Türkiye’de ‘Kara İzlanda’ serisinin ilk romanı olan ‘Kar Körlüğü’ ile tanıdığımız İzlandalı yazar Ragnar Jonasson, bu kez ‘Saklı İzlanda’ serisinin ilk romanı ile karşımızda. ‘Karanlık’ emekliliğin arifesindeki Dedektif Hulda Hermannsdottir’in kah Reykjavik sokaklarında kah İzlanda kırsalının buzlu topraklarında sürdürdüğü son soruşturmayı anlatıyor. ‘Karanlık’ yarattığı atmosfer ve şaşırtıcı sonuyla heyecan verici bir İskandinav kara roman örneği.
1976 yılında İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te doğan Jonasson’un polisiye tutkusu, çocukluğunda okuduğu Agatha Christie romanlarıyla başlamış. Edebiyat dünyasına 17 yaşındayken Agatha Christie romanlarını İzlandaca’ya çevirerek adım atan Jonasson’un toplam 14 Christie çevirisi var.
Sonra hukuk eğitimi almış, bir süre televizyon ve radyo kanallarında çalışmış, muhabirlik yapmış. İlk romanını 2009 yılında yayımlayan Jonasson, 2010 yılında ‘Kara İzlanda’ serisinin ilk romanı olan ‘Kar Körlüğü’ ile adını duyurmuş. Toplam beş maceralık ‘Kara İzlanda’ ve peşi sıra yazdığı -şimdilik üç romanlık- ‘Hulda’ serileri sayesinde, bugün dünyaca tanınan, milyonlarla ifade edilen satış rakamlarına ulaşan ve elbette çok sayıda prestijli ödül sahibi bir yazar – Iceland Noir adındaki Reykjavik Uluslararası Polisiye Edebiyat Festivali’nin de kurucusu. Yazar ve avukat olmasının yanı sıra Reykjavik Üniversitesi’nde Telif Hakkı Hukuku dersleri de veriyor.
‘Karanlık’ en iyi 100 suç romanı listesinde
‘Saklı İzlanda’ serisi üç romandan oluşuyor; ‘Dimma / Karanlık’ (2015), ‘Drungi / Ada’ (2016) ve ‘Mistur / Sis’” (2017). ‘Karanlık’ bu üç bölümlük dizinin ilki olmasına rağmen aynı zamanda dizinin finali. Yani Ragnar Jonasson, sondan başa doğru bir akışla yazmış ‘Saklı İzlanda’yı. Merak uyandırmayı ve merakı sürekli tutmayı hedefleyen polisiyelerde böyle bir seçim –hatta meydan okuma- sık rastlanılan bir durum değil. Ancak Jonasson’un ilk romandaki başarısı serinin diğer iki romanı için lokomotif olmuş. Öyle ki The Times ‘Karanlık’ı 1945 yılından bu yana yazılan en iyi 100 suç romanı listesine dahil etmiş.
Dizinin kahramanı Hulda Hermannsdóttir, 65’ine girmek üzere ama formunu hala koruyan bir kadın. Vücut hatları düzgün, kısa saçları, aralardaki birkaç beyaz tel dışında hâlâ doğal koyu renginde. Ancak Hulda zamanın yıkıcı etkisini aynaya baktığında fark ediyor; yer yer göze çarpan kırışıklıklar, göz altlarındaki torbalar, sarkmış cilt… Kocasını ve kızını kaybettikten sonra da düştüğü yalnızlıkla baş etmekte zorlanıyor ama şimdilerde onu en çok düşündüren konu emeklilik zamanının gelmiş olması. Hatta şefi masasını biran önce boşaltmasını istiyor. Hulda, kırgın ve üzgün – tek tesellisi kalan iki hafta için istediği bir dosyayı seçmesine izin verilmesi.
Hulda, cesedi deniz kenarında bulunan ve intihar ettiği varsayılan genç bir Rus mültecinin –Elena’nın- ölümüyle ilgili dosyayı seçecektir.
Şaşırtıcı bir final
Deneyimli bir detektif olarak Hulda, daha ilk adımda soruşturmanın eksik yürütüldüğünü ya da apaçık savsaklandığını, kadının muhtemelen cinayete kurban gittiğini fark eder. Elena’nın sığınma dilekçesine olumlu yanıt verileceği anlaşılmışken kaldığı sığınmacı evinden kimseye haber vermeden ayrılması ve intihar etmesi mantıklı değildir. Öte yandan kadının fuhuşa karıştığını dair söylentiler de vardır ama polisin fuhuş şebekesine yönelik hiçbir hamlesi olmamıştır. Hulda’nın hamlesi ise ters tepmiş, işler karışmış, şefi dosyayı kapatıp emekliye ayrılması için verdiği süreyi bir güne indirmiştir. Bir, belki de iki cinayet vakasını kovaladığına inanan Hulda’nın pes etmeye niyeti yoktur.
Romanın gövdesini oluşturan özetlediğim bu hikayenin yanı sıra okuyucuya geri dönüşlerle aktarılan iki paralel hikayecik daha var. İlkinde evlilik dışı dünyaya getirdiği küçük kızını sosyal kuruma teslim etmek zorunda kalan bir annenin iç hesaplaşmasını, ikincisinde İzlanda fiyortlarında tehlikeli bir vadiye seyahate çıkan genç bir kadının tedirginliğini izliyoruz. Ve bu üç hikaye ‘Karanlık’ın dramatik, çarpıcı ve şaşırtıcı final sahnesinde kesişiyorlar.
