Cemal: Beş sene önce tek romanı yayınlanmış, anne-babasının Kadıköy’deki eski evinde yaşayan, çağa ayak uydurabilmek adına entelektüel birikimini internette yayın açarak takipçileriyle paylaşan bir yazar. ‘Kaybeden’ desek, yeridir. Yalnızlığı kalabalıklara, haklı olmayı mutlu olmaya tercih ediyor…
Recep: Ömrünün neredeyse yarısını geçirdiği bir Kadıköy apartmanın görevlisi. Hasta eşini hayata bağlamaya çalışıyor, kızı Leyla (Nur)’la gurur duyuyor, bina kentsel dönüşüme girerse mecbur ‘yazlığa’ (köye) geçecek. Cemal’in çocukluğunu biliyor, apartmanın her şeyi…
Fahri: Cemal’in ağabeyi. Kadıköy’ün mahalle keşmekeşinde yaşamayacak kadar ‘akıllı’ (akılcı mı desek..?), anne-babasıyla Cemal’den çok daha iç içe, etliye sütlüye dokunmaz makbul vatandaş, makbul evlat… Kardeşinin iyiliğini istese de, onun dünyaya karşı olan tuhaf tavırlarını da pek anlamlandıramıyor.
Selin: İrili ufaklı (anne) travmaları eşliğinde kendini var etmek için büyük bir sınav verdiği hissiyle ama sonsuz bir coşkuyla hayata tutunan, genç, özgür bir Kadıköylü kadın. İllüstrasyonlar yapıyor, içini dışa vurma konusunda iddialı, tesadüfi bir şekilde Cemal’in hayatına dahil oluyor.
Leyla (Nur): Apartman görevlisi Recep’in kızı. Henüz 20’sinde ama hayata, dünyaya, etrafından olan bitene karşı çok duyarlı. Sınırlarımızın dibindeki savaşa da köy okullarına da el uzatma yönünde güçlü bir çabası ve inancı var. Herhangi bir ortamda, başörtülü oluşundan kaynaklı önyargıları umursamayacak kadar özgüvenli bir izlenim çiziyor.
Kadıköy’de bir evdeyiz. Tek bir bakışla, sahne/dekor değişimine gerek duymaksızın; evin, apartman boşluğu dahil tüm mekânlarını önümüze seren bir tasarım var karşımızda. Salondan sokağa açılan Fransız balkon vesilesiyle (dijital ekran ve hareketli görüntülerle) apartmanın bulunduğu Kadıköy sokağında akan hayata, geçen mevsimlere, günlere ve gecelere, seslere de hâkimiz.
Çok tanıdık ve gerçekçi bir dünya
Oyuncu, yazar ve yönetmen Halil Babür’ün yeni oyunu ‘Linçler ve Dudaklar’ın dünyasına hoş geldiniz. Merak etmeyin, hiç yabancılık çekmeyeceksiniz. Daha ilk andan itibaren seyirciyi -en azından bana öyle oldu- Cemal’in evine, hatta apartmanın rutin hayatına ikna ve dahil etmeyi başaran bir tasarım; aynı ikna edicilikte bir diyalog ve olay akışı var sahnede. Gecenin bir köründe, Selin ile Cemal’in apartman kapısındaki tanışma anından başlayarak yaşayan bir hikâyeyle, yaşayan karakterlere ve yaşayan bir mekânla buluştuğumuzu hissettiriyor oyun.
Selin, o gece mecburiyetten sığındığı, henüz tanıştığı Cemal’in kanepesinde sızadursun, Cemal belli ki yeni gece rutini olan canlı internet yayınının başına geçiyor. Üç-beş takipçisi de anında ‘online’ oluyor, chat bölümüne durmadan bıraktıkları yorumlarıyla elbette.
‘Yeni dünya düzeninde’ bir nevi tutunma mücadelesi veren, dış dünyanın aymazlıklarıyla, ikiyüzlülükleriyle, kitlelerin sorgusuz sualsiz topluca aktığı her türlü davranış ve düşünce biçimiyle derdi olan biri Cemal. Ekran başındaki; çaktırmadan üstenci tavrıyla, ‘müritleri’ gibi toplanan takipçilerine sinema, edebiyat, felsefe ya da gündelik hayata dair yaptığı konuşmalarla fazlasıyla tanıdık bir ‘entelektüel’ figür.
Sahnenin üst tarafına yerleşmiş iki büyük ekran vesilesiyle takip ettiğimiz canlı yayına yağan takipçi yorumları da çok tanıdık. Sosyal medyanın çoktan alıştığımız kirli, karmaşık dünyasını mükemmelen temsil ediyor okuduğumuz kullanıcı yorumları.
Oyun meselesini açtıkça bu ‘tanıdıklık’ hissi etrafınızı iyice kuşatıyor. Ve Cemal’in hayatındaki figürler eşliğinde; apartman görevlisi Recep, ağabey Fahri, Kadıköylü Selin, başörtülü genç Leyla, az ünlü bir yazardan feyz almaya çalışan sosyal medya takipçileri ve zamanla beliren ‘linççiler’ derken önümüzde hakiki bir günümüz Türkiye’si resmi beliriyor.
