Demir yumruk Kate Winslet
THE REGIME
Orta Avrupa’da bulunan hayali bir ülke (daha çok bir Doğu Avrupa ülkesi izlenimi yaratıyor) Şansölye Elena Vernham (Kate Winslet) tarafından sözde bir demokrasinin ardında mutlak bir otokrasi rejimi ile yönetilmektedir. Yedi sene önce iktidara geçtiğini öğrendiğimiz Elena, ülkeyi her ne kadar demir yumrukla yönetse de aslında kendisi de çok kırılgan bir durumdadır. Kendi gibi bir siyasetçi olan babası akciğer yetmezliğinden ölmüştür ve Elena bunun genetik bir hastalık olduğuna dolayısı ile kendisinin de babası gibi öleceğine inanmaktadır.
Ölüm korkusu Şansölyeyi tamamen paranoya içine sokmuştur. Fransız kocası ve küçük oğlu ile birlikte içinde yaşadığı dev sarayın küfle kaplı olduğuna inanmakta, bu küf yüzünden akciğerlerinin işlevini yitireceğini düşünmektedir. Bu korkuyla bütün sarayı tadilata sokmuş her yeri yeniletmektedir fakat Elena’ya bu da yetmez. Taşradaki Kobalt madenlerindeki isyanı kanlı bir şekilde bastıran acımasız bir askeri, Herbert Zubak’ı saraya getirir ve saraydaki nemi ölçmekten sorumlu kişi yapar.
Bu sırada sarayda Elena’nın bu paranoyasından faydalananlar da bulunmaktadır. Şarlatan bir doktor ve işbirliği yaptığı politikacı Şansölyenin sağlık konusundaki zaafını kullanarak üzerinde hegemonya kurmaya çalışırlar ama Şansölyeyi bir suikast girişiminden de kurtardıktan sonra Elena’nın en güvendiği kişi haline gelen Zubak onları saraydan kovdurur ve Şansölyenin sağ kolu, tek dinlediği kişi haline gelir.
Siyasi bir hiciv olan dizi sadece otokratik rejimlere değil Amerika’nın sömürgeci tavırlarına da ağır eleştiri getiriyor fakat bütün bunları tam dozunda bir mizah tonu kullanarak yapıyor. Daha önce rol aldığı ‘Mildred Pierce’ ve ‘The Mare of Easttown’ dizileri ile büyük beğeni toplayan Kate Winslet,
Şansölye Elena Vernham rolüyle de yine parıl parıl parlıyor. Fırından yeni çıkan dumanı üzerinde Mini diziyi sadece Blutv’de izleyebilirsiniz.
Karşınızda son Havabükücü
AVATAR: SON HAVABÜKÜCÜ / Avatar The Last Airbender
Alternatif, hayali bir evrende insanlık dört elementi kullanan, hava, su, toprak ve ateş ulusları olarak dörde bölünmüştür. Bu ulusların bazı üyeleri “bükücülük” diye bilinen bir doğa üstü yeteneğe sahiptir. Zihinlerini kullanarak telepati ile ait oldukları ulusun elementini kontrol edebilirler. Dünyada, bir de dört elementi birden kullanabilen Avatar yaşar. Avatar dört elemente de hakim olarak dünya uluslarının huzur ve denge içinde yaşamasını sağlamaktadır. Avatar olarak bilinen kişi sürekli farklı bedenlerde reenkarne olsa da esasen hep aynı ruhtur ve dengeyi koruyabilmek için sırayla bütün uluslara doğmaktadır.
Hikayemizin başladığı noktada da Avatar hava elementinin ulusunda doğmuş Aang adında küçük bir erkek çocuktur. Ne yazık ki Ateş Ulusu, Aang henüz eğitimini tamamlamamış 12 yaşında bir çocukken dünyanın diğer uluslarına karşı bir savaş açar.
İlk başta da Aang’ın ulusu olan Hava Ulusunu saldırılar. Saldırı sırasında Aang uçan bizonuyla bir fırtınaya yakalanıp bir buzul kitlesinin içinde sıkılıp donar. Tam yüz yıl boyunca bu buzulun içinde kalan Aang, buzuldan kurtulduğunda tüm halkının Ateş Ulusu tarafından öldürüldüğünü ve dünyadaki tek hava bükücüsünün kendisi kaldığını öğrenir. Savaşçı Ateş Ulusu, kendilerini üstün ırk, ateşi de üstün element olarak ilan etmiş ve tüm dünyaya savaş açmıştır. Savaş yüz yıldır devam etmektedir, dünya ulusları, yorgun, umutsuz ve acı içindedir.
İnsanlığa karşı görevini yerine getiremediğini gören küçük Avatar geç de olsa bir şeyler yapmak için yola çıkar. Dünyaya tekrar huzur ve denge getirmek için çıktığı bu yolculukta kendisine Su Ulusundan gelen Katara ve Sokka isminde iki kardeş eşlik edecektir.
