50 yılı aşkın süredir ABD müzik endüstrisinin kalbini ellerinde tutan bir yapımcıydı Quincy Jones. Mübalağa etmiyoruz. Frank Sinatra, Michael Jackson ve Elvis Presley gibi isimlerle çalıştı. Micheal Jackson’un 1983’te 20 milyondan fazla satan albümü ‘Thriller’ın arkasındaki isim oydu. Hayatı boyunca 79 kez Grammy ödüllerine aday gösterildi, 27 kez de ödülle döndü. Time dergisi onu 20. yüzyılın en etkili caz müzisyenlerinden biri ilan etti. Bir Oscar Onur ödülü, bir Emmy’si ve sayısız başka ödülleri oldu.
Ve şimdi endüstriye ve müzik yıldızlarına dair bildiği her şey onunla birlikte yok oldu. Müzik dünyasının en bilinen ve en çok kazanan yapımcısı Jones 91 yaşında bu dünyadan göçtü. Ailesi haberi “Bu gece, kalbimiz kırık bir şekilde, babamız ve kardeşimiz Quincy Jones’un vefat haberini paylaşmak zorundayız. Bu ailemiz için inanılmaz bir kayıp olsa da yaşadığı harika hayatı kutluyor ve onun gibi bir başkasının asla olmayacağını biliyoruz” sözleriyle duyurdu.
Başkan Bill Clinton’ın ilk açılış kutlamasını organize eden Jones Afrika’daki kıtlıkla mücadele için 1985’te kaydedilen ‘We Are the World’ şarkısının yıldızlarla dolu kaydının da arkasındaki isimdi. Count Basie ve Lionel Hampton ile turneye çıktı, Frank Sinatra ve Ella Fitzgerald’ın albümlerini düzenledi. Sinatra’nın adıyla özdeşleşen eseri ‘Fly Me To The Moon’u swing’e dönüştüren kimdi derseniz, cevap yine Jones idi. ‘Roots’ ve ‘In the Heat of the Night’ filmlerinin müziklerini besteleyen sanatçı 50’den fazla film ve TV programının müziklerinin de arkasındaki isimdi.
Korkacak hiçbir şeyi olmayan bir kara kutu….
Arkasında onlarca hit albüm, bugün efsane olarak anılan müzisyenler, onlarca film şarkısı kaldı. Fakat onu sadece başarılarıyla anmak -evet, bu başarılarından çok daha fazlası da var- haksızlık olur. Zira Jones Amerika’daki popüler kültürün kara kutusuydu.
“Bunca yıl sektörün içindeydi, her şeyi bilmesinden daha doğal ne olabilir ki” fikri aklınızdan geçtiyse, onu usulca bir köşeye bırakın lütfen. Çünkü kara kutuların en “makbulüydü” Jones. Lafını hiçbir zaman esirgemedi. Hem “Hissedebildiğim her şeyi müzikal olarak notalayabilirim. Bunu pek çok kişi yapamaz” diyecek kadar yeteneğinden emin, hem de “Korkacak hiçbir şeyim yok” diyecek kadar müdanasız ve açık sözlüydü.
‘Keşke Kennedy’yi kimin öldürdüğünü bilmeseydim’
Öyle ki takvimler 2018 yılını gösterirken Vulture’a verdiği bir röportaj aylarca konuşuldu. Elinde tuttuğu müzik endüstrisinin kalbini deyim yerindeyse paramparça etmişti Jones. Bildiği ne varsa söyledi. Hatta çok şey bilmekten yakındı. “Keşke Kennedy’yi kimin öldürdüğünü bilmeseydim” bile dedi: “(Şikago mafyası Sam) Giancana. Giancana hem 1960’taki başkanlık seçimlerinde Illinois’de Kennedy’ye oy verilmesine yardım ettiği iddiaları, hem de 1963’te başkana düzenlenen suikast nedeniyle Kennedy komplocuları arasında bilindik bir isim. Suikast teorilerine adının karışma sebebi Giancana’nın 1975 yılında mafya ve CIA arasında yapılan gizli anlaşmaları araştıran Senato komitesi önünde ifade vermeden kısa süre önce öldürülmesi. Sinatra, mafya ve Kennedy arasında bir bağlantı vardı. Joe Kennedy – kötü bir adamdı- Frank’e gidip oy toplaması için Giancana ile konuşmasını istemişti.”