Roman karakteri gibi…
Halil Babür güncel toplumsal damarlarda olan biteni çok net görüp okuyup yazan kuvvetli bir kalem. En son ‘He-Go’da gördük bunun örneğini. Bıçkın bir mahalle delikanlısıyla az ünlü bir oyuncuyu buluşturmuştu ‘He-Go’da. Bu kez çok daha güçlü bir metin ve karakter çıkmış kaleminden. Cemal’i sadece oyun karakteri değil, bir roman karakteri titizliğinde de var etmiş.
Bu; egosu güçlü, hem ‘kıyıda’ durarak hayata karışmak istemeyen ama hem de ‘öğreten adam’ olma konusunda hevesli; entelektüel birikimini, toplumun, insanların davranışlarına dair ‘kıymetli’ fikirlerini bir şekilde paylaşmaktan kendini alamayan bu yazara kızar mısınız, hak mı verirsiniz, tepkisiz mi kalırsınız… Kişiden kişiye değişir ama Cemal’in ince ince işlenmiş, dolu dolu yaratılmış bir karakter olduğuna şüphe yok.
Oyuncu seçimi ise müthiş başarılı. Cihat Süvarioğlu üstünden çıkarmadığı o hırkasını taşıyışından bazen bilmişçe bazen sinirle gülümseyişine her hareketiyle Cemal olmuş. Diğer karakterlerle iletişiminde de takipçileriyle online etkileşiminde de çok çok iyi bir oyunculuk sunuyor. Takipçileriyle ekran aracılığıyla konuşurken aynı anda ekrana akan yorumlara verdiği tepkileri, yukarıdaki ekran aracılığıyla yakın plandan takip etmek çok doyurucuydu. Oyunun -bence pek çok yerine yayılmış- sarkastik tavrını da en güzel gördüğümüz kısımlar bu yayın sahneleriydi zaten.
Cemal; oyunun, ne olduğunu tam olarak açıklamamayı tercih ettiği birtakım söylemleri ve düşünceleri yüzünden şiddeti gittikçe artan bir lince maruz kalacak. Tüm bu süreçte onun yukarıda kısaca tanıttığım diğer oyun karakterleriyle kurduğu ilişki üzerinden, Cemal’i iyice tanıyacağız. “Haklılığı mutlu olmaya tercih etmiş” bu adamın iç sorgulamaları ve yaşadıkları onu nereye götürecek, finalde göreceğiz.
Sinematografik bir anlatım
Oyundaki her bir karakter; hem yazarın kaleminden çıktıkları halleriyle hem çok iyi oyunculuklarla sahneye taşınmasıyla hakiki kılınmış. Cemal’in yaşamından bir kesite tanık oluyoruz, yer yer metnin/oyunun ‘gizlediğini’ hissettiğim, bilerek eksik bırakılmış bazı detaylara rağmen “Neden buradayız” demiyoruz. Çünkü bu ülkeyle, bu insanlarla tanışığız, biz de onlardan birileriyiz, birlikte yaşıyoruz. Yaşarken yer yer zorlanıyoruz.
Cemal’i o yüzden pek iyi anlıyoruz, Fahri’yi de Recep’i de Selin’i ve Leyla’yı da… Dahası; Halil Babür sadece ekran/mekân kullanımıyla değil, yazım diliyle de tiyatral olanla sinematografik olan arasında salınan bir işe imza atmış. Belki bir gün sinema filmi olarak da izleyebileceğimiz bir iş bu…
Meselesini gözümüze sokmadan, derinlerde yüzdürerek anlatıyor. Leyla/Cemal, Cemal/Selin, Recep/Cemal, Fahri/Cemal çatışma ya da yakınlaşmalarında bize çokça nüve verirken doğal diyalog ve gündelik olay akışında hiç aşırıya kaçmıyor. Sınıfsal/kültürel çatışmalardan, yaşam tarzı tartışmalarına, ülkenin köklenmiş politik gerilimlerine, felsefi/varoluşsal tartışmalara, yozlaşan sosyal medya kültürüne, beraber yaşama kültürünün dertlerine pek çok yere uğrasa da “her şeyden biraz biraz hissi” yaratmamayı başarıyor. Tüm bu meselelerinin gerçek hayatta da olduğu gibi birbiriyle iç içe geçtiğini göstermeyi de başarıyor.
Aynı çizgide başarıyla buluşan beş çok iyi oyuncu
Selin’de Hare Sürel, Leyla’da Ceren Köse, Recep’te İlyas Özçakır, Fahri’de Onur Gürçay ve Cemal’de Cihat Süvarioğlu birbirlerini ezmeden, kesmeden, bozmadan ayrı ayrı çok iyi performans sergiliyorlar. Bu proje için bir araya gelen, kimisinin evvelden tanışıklığı bile olmayan bir ekibin sahnede aynı performatif çizgide durması, çizgiyi hiç taşırmamaları bahsettiğim o doğallığın en büyük sebeplerinden biri.
