Amerikalı yazar Richard Ford, 15 yaşındaki bir gencin tek başına hayatta kalma mücadelesini anlattığı 'Kanada'yla yazarlık kariyerinin belki de en iyi romanıyla selamlıyor okuyucuyu.

İki yıllık aranın ardından Türkçede yeniden okuma fırsatı bulduğumuz Amerikalı yazar Richard Ford, ‘Kanada’ romanında hiç beklemediği bir anda yapayalnız kalan 15 yaşındaki bir gencin ayakta kalma mücadelesini anlatıyor. Bu aynı zamanda sınırları aşmakla, hatırlamakla, anlam arayışıyla, aile bağlarıyla, ahlak ve moral değerlerle ilgili bir hikaye….

1944’te Mississippi doğumlu Richard Ford, Michigan State Üniversitesi İngilizce bölümünü bitirdi ve bir süreliğine lise öğretmeni olarak çalıştı. Edebiyata, aslında yazmaya olan ilgisini farkettiğinde Kaliforniya Üniversitesi’nin yaratıcı yazarlık programına katıldı – programı tamamlamasının ardından yazma faaliyetine başlayacaktı.

İlk romanı ‘A Piece of My Heart’ı 1976’da, ikinci romanı ‘The Ultimate Good Luck’ı ise 1981’de yayımladı. Ne var ki okuyucu ve edebiyat çevrelerinin fazla ilgi göstermediği bu iki roman Richard Ford’u hayal kırıklığına uğratmıştı.

Kurmaca yazarlığına ara verdi ve New York’ta çıkan Inside Sports dergisinde spor yazarı oldu. Ancak kısa sürede edebiyata geri döndü ve iş hayatından esinlenerek kaleme aldığı ‘Sportswriter’ isimli romanını tamamladı. 1986’da Time dergisi tarafından yılın en iyi beş romanı arasında gösterilen ‘Sportswriter’ Ford’a edebiyat dünyasında görünürlük kazandırmıştı. 1987’de yayımlanan öykü derlemesi ‘Rock Springs’ de övgü dolu eleştiriler topladı. Adı Ernest Hemingway, Raymond Carver, Tobias Wolff gibi yazarlarla birlikte anılmaya başlanmıştı. Sonraki her yapıtı ile kariyer basamaklarını birer birer çıkan Richard Ford, ‘Independence Day’ ile 1996 yılında hem PEN/Faulkner hem de Pulitzer ödüllerini kazandı. Son romanı ‘Be Mine’ı 2023’te yayımladığında 80 yaşındaydı. Halen New Orleans’ta yaşıyor ve yazmayı sürdürüyor.

Hayatın değiştiği an

2012 yılında yayımlanan ‘Kanada’, 2013 yılında Amerikan Kütüphane Derneği’nin Andrew Carnegie adına verdiği Mükemmel Kurgu ödülünü kazanmıştı. Kurgusu iyi ama bu romanın asıl gücü anlatıcının olayların şiddetini sönümlendiren dingin sesinde. Daha ilk cümlesinde okuyucuyu yakalayan bir ses:

“Önce anne babamın yaptığı soygunu anlatacağım. Ardından da, sonra işlenen cinayetleri. Asıl önemli kısım soygun, çünkü kız kardeşimle benim hayatımızın seyrini belirleyen bu oldu. Önce bu olay anlatılmazsa, hiçbir taş yerli yerine oturmayacak.”

Duyduğumuz bu ses 66 yaşındaki Dell Parsons’a ait. Aradan geçen 50 yıldan sonra başından geçenleri anlatmaya, anlatmaktan ziyade hatırlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor – her ne kadar bunun mümkün olmadığını bilse bile.

