Avrupa Ekonomik Topluluğu’nda çalışan babasının görevi dolayısıyla Belçika’ya taşındıklarında Benoît Peeters henüz iki yaşındadır. Bu dönemde mutfakla ilgili birkaç anısı vardır: Annesinin sağlık problemlerinden dolayı yemekleri yapan bakıcıları Inge’nin sürekli kendisini tekrarlayan menüsü, çoğu kez karşılarına çıkan konserve yemekler, annesinin iyileştikten sonra pek de haşır neşir olmadığı mutfak serüveni… Ve de birkaç lokanta anısı…
Eylül 1974’te artık ülkesi Fransa’dadır ve lise sonda, üniversiteye hazırlık sınıfındadır. En yakın arkadaşı Jean-Christophe okulun entelektüel açıdan en isyankâr öğrencilerindendir, sürekli hocalarıyla tartışır, sistemin kendilerine dayattığı eğitim düzenine karşı çıkar. Bir yandan da zengin aile çocuğu olması nedeniyle (!) iyi yemekten anlar, kendisini de bu konuda bilgilendirir.
Ağız sulandıran ‘Kuzukulaklı somon dilimi’
Edebiyata, yazı-çizi işine ilgi duyan Benoît, 1976’da çok genç yaşında ilk romanı ‘Omnibus’u yayımlar. Kitabı kutladıkları lokantada mekânın sahibi ona ve arkadaşlarına takılır: “Vay be. Demek bir sonraki Malraux o olacak.”
Genç yazar 1977 yazında kız arkadaşı Marie-Françoise’la tatile çıkar ve rotalarına yakın bir yerdeki o dönem ülkenin en ünlü lokantalarından Troisgros Kardeşler’e uğrar. Burada yedikleri (özellikle de ‘Kuzukulaklı somon dilimi’) adeta dünyasını aydınlatır, onu bambaşka âlemlere sürükler… Bundan böyle hayatında yazmak kadar yemek yapmak da olacaktır…
Hocası Roland Barthes’miş…
1956 doğumlu Benoît Peeters, senarist, eleştirmen, yayıncı, sergi tasarımcısı, yazar ve çizgi romancı kimliklerine sahip. Yeme-içme ve mutfak da ilgi duyduğu, bir zamanlar üzerinde pratik yaptığı ve para kazandığı bir alan olmuş. Paris Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun olduktan sonra master yaparken hocası Roland Barthes’ti. Çizgi roman da her daim özel ilgi alanı oldu, Tenten’in yaratıcı Hergé üzerine araştırma yaptı ve ‘Hergé’in Dünyası’ adı altında bir kitap yayımladı.
2018’de ise metinlerini kendisinin kaleme aldığı, çizimlerini ise Aurélia Aurita’nın üstlendiği otobiyografik grafik roman çıkardı. Orijinal ismi ‘Comme un chef’ olan bu çalışma, ‘Bir Şef Gibi’ adıyla yakın bir zaman önce Desen Yayınları tarafından bizde de okurun beğenisine sunuldu. Girişte konusunu özetlediğim bu ilginç yapıt, son zamanlarda okuduğum en etkileyici grafik romanlardan biri olmuş. Bunun nedeni de Benoît Peeters’in hikâyesinin uğradığı limanlar ve bize bu kitap dolayısıyla tanıttığı insanların son derece farklı kişilikleri olsa gerek.
Tenten üzerine tez seni çok ileri götürür!
Benim beğendiğim ya da zihnimde yer eden bölümler şöyleydi: Özellikle hocası Barthes’i evine çağırıp kendi elleriyle yaptığı menüyü tattırması, sonrasında Benoît cephesine göre çok verimli geçen o geceye ilişkin ünlü Fransız filozofun düşüncesini arkadaşı Jean-Christophe üzerinden öğrenişi (yorumu şöyle olmuş Barthes’in “Çok ince düşünülmüş, çok özenli ama biraz çilekeş”), kız arkadaşı vesilesiyle Belçika’ya taşınma kararı alışı, ailesinin bu duruma karşı çıkmaları, üstüne üstlük annesinin hazırladığı teze karşı yorumu (“Tenten hakkında bir tez. Seni çok ileri götürür tabii!”), yeni bir ülkede geçinmek üzere aşçılık yapmaya karar vermesi ve gazetedeki ilana “Kutlama yemekleriniz için yetenekli genç Fransız şef” ibaresi yazdırması ve ‘Fransız’ notunun ilgi görerek sık sık aranması ve kendisine şef olarak görev verilmesi…
Zihniniz de doyacak!
Kitapta Troisgros, Vivarois, Apicius ve El Bulli gibi anladığım kadarıyla mutfak sanatları açısından tarihi mekânlardan bahsediliyor. Benoît’nın yolu bir şekilde bu lokantalarla ve yaratıcılarıyla kesişiyor. En etkili yan ise Apicius’un Polonyalı şefi Willi Slawinski’yle olan ilişkisi oluyor. Ortalıkta gözükmeyi pek sevmeyen ve bulunduğu yere çok zorlu uğraşlar sonucu gelen Slawinski ne yazık ki kanser oluyor ve çok genç yaşta (42) hayata veda ediyor.
Türkçeye Damla Kellecioğlu’nun çevirisiyle kazandırılan ‘Bir Şef Gibi’ hem yemek sanatı açısından keyifli ve bilgilendirici bir yolculuk hem de yazarı Benoît Peeters’in kişisel serüveni açıdan okuruna entelektüel yanlarıyla biçimlenmiş özel bir tanıklık sunuyor… Anlayacağınız masada sadece bin bir emekle hazırlanmış yemekler yok, menüye fazladan edebiyat ve felsefe de katılmış. Dolayısıyla kitabı okuduktan sonra muhtemelen sadece karnınız değil zihniniz de doyacak!