İlk kez izlediğim genç oyuncu Ceren Köse’yi (oyuna audition’la girmiş) ise daha kapı eşiğinde belli belirsiz görüldüğü ilk sahnesinden itibaren aklıma yazdım. (Vaktiyle ‘Güzel Şeyler Bizim Tarafta’da benzer bir rolle ‘keşfettiğimiz’ Öykü Karayel’in oyunculuğunu da hatırlattı, ki Köse’nin tevellütü bu oyunu görmeye yetmiyor.) Belli ki yolu çok açık olacak ve hem sahnede hem sinemada adını çokça duyacağımız bir oyuncu. Seneye Afife Ödülleri’nin ‘genç yetenek’ adayları arasında görürsem de şaşırmam.
Çok incelikli işlere imza atan tasarım ekibini de not etmeli: Işıkta Utku Kara, sahne tasarımında Günsu Sarı, müzikte Ahmet Kenan Bilgiç, seste Arın Kamiloğlu, görüntülerde Ali Cem Doğan, kostümde İlayda Saran nefis işler çıkarmış.
Ritim sorunu akışı zorluyor…
‘Linçler ve Dudaklar’ 110 dakikalık süresiyle ve tek perde oluşuyla uzun denebilecek bir oyun. Ama hem tasarımı hem metnin doğallığı hem de oyuncuların her birinin sahnedeki çok etkili varlıklarıyla sıkmıyor, boğmuyor. Sahnenin karardığı aralıklardaysa seyirciyi epey bir zorluyor, ritimde ciddi bir sorun beliriyor ve insana “E hadi ama devam edin…” dedirtiyor. Bu teknik olarak mecburi bekleme anları daha ritmik bir şekilde çözüldüğü anda akış tıkır tıkır işleyecektir.
Özellikle finale doğru tepedeki ekranlarda karakterlerin portrelerini, müzik eşliğinde izlediğimiz sahne; oyunun akışına, meselesiyle bağ kuramıyor. İzlerken tuhaf bir arada kalmışlık hissi yaşatıyor. Aynı şekilde evin ışıklarının müzikle uyumlu şekilde yanıp sönerek adeta küçük bir gösteri yapılan sahne de evet etkileyici bir görsellik ama izleyeni hikâyeden koparacak kadar da uzun bir aralık. (Hatta final bu şekilde olacak gibi bir yanılsama yaşattı.) Sahne geçişleriyle ilgili ritim sorununu çözdüğünde sezonun iddialı ve özgün işlerinden biri olarak bu seneye adını yazdıracak oyunlardan biri, ‘Linçler ve Dudaklar’.
Linçler ve Dudaklar / Dolkun Production&Free Stage&Biletinal&Betaland
Yazar ve yöneten: Halil Babür
Oyuncular: Cihat Süvarioğlu, Hare Sürel, İlyas Özçakır, Onur Gürçay, Ceren Köse.
Ne zaman, nerede: 23 Aralık Pazartesi, 20.30’dfa Zorlu PSM’de.
Süre: 110 dk.
Bilet fiyatları: 1295, 1100, 745 TL.
BU HAFTA SAHNELERDE
Aşalım Bunları / Reka Kolektif:
Reka, son birkaç senedir dikkat çeken ekiplerden. Kadir Has Üniversitesi çatısı altında kolektif oyun üretim (devising theatre) yöntemini çalışan topluluk ‘Aşalım Bunları’da yetişkinliğe geçiş yapmış Y kuşağının yaşadıklarını ve kafa karışıklıklarını ciddiye alınacak bir neşeyle anlatıyor. 31. Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Tiyatro Ödülleri’nde ‘yılın genç ekibi’ seçilmişlerdi.
🔴 12 Aralık Perşembe, 20.30’da Cihangir Atölye Sahnesi’nde.
Fil Rüyası/BiTiyatro & Meddah:
Bir terapinin seanslarında ortaya çıkan güven, sadakat ve aşk temaları çerçevesinde bilinçaltına bir yolculuk… Rüyalar ve hayallerle ortaya çıkanlar tekinsizlik hissini artırırken, gerçeklerin büyüyen gölgeleri ve kişileri de bu terapiye dahil olur. Bu arada dış dünyanın sesi de giderek yükselmektedir. Günsu Özkarar’ın yazdığı oyunda Hülya Köseoğlu, Arbil Tabur ve Onur Sarıaltın rol alıyor. Nejat İşler de sesiyle, kukla tasarımcısı Ayten Öğütçü de kuklalarıyla oyunda…
🔴 6 Aralık Cuma, 21.00’de House of Performance’ta.
Ceviz Ağacı / Kadıköy Boa Sahne:
Mezuniyet sonrası İstanbul’a gelen iki genç oyuncunun sektörde var olma çabası, dikkatle takip ettiğimiz yeni nesil yazarlardan Özden Selim Karadana’nın naif ve içten kalemiyle sahnede.
🔴 6 Aralık Cuma, 20.30’da Kadıköy Boa Sahne’de.