Fırsat buldukça elinde gitarla şarkı söyleyen Hürcan Gürses, evlerine gelen herkesi nezaketle ağırlamak için ellerinden geldiğince çabalayan Salih Gevenci ve ablası ile eniştesini trafik kazasında yitirdikten sonra yeğenlerine hem analık hem de babalık yapan Faruk Ersan, iki ay önce uğradığı silahlı saldırıya rağmen silahın çözüm olmadığını savunan Serdar Alten ve Latif Can, Efrahim Ezgin, Osman Nuri Uzunlar. Onlar 8 Ekim 1978’de Ankara’da vahşice öldürelen yedi TİP’li genç. Hani tarihe Bahçelievler Katliamı olarak geçen, Türkiye’nin yakın tarihindeki karanlık sayfalarından birinin mağdurları…
Peki katilleri kim? Haluk Kırcı. 2010’da verdiği bir söyleşide açık açık da itiraf ediyor zaten, “Gençtik bizi kullandılar” diyor. Kim kullanmış Kırcı’yı, kontgerilla mı? “O kadar basit değil” diyerek daha büyük bir güçten bahsediyor. Yedi kez idama mahkum edilen Haluk Kırcı’nın cezası infaz edilmedi neden mi? Onu da kendisi anlatıyor aynı söyleşinin devamında: “İdam kararım çıkmıştı. Asılmayı bekliyordum… Ancak Abdullah Çatlı, ASALA operasyonları gündeme gelince, Kenan Evren’e bazı şartlar koşmuş. Bir şartı da idamımın durdurulmasıymış.”
Gerçek olaydan esinlenilmiş ama hangi olay!
Dün gösterime giren Burak Çevik’in yönettiği ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ filmi işte bu katliamın yaşandığı geceyi anlatıyor. Adana Altın Koza Film Festivali’nde ilk gösterimi yapıldığında yazmıştım, filmin başında “Gerçek olaylardan esinlenmiştir” ibaresi var ama hangi gerçek olay, onu anlamak için filmin son jeneriğine çok dikkatle bakmak gerekiyor. Yani film, anlattığı vahim olayın adını anmaya bile pek yeltenmiyor. Lakin bu olayı bilenler için anlatılanın Bahçelievler Katliamı olduğu da gayet açık. Ki yönetmen T24’e verdiği söyleşide bu olayın Bahçelievler Katliamı olduğunu kabul ediyor zaten.
Çevik, bir grup solcu gencin dergi toplantısı için bir araya geldikleri evde açıyor filmini. TRT’de yayınlanan haberler çıkıyor karşımıza. Sağ sol çatışmasına dair siyasi liderlerin demeçleri aktarılıyor haberlerde. Ama Alparslan Türkeş’in Ankara’da bazı semtlerin ülkücüler için güvenli olmasına dair o meşhur demeci dikkat çekici. Sonra gençlere yöneliyor kamera, içlerinden birinin doğum günü, sürpriz bir kutlama yapılıyor. Kutlama sonrası gençler çıkardıkları dergi üzerinden toplumsal mücadelelerinde şiddet olaylarından, özellikle de silahlı şiddet olaylarından neden uzak durulması gerektiği üzerine konuşuyorlar. İçlerinden biri sigara almak için dışarı çıkıyor. İlk yarı tamamlanıyor.
Gerçek orada mıh gibi duruyor
İkinci yarıda eve ülkücü bir grup baskın yapıyor. Bu bölümde bu saldırgan grubun solcu gençleri silah zoruyla önce derdest etmesini, içlerinden birinin (isim verilmiyor ama Haluk Kırcı) onları sürekli kendince aşağılamasını, işkence etmesini, vatan haini ilan etmesini, sonra da vahşice öldürmelerini izliyoruz. Katilin evdeki gençleri öldürme gerekçesi de güya öldürülen ülkücü arkadaşlarının intikamını almakmış. Film son sahnede yine televizyona odaklanıyor ve TRT’nin İstiklal Marşı kapanışıyla son buluyor.