Yıl 1960. Yer Montana’ya bağlı Great Falls şehri. Parsons ailesi -baba Bev, anne Neeva, ikiz çocukları 15 yaşındaki Dell ve kız kardeşi Berner, bir süredir burada ikamet ediyorlar. Alabamalı Bev, ABD hava kuvvetlerinden emekli bir pilot yüzbaşı. Kaba saba ama çekici bir adam. Yahudi kökenli Neeva, entelektüel ilgileri olan, ailenin geçimine öğretmenlik yaparak katkıda bulunan gösterişsiz bir kadın. Birlikte olmaktan mutsuz değillerse bile hoşnutsuzlar. Aslında tipik -normal- bir Amerikan ailesi.

Ailenin başını derde sokan Bev’in emekliliğinden sonraki başarısız ticari faaliyetleri. En nihayetinde yerel bir Kızılderili çetesiyle birlikte karıştığı kaçak et ticareti her şeyin sonunu getirecektir. Borçlarından kurtulmak için bir banka soymaya karar verir Bev. Neeva da soyguna -araba sürücülüğünü üstlenerek- katılır. Ne yazık ki işler yolunda gitmez ve karı koca evleri basılarak, çocuklarının önlerinde tutuklanırlar. Bu tutuklanma anı onlar kadar çocuklar için de bir dönüm noktasıdır. Dell için “şüphesiz ki hayat sonsuza dek değişmiştir”, hele ki kız kardeşi de onu terk ederek kendi yoluna gitme kararı aldığında…

İkinci Bölüm’de sanki yeni bir romana başlıyoruz; sosyal kuruma düşmemesi için annesinin arkadaşı Mildred tarafından sınırın öte tarafına, Kanada’ya götürülen Dell, ıssız Fort Royal kasabasındaki köhne otelin sahibine emanet edilir. Henüz 15 yaşındaki hayat acemisi Dell için bundan sonrası tam bir ayakta kalma mücadelesidir…

İnsanlığın acınası halleri

Richard Ford’un 1990 yılında yayımlanan ‘Vahşi Hayat’ romanı 2022 yılında Türkçeye çevrilmişti. Hikaye zamanı yine 1960, mekanı yine Montana’nın Great Falls kenti, anlatıcı yine 15 yaşında bir gençti. Tematik benzerliklerden de söz edilebilir. Ancak hikayeler tümüyle farklı. 2012 yılında yayımlanan ‘Kanada’da hem farklı bir hikaye anlatmış Ford, hem de hikayesini daha iyi anlatmış.

Hakkında kaleme alınan inceleme ve eleştiri yazılarında olumlu eleştiriler aldığını görüyoruz. Ünlü İrlandalı yazar John Banville’in değerlendirmesiyle ‘Kanada’, “zengin bir şekilde hayal edilmiş ve güzel bir şekilde kurgulanmış, son derece iyi bir kitap. Bunu yapmak için henüz çok erken olmasına rağmen, onu bir başyapıt olarak kabul etmek gerekir. Amerikan yaşamının kalbindeki taşra yalnızlığını dokunaklı bir şekilde yakalıyor. Anlatı ölçülü ilerlemesini sağladıkça, üzüntü sürekli olarak birikir, göz kapaklarının altına giren ağırlıksız bir toz zerresi. Kitabın sonundaki Dell ve Berner arasındaki son karşılaşma, modern edebiyatın en şefkatle çizilmiş sahnelerinden biridir ve yalnızca Richard Ford gibi empati, içgörü ve teknik ustalık sahibi biri tarafından yazılmış olabilir.”

Banville’in değerlendirmesini biraz abartılı bulsam da ‘Kanada’nın iyi bir roman olduğunu söyleyebilirim. Ford’un insan kırılganlığını ve acınası kılıklarını yakalama konusundaki ustalığı, dilin sakinliği, sadeliği ve güzelliği, mekanı kullanışı, kurgu tekniği ve özellikle yarattığı karakterler gerçekten övgüye değer.

Romandaki bütün karakterler “büyük ve belirsiz bir çekiminin gücüyle sürüklenen ama hala normal olmaya çalışan, hayatlarının zorluklarını çözmek için çaresiz yöntemlere yönelen, tamamen sıradan insanlardır” – geçmişten kaçan, ellerinden gelse geriye dönüp bakmayan ve her zaman bir kenarda kalan insanlar…

‘Kanada’nın olay örgüsü işte bu insanların yaşamını geri dönülmez bir şekilde değiştiren eylemlere dayanıyor. İlk paragraftan da anlaşılacağı üzere, hikayeyi geçmişi anlamlandırmaya çalışan bir karakterin bakış açısından izliyoruz. Kalıcı olarak zarar görmüş bir ruhun sesiyle konuşan Dell Parsons, kendisini sıradan hayatından uzaklaştıran ve onu belirsiz bir geleceğe sürükleyen olayları naklederken şaşkınlığını gizlemiyor. Resmin yavaş yavaş tamamlanması, anlatıcının olayları bir araya getirirken emin olma ihtiyacını yansıtıyor.

Her ne kadar tek bir anlatıcıdan söz etsek bile, olay zamanı ile anlatım zamanı arasındaki 50 yıllık mesafe bir ses farklılığına dönüşüyor. Bu anlatım tekniği bilinçli bir tercih. “Yetişkin ve çocukluk sesini iki seslendirme kullanmak için birleştirmeye çalıştım” demiş Richard Ford; “15 yaşında bir erkek ve 65 yaşında bir erkek. Önemli olan, geçmişiyle nasıl hesaplaştığını, hatta telafi edemediği kısımları bile göstermektir. ”

Mekan, dil ve karakter arasındaki ilişkileri ustalıkla yönetmesi Richard Ford romanlarının karakteristiği olarak gösteriliyor. ‘Kanada’da da karakter ve mekan etkileşimini bulmak mümkün ama birey ve çevre arasındaki etkileşim daha baskın. İlk bölümde romanın temel çatışması aile ile toplum, ikinci bölümde karakterler ile mekan arasında. Ama her durumda asıl mesele karakterlerin düştükleri duruma verdikleri tepkilerdir.

‘Kırmızı Pazartesi’nin tekniğini kullanıyor

Arka planda 60’lı yılların siyasi meselelerine, teknolojik gelişmelere göndermeler yapılmakla birlikte anlatı dönüp dolaşıp böyle bir toplumda ve coğrafyada yaşayan karakterlere odaklanır. Uzun uzun anlatılan soygunun bile rolü ikincildir. Ford’un ilgisi, kardeşler üzerinde yıkıcı etkilere yol açan soyguna, sonrasındaki olaylara, cinayetlere yönelik değil. Bunları basit bir gerilimin aracına dönüştürmemiş. Bunun yerine Gabriel García Márquez’in ‘Kırmızı Pazartesi’ romanındaki tekniği kullanıyor; ilk bölümde soygunun, ikinci bölümde cinayetlerin gerçekleşeceğini biliyoruz. ”Ama ne zaman? Ve nasıl? Ve sonra ne olacak? Bu yüzden katılıyoruz, gözlemliyoruz, kaçınılmaz olana hazırlanıyoruz”.

Ford’un çıkış noktası suçların ve olayların Dell’in hayatını, tercihlerini, kişiliğini nasıl şekillendirdiğidir ki bu tercih onun ahlaki vizyonu gereğidir. ‘Ahlaki vizyon’ derken kast ettiği -kelimenin çağrıştırdığından- daha sade, mütevazi bir şey; romanın önemli eylemlerimizin sonuçlarını canlı ve karşı konulmaz bir şekilde ortaya koyması. “Yapmak istediğim şey” diyor Ford; “Walter Benjamin’in ‘idea of instruction’ fikri gibi bir şeye ulaşmak, varoluş mücadelesini aydınlatmak.”

‘Kanada’da bir gencin varoluş mücadelesini karakterleri, doğası ve olayları ile unutulmaz bir hikayeye yediren Richard Ford, kariyerinin belki de en iyi romanıyla selamlıyor okuyucuları.