Avatar çoğu kişinin zannettiğinin aksine bir kitap serisine ya da çizgi romana dayanmıyor. Dizinin çizgi filmi ilk olarak Michale DeMartino ve Bryan Konietzko tarafından Nickelodeon için hazırlandı ve 2005 yılında yayımlanması ile birlikte müthiş bir başarı kazandı. DeMartino ve Konietzko, Avatar’a ait bir evren yaratmak istediler ve aslında bir çocuk kanalında yayımlanacak bir çizgi film için fazla iddialı bir konu seçtiler. Son Havabükücü’nün animasyonu esasen “soykırım” gibi çok ciddi ve o yaştaki çocuklara ağır gelebilecek bir konuyu ele alıyor fakat çizgi dizi bu konuyu dostluk, dayanışma, cesaret ve umut gibi kavramları öne çıkartarak dengeliyordu.
Avatar’ın müthiş ticari başarısının ardından animasyonun, çok da başarılı olmayan bir sinema filmi de çekildi ve nihayet Netflix animasyonu bir dizi olarak gerçek oyuncularla çekip hayata geçirdi. Dizinin kastı kesinlikle orijinal dizinin taşıdığı Uzak Doğu havasını sürdürecek çeşitlilikle seçilmiş. Yaratıcıları Avatar’ın animasyonu için kendisine ait bir evren oluştururken hem felsefe, hem kültür hem de dövüş sanatları açısından Uzak Doğu’ya benzer bir atmosfer yaratmışlardı, Netflix’in dizisi de bu atmosfere sadık kalıyor.
Son derece genç bir kastı olan dizinin oyunculuklarının çok güçlü olduğunu söylemek mümkün değil fakat Avatar oyunculukta kaybettiğini hikayede kazanıyor ve kısa bir süre sonra gençlerin acemiliklerine takılmak yerine kendinizi Avatar evrenindeki heyecan, aksiyon ve entrika dolu olaylara kaptırmış buluyorsunuz. Irkçılık karşıtı söylemleri, barış, eşitlik, özgürlük ve demokrasi gibi kavramları masalsı bir öykü ile genç izleyici kitlesine aktarıyor oluşuyla da ön plana çıkan diziyi oldukça uzun olmasına rağmen ben tek oturuşta izleyip bitirdim. Çoğu seyirci de benim gibi yapmış olmalı ki Netflix, dizinin ikinci ve üçüncü sezonları için hemen yeşil ışık yaktı.
The Walking Dead’in her şeyi Rick Grimes geri döndü
THE ONES WHO LIVE
2010 yılının ekim ayında, daha sonra dünyayı kasıp kavuracak bir dizinin ilk bölümü ekranlara geldi. Bir zombi kıyametini anlatan korku, gerilim, aksiyon dizisinin takip eden yıllarda 11 sezonu çekilecek, orijinal diziden tam altı yan dizi (spin-off) çıkacaktı.
Geçen sene dizinin en çok ön plana çıkan karakterleri Daryl Dixon ve Maggie ile Negan’ın kendi yan dizileri çekildi ve zombi bağımlısı fanatik ‘Walking Dead’ izleyicisi tarafından büyük bir beğeni ile karşılandı şimdiyse sıra krala, Rick Grimes’a geldi.
‘Walking Dead’ yıllar önce ilk başladığında Georgialı şerif yardımcısı Rick Grives’ın bir silahlı çatışma sırasında girdiği komadan çıktığında kendisini zombi istilasına uğramış bir dünyada bulmasını ve ailesini arayışını izledik. Aradan geçen on dört yılda Rick’in ve ailesinin başına gelmeyen kalmadı.
Karısı öldü, Rick kendisine yeni bir aile kurdu tam sonunda mutlu oldu derken kahraman şerif yardımcısı ailesini ve arkadaşlarını kurtarmak için zombilerin üzerinden geçmekte olduğu bir köprüyü havaya uçurdu ve doğal olarak herkes onun da bu patlamada öldüğünü zannetti. Oysa Rick’i CRM adı verilen, bir çeşit ordu türevi olan organizasyon kaçırmıştı ve tam beş yıldır onu Philadelphia’da kurdukları “güvenli şehirde” zorla tutmaktaydılar. Güvenli Şehirde hayatta kalmış yüzbinlerce insan huzur içinde yaşamaktaydı fakat bu huzurun bir bedeli vardı, şehir bir sır olarak saklanmakta, içeri girenin dışarı çıkmasına asla izin verilmemekteydi. Karısı Michonne’a dönebilmek için her şeyi göze alan Rick ise hiç durmadan buradan kaçabilmek için uğraşmaktaydı.
Dizinin başlamasının üzerinden on dört yıl geçti, ‘The Walking Dead’ evrenindeki zombiler bile çürümeye başladılar artık eskisi gibi güçlü değiller neredeyse tek fiskeyle ölecek hale geldiler ama zombi endüstrisi ‘Walking Dead’ evrenini rahat bırakmıyor. Nitekim ‘Walking Dead’ izleyicisinin de hikayelerin bitmesini istediği falan yok, yeni yan dizi ‘The Ones Who Live’in IMDb puanının 9 olduğunu söylersem belki ne demeye çalıştığım daha net anlaşılır. Seyircide bu heves devam ettikçe daha çok zombi yan dizisi izleriz. ‘The Ones Who Live’ dizisinin her hafta yayımlanacak yeni bölümlerini TV+’ta izleyebilirsiniz.