Dağı ve eteklerinde neler olacak acaba? Tekand’ın iktidar, hırs, arzu, evlilik, adalet, savaş, emek kavramlarına bu kez nasıl baktığını ve sahneye nasıl bir tasarımla çıkardığını görmeyi merakla bekliyorum. Sahnede Arda Kurşunoğlu ve Nedim Zakuto olacakmış. (Şu aralar Netflix’te yayında olan ‘Kaos’ta da Zeus’un dünyanın sonunun geldiğini hissetmesi ve dengelerin sarsılma ihtimali üzerine bir kara komedi. Antik Yunan tragedyalarını futbol üzerinden anlatan Şahika Hoca’nın Charlie Covell’dan daha delice bir iş çıkardığına şimdiden şüphem yok!) 16 ve 17 Kasım’da Alan Kadıköy’de. Bilet almak için tıklayınız. 


Linçler ve Dudaklar/Dolkun Production: Halil Babür yeni metniyle bir kez daha Türkiye toplumunun genel gidişatına spesifik bir noktadan bakıyor ve orada derinleşiyor. Daha önce ‘He-Go’da da memleket ahvaline, değişen sosyolojimize dair kendi içinde özgün bir mizahı olan bir hikâye kurmuştu sahneye. Bu kez yazıp yönettiği oyunda pek çok manada ama en çok da linç kültürünün en büyük hâkim olduğu son model dünya düzeninde ‘kaybeden’ bir yazarın izini süreceğiz. Yazarın eski eşyalarla dolu evinde, onun ‘YouTuberlık’ maceralarını izlerken sahnede dijital ekranlar ve sinematografik bir dil olacak. Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, Onur Gürçay, İlyas Özçakır ve Ceren Köse’nin rol aldığı oyun 6 ve 7 Kasım’da Üsküdar Tekel Sahnesi’nde. Bilet almak için tıklayınız. 


Loop/H6 Act: Ebru Nihan Celkan, 2010 itibariyle hareketlenen yerli tiyatro yazınının üretken kalemlerinden. Oyunlarındaki ‘Umut’un (ve de umudun) izini sürmeyi kişisel olarak çok keyifli bulurum. En çok da her durumda umudun peşinde koştuğu ve günün, güncelin saatinden gözünü, aklını ayırmadığı için belki de… Bu kez, son dönemin çalışkan yönetmenlerinden Nagihan Gürkan’ın rejisiyle Berfu Öngören, Uğur Karabulut ve Bora Çınar’ın performanslarıyla, Ali’yle birlikte İstanbul’dan Berlin’e taşınan Umut’un içindeki ve dışındaki belirsizliklerle örülü yolculuğa eşlik etmeye çağırıyor bizi. Ben de bu ‘loop’a düşmeye gönüllüyüm… 23 ve 24 Ekim’de Alan Kadıköy’de. Bilet almak için tıklayınız. 


SAHNELERDE BUNLAR DA VAR

Leyla ile Mecnun Değil/Tiyatro Bal Porsuğu:

Bülent Emrah Parlak’ın yazdığı ve rol aldığı bu ilişki komedisinde kendisine Elit Andaç Çam eşlik ediyor. Boşanmalarına iki gün kala, çok sevdikleri, hatta nikah şahitleri olan İskender abilerini kaybeder ‘Leyla ile Mecnun olmayan’ çift… Cenaze merasimi ve ayrılık/boşanma süreci iç içe geçer böylece. Kadınla adamı, ilişkilerini sorgularken, didişirken ve gülüşürken izleriz. Sevginin içinde öfke, hüznün içinde gülümseme, hızın içinde durgunluk vardır… Mizah dozu yüksek ve enerjik bir oyun… 20 Eylül Cuma, 20.30’da Sahne Dragos’ta.


Aramızdaki Mesafe/Başıbozuk Tiyatro:

Yıllardır sahneye çıkmayan Bülent, kendisiyle aynı ismi taşıyan amcasının günlüğünü bulur ve amcasının 18 yaşında köyden çıkıp şehirde iki cemaat arasında kaldığını keşfeder. Tek kişilik ama çok sesli bir deneyim içeren oyun, genç bir oyuncunun öyküsü üzerinden Türkiye’nin tarikat meselelerine değecek. Dindar bir aileden çıkıp tiyatro ekiplerine giren gencin merak uyandıran öyküsü… Bülent Gültekin yazıp rol aldığı oyunu, Gülhan Kadim ile birlikte yönetiyor. Sezonun yeni işlerinden. 21 Eylül Cumartesi, 20.30’da Sahne Kadir Has’ta.


Kardeşlerimi Arıyorum/Taksim Ara Sahne:

Geçen sezonun sonlarında karşımıza çıkan oyunu izlemediyseniz bu sene listenize alın muhakkak. İsveçli yazar Jonas Hassen Khemiri’nin ‘Batı Avrupa’da Ortadoğulu göçmen olmak’ hissini iliklerinize kadar hissettiren metni, zekice bir ironiyle bezeli. Barış Gönenen’in dinamik rejisi ve başta Uğur Uzunel olmak üzere etkili performanslarıyla geçen senenin en iyilerindendi. 23 Eylül Pazartesi, 20.30’da Taksim Ara Sahne’de.