Bakın o röportajdan geriye kalan birkaç cümleye: “Beatles… Dünyanın en kötü müzisyenleriydi. Hiç çalmayan or*spu çocuklarıydılar. Paul duyduğum en kötü basçıydı,””Michael Jackson mu? Tam anlamıyla bir aç gözlüydü,” “Trump kitlesine duymak istediklerini söyleyen eğitimsiz bir taşralı,” “Harvey Weinstein… O, o*rospu çocuğu tam bir zorba…”
Lafını esirgemiyor demiştik. Tüm bu söyledikleri bizim için yeni bilgi ve konuşulacak konulardı. Mesela Marlon Brando ile Jones uzun zamandır arkadaştı. Jones’un hayatının inişli çıkışlı bir döneminde Brando’nun Tahiti adasında zaman geçirdiler. Bakın arkadaşını nasıl anlatmıştı Jones: “Bizimle cha-cha dansına giderdi. Kıçını yırtarcasına dans edebilirdi. Tanıdığınız en çekici or*spu çocuğuydu. Her şeyi becerirdi. Her şeyi! Bir posta kutusunu becerirdi. James Baldwin. Richard Pryor. Marvin Gaye… (Bu isimlerle yattı mı yani sorusuna kaşlarını çatarak yanıt vermekle yetinmiş, fakat yalanlamamıştı).
Sadece müzisyenlerle değil, ülkenin en önemli isimleriyle de arkadaştı Jones. Clinton’larla sekiz yıl Beyaz Saray’da vakit geçirdi. ABD halkının sır sakladıkları için onları hoş görmediğini düşünüyordu. Bu sırları kendisinin bildiğini iddia ediyordu fakat bu noktada sınırını bilmiş, “Bunları burada konuşamayız” demişti. Arkadaşlarının sırlarını -özellikle hayatta olanların- ifşa etmedi ancak kamuoyu önünde sözünü sakınmaktan da çekinmedi. Yakın arkadaşı Oprah Winfrey’in bir dönem ABD başkanlığı için adaylığı konuşulurken “Bence aday olmamalı. Bunun için gereken yeteneğe sahip değil” demiş, yine lafını sakınmamıştı.
Tabii bu noktaya gelmesi kolay olmadı. Hayat Jones’a da dikensiz gül bahçeleri sunmadı. Chicago’da doğdu. Yarı beyaz babası Galli bir köle sahibiyle onun kadın kölelerinden birinin çocuğuydu. Annesinin ailesi de köle sahiplerinin soyundan geliyordu. Müziğe ilgisi yedi yaşında öğrenmeye başladığı komşusunun piyanosunu çalması ve annesinin şarkı söylemesi sayesinde çocukluk evinde başladı.
‘Trump megaloman bir narsis’
14 yaşındayken 1948’de Seattle kulüplerinde Ray Charles ile bir grupta çalmaya başladı, Seattle Üniversitesi’nde müzik okudu, daha sonra lise öğrencisiyken birlikte turneye çıktığı caz grubu lideri Lionel Hampton’un desteğiyle rotasını New York’a kırdı.
Buradaki New York’ta ilk konserlerinden birinde Elvis Presley’nin grubunda trompet çalarak ilk televizyon performansını sergiledi. Sonrası -kariyerindeki dalgalanmalarla- çorap söküğü gibi geldi… Jones üç kez evlendi, ilki lisedeki kız arkadaşı Jeri Caldwell’leydi, 1966’ya kadar dokuz yıl birllikteydiler, kızı Jolie’nin babası oldu. 1967’de Ulla Andersson ile evlendi, bir oğlu ve bir kızı oldu, 1974’te boşanarak ‘The Mod Squad’ ve ‘Twin Peaks’teki rolleriyle tanınan aktör Peggy Lipton ile evlendi. Bir dönem “Hayatımda gördüğüm en güzel bacaklara sahipti ama baba sorunları vardı” dediği Ivanka Trump ile sevgiliydi. “O çılgın bir or*spu çocuğu. Zihinsel olarak sınırlı — bir megaloman, narsis. Ona dayanamıyorum” dese de Donald Trump’la da bir süre arkadaşlık etmişti.
Yaptığı her şeyle gurur duyan, ABD’deki siyahların hakları için mücadele eden -ülkenin en büyük sorununun ırkçılık olduğunu düşünüyordu, “Müzik duygu ve bilimdir. Duyguyu pratik etmenize gerek yok çünkü bu doğal olarak gelir. Teknik farklıdır. Teknik olmadan ancak bir yere kadar gidebilirsiniz” diyen Jones artık yok. Ancak müzik var olduğu sürece Quincy Jones ismi de kulaklarda dolanmaya devam edecek: Hem besteleri hem de sarf etmekten sakınmadığı cümleleriyle…