“Bir fenomen ve bir albüm ve bir şov olarak gurur duyduğum bir albüm oldu. Bununla birlikte felsefi yönden albümdeki tüm fikirlere katılmıyorum” David Gilmour, 20. yüzyılın muhtemelen en büyük rock albümü ‘The Wall’ hakkında böyle diyordu. 44. yaşını kutlayan albüm 30 Kasım 1979’dan bu yana müzik tarihinin üzerine en çok konuşulan işlerinden biri olmayı sürdürüyor. Kurulu siyasi düzene ve hayata dair daha pek çok şeye başkaldırının simgesi olan bu konsept albümün ortaya çıkış hikâyesi ise sanıldığının aksine oldukça bireyseldi.
‘The Wall’ın temellerinin atıldığı konser
Şöhretlerinin zirvesindeki Pink Floyd, 1977 yılında ‘In the Flesh’ turnesi için Kanada’ya gitmişti. Ülkenin Frankofon diyarı Montreal kentindeki konser esnasında Roger Waters ve bir seyirci arasında o dönem sıklıkla rastlandığı üzere bir tartışma başlar. Tartışma o kadar büyür ki Waters, seyirciye tükürür. O dönem bu olay, basında da haliyle epeyce yer alır. Zaten grubun o yıllarda İngiliz basınıyla da arası hiç iyi değildi. Bu olay sonrası Waters bir süre kabuğuna çekilir. İnsanlara karşı bir duvar örme arzusu sarar dört bir yanını. Ardından da her yaratıcı müzisyenin yaptığı gibi eline kalemi-kağıdı alır ve müzik tarihine geçecek albümün taslağını oluşturmaya başlar. Roger Waters’ın gençlik ve hatta çocukluk yıllarına psikanalitik pencereden bakmak isteyenler için önlerinde harikulade bir malzeme doğuyordu.
‘The Wall’ işte böyle bir konjonktürde duvar gibi örülüyordu; önce kağıtlarda sonra da stüdyoda. ‘Young Lust’, ‘Comfortably Numb’, ‘Run Like Hell’ ve ‘The Trial’ dışında albümdeki tüm şarkılara Roger Waters imzasını atar. Albüm çıkar çıkmaz Amerika Birleşik Devletleri’nde 1, İngiltere’de ise 3 numaradan listelere girer. Sonrasında elbette İngiltere’de de bir numaraya yükselecekti. Roger Waters’ın kişisel bir bunalımından doğan albüm anne sevgisi, aşk, savaş, eğitim sistemi, devlet ve derken hayatın kendisini sorgulayan bir kimlik kazanır. Gençliğin isyanının yeni kılavuzu artık belliydi.
Gençliğin isyanı duvardaki bir tuğla olmaya
‘The Wall’ albümünün çıkış parçası ‘Another Brick in the Wall’, hem şarkı sözleri hem video klibiyle eğitim sistemine yönelik eleştirilerin ve isyanın bayraktarlığını üstlenir. Bu bayraktarlık görevini günümüzde de üstlendiğini söylemem gerek yok sanırım. Empati yoksunu, gaddar bir öğretmen tarafından dayatılan ve en nihayetinde her öğrenciyi tektipleştirmeyi amaçlayan eğitim politikalarını eleştiren şarkı, o formda bestelenmiş olmasa da bir marş muamelesi görür. Kimsenin duvarda bir başka tuğla olmaya niyeti yoktu. 44 yıllık şarkının Spotify’da şu anda 810 milyon kez dinlenmiş olduğunu da hatırlatalım. Kim bilir tenefüslerde hangi duygu ve düşüncelerle dünyanın dört bir yanındaki öğrencilerin kulaklarında yankılanıyor.
Kuşkusuz ‘The Wall’ albümünün tek alamet-i farikası bu şarkı değildi. Metaforlarla dolu albümün en etkileyici şarkılarından bir diğeri kuşkusuz ‘Comfortably Numb’dı. Roger Waters ve David Gilmour imzası taşıyan şarkı, konfor alanından çıkmayan ya da çıkamayan orta sınıf kentlileri tedavi olmaya davet ediyordu. Albümle aynı adı taşıyan ve aslında bir nevi de bu projenin bir devamı olan 1982 tarihli Alen Parker filminde bu şarkı özel bir yere sahipken gitar sololarına hayran müzikseverler nezdinde de ‘Stairway to Heaven’ ile hangisinin bir numara olduğuna dair bir tartışma sürüp gitmekte. Kimi müzik otoritelerine göre ‘Comfortably Numb’ tarihin en iyi rock solosuna sahip.
David Gilmour’dan unutulmaz solo
Pink Floyd’un yoluna Roger Waters olmadan devam ettiği dönemde, 1994 yılında gerçekleşen ‘PULSE’ konserindeki uzun gitar solosu, “tarihin en iyisi hangisiydi” tartışmalarına David Gilmour’un bir cevabıydı. Yaklaşık beş dakika süren bu solo bir Pink Floyd klasiği olan ışık gösterileriyle de süslendiğinde hem Londra’daki Earl’s Court salonunu dolduran binleri hem de bu konser kaydını sonradan izleyen milyonları büyüleyecekti.
80 dakika uzunluğundaki ‘The Wall’ albümü, benzerini bir opera