İlk elden 70’lerin sonlarında silahla işi olmayan solcu gençlerin silahlı ülkücü bir grup tarafından öldürülmesinin hikayesi olarak okunabilir film. Hadi Türkiye o dönemde sağ sol kavgasına düşmüştü gençler de birbirini vurup düşürüyordu ya…
Ama işin gerçeği öyle mi derseniz, değil. Bahçelievler Katliamı’nın planlı ve organize bir saldırı olduğu, sola kayan Türkiye’yi hizaya getirmek için kontgerillanın kullandığı ülkücüler tarafından işlediği gerçeği de orada mıh gibi duruyor. Sol dünyaya verilen sert bir mesajdı bu operasyon: Evinizi basar öldürürüz. Malum bu katliamı yapanların adları sonraki yıllarda başka organize işlerde de anıldı ve her nasılsa hep korundular.
Önce mağdurla katil eşitleniyor sonra söz katile veriliyor!
Ama işte bu gerçek es geçiliyor filmde. Yönetmen sağ sol çatışması söylemine uygun olarak işin içine biçimsel yaklaşımı da katarak iki tarafa da eşit mesafede durmak istiyor. İstiyor ama mağdurla katil eşitleniyor. Hatta bir adım daha öteye gidiyor film, katile neden bu cinayetleri işlediğinin gerekçelerini anlattırıyor, hem de seyirciyi empatiye zorlayarak. İşte bu gerekçeler kısmında film birden hiç de dert etmediği gerçeklerle ilişki kuruyor.
Haluk Kırcı’yı temsil eden karakter arkadaşlarının intikamı için bu baskını yaptıklarını anlatıyor uzun uzun. Ajitasyon hat safhada. Ki bu ifadeler çok tanıdık. Haluk Kırcı’nın 2020’de bir TV kanalında verdiği söyleşide ağızından çıkan cümleler bunlar. Hatırlayan olacaktır Türkiye’de uzun uzun tartışılmıştı.
İşin aslı Kırcı 2010’da verdiği söyleşide bu cinayetlerin sebebini başka türlü açıklıyor, “kullanıldık” diyordu. Aradan geçen yıllar içinde kendince yeni bir tarih yazdı cinayetlerini meşru göstermek için. Ve nedense tarihsel gerçeklerle hiç ilgilenmeyen, hatta bile isteye birçok gerçeği kurmaca film çekiyoruz gerekçesiyle değiştiren film, Kırcı tarafından yazılan bu yeni tarihle ilişki kuruyor. Jeneriğe bakıyoruz o da ne katkıda bulunanlar arasında Haluk Kırcı var. Yönetmenin dönemi anlamak için görüştüğü isimlerden biri olarak çıkıyor Kırcı karşımıza.
Bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamak çok mu zor
Sinema tarihi yaşanmış bir olaydan yola çıkarak çekilen filmlerle dolu. Lakin bir sınır var, gerçeğe saygı! Hele bu gerçek acılı katliamsa! Çevik alenen kurban ve katili eşitlediği gibi bunun ötesine geçip katil Kırcı’yı anlamaya çalışmanın filmini çekmiş. Niye derseniz, verdiği söyleşide insan inancı uğruna nasıl birini öldürebilir bunu anlamaya çalıştığını anlatıyor.
Böylesi hala kamu vicdanında aklanmamış katliamlarda katilleri anlama çabasına ne demeli bilemiyorum. Hrant Dink cinayeti sonrasında Rakel Dink ne demişti: “Bir bebekten katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.” O karanlığın daha da koyulaştığı bir zamanda ‘Hiçbir Şey Yerinde Değil’ yedi TİP’li genci hunharca öldüren karanlığı sorgulamak yerine, adeta mikrofonu Kırcı’ya uzatıp onun yıllar sonra yeniden yazdığı tarihi sinema aracılığıyla servis ediyor seyirciye. Kusura bakılmasın ama Ahmet Kaya’nın şarkıda dediği gibi “Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça.”
Ama tuhaf olan bu yaklaşımın Adana Altın Koza Film Festivali’nde ödüllendirilmesi. Nuri Bilge Ceylan başkanlığındaki jüri üç ödül verdi filme. Tarihin garip cilvesi jüri üyelerinden Mehmet Aslantuğ 14 Mayıs seçimlerinde TİP’ten milletvekili adayıydı üstelik. Demek ki üzerimize çöken karanlık sandığımızdan da koyu! Ya da bu memlekette sürekli katliam üreten, cinayet işlettiren bu karanlığı sorgulamak o kadar da kolay değil! Kararı siz verin.