“…o kadar şaşırtıcı bir son ki türün temel kurallarını ihlal ediyor gibi görünüyor. Bunu, geriye dönüp bakıldığında üçlemenin kendisinin bir özeti haline gelen bir dipnot takip ediyor. Jónasson’un ters kurgusu son derece etkili, gelecek ürkütücü bir şekilde geçmişin habercisi”…
Bir İzlanda polisiyesi
Okuma keyfinizi bozmamak için bu konuda daha fazla yorum yapmak istemem ama serinin diğer romanları için bende de fazlasıyla merak uyandırdığını söyleyebilirim. Aslında Türkçeye çevrilen ilk romanı ‘Kar Körlüğü’nü okuduğumda Ragnar Jonasson’un daha iyilerini yazacağını düşünmüştüm. Umarım dünyada büyük ilgi gören diğer romanlarını da okuma fırsatı buluruz.
İskandinav ‘kara’ları polisiye türün 21.yüzyılına şimdiden damgasını vurdu demek herhalde abartılı olmayacaktır. Her ne kadar son yıllarda ABD piyasasının etkisiyle karakteristik özelliklerinden biraz taviz verseler bile, açıkçası İskandinav tarzını sevenlerdenim. Üstelik –İsveç ve Norveç yazarlarından farklı bir yol izleyen- İzlandalı yazarlar sözünü ettiğim karakteristiklere hala bağlılar. Mesela, kitabın hacmini arttırmaktan başka bir işlevi olmayan dolgu/yığma anlatılara, gereksiz ayrıntılara, Amerikan ‘bestseller’larından esinlenmiş ithal seri katillere yüz vermiyorlar. ‘Karanlık’ta hemen farkedeceğiniz gibi, hikayedeki her kişi, olay ve ayrıntının bütüne katkıda bulunan bir işlevi var. Bu da sıkı bir olay örgüsünü gerektiriyor.
Detektif Hulda’nın ifadesiyle “İzlanda yılda sadece iki cinayet –hatta bazen tek bir cinayet bile işlenmiyordu– dünyanın en güvenli ülkelerinden biri olmasına rağmen” polisiye edebiyatın ya da sinemanın yükselişi dikkate değer. 1990’lı yılların sonunda Arnaldur Indridason, Yrsa Sigurdardottir ve Viktor Arnar Ingolfsson gibi yazarların başını çektiği bu dalga genç kuşakları elbette etkileyecekti. Ragnar Jónasson, işte bu genç kuşağın yıldızlarından.
Jonasson, başta Agatha Christie olmak üzere polisiyenin ‘Altın Çağı’nın ustalarından da etkilendiğini söylüyor bir söyleşisinde. İzlanda’nın muhteşem manzarasını, vahşi doğası ve toplumsal hayatıyla birlikte yansıtan ‘Kar Körlüğü’ ve ‘Karanlık’ta İskandinav tarzıyla Altın Çağ polisiyelerini birleştirmiş. Ancak ‘Kar Körlüğü’nde klasiklerin bulmacamsı tarzı, ‘Karanlık’ta İzlandalılık ağır basıyor.
Serinin ana karakteri Detektif Hulda’yı bir kenara bıraktığımızda, ‘Karanlık’ın en önemli kahramanı -doğası, insanları, gündelik yaşantısı ve sorunlarıyla- İzlanda. Ragnar Jonasson, gerilim yaratmak için ülkesinin klostrofobik atmosferinden ve ürkütücü coğrafyasından yararlanmayı başarıyor. Bunun yanı sıra İzlanda’nın ekonomik ve toplumsal sorunlarını da hikayenin geri planına serpiştirmiş. Mesela Hulda’nın hayatındaki altüst oluşu, İzlanda’nın büyük banka kriziyle ilişkilendirilmesi gibi. Yaşlılık, emeklilik, kadınların uğradığı ayrımcılık, pedofili, ensest, mülteci sorunu gibi pek çok mesele de romanın arka planında varlıklarını belli ediyorlar.
‘Odak noktam hikayeler ve karakterler’
Bir söyleşinde “Odak noktam her zaman polisin prosedürlerinden çok hikayeye ve karakterlere odaklanıyor. Suç kurguları okuduğumda, ilgilendiğim karakterlerin gelişimi, etkileşim biçimleri ve olay örgüsünün özüdür” demişti Jonasson.
Okuduğum her iki romanda da böyle bir fikriyatın yansıması vardı. Başta detektif olmak üzere farklı karakterlerden oluşan sağlam bir kadroyu bir araya getirmesi, her bir karakterin hakkını vermesi, inandırıcı ve sevimli ya da nefret edilesi karakterler yaratma becerisi, katili sonuna kadar gizlemesi övgüye değer.
‘Karanlık’taki insanların acılarını, arzularını, sıkışmışlıklarını, korkularını, meşguliyetlerini ve nevrozlarını yakalıyor ve bu özellikleri suç eyleminin bir parçası haline getiriyor. Eylemden kastım Hollywood tarzı aksiyon sahneleri değil; üslubun sadeliğiyle –ve hayatın kendisiyle- örtüşen eylemler bunlar. Buna karşılık muamması karışık ve heyecan dozu yüksek.
Zamanın ve bakış açılarının ustalıkla değişimiyle, zarif doğa tasvirleriyle, çekici karakterleri, mekanları ve atmosferleriyle Jonasson polisiyeleri okuyucularının tüm taleplerini karşılayan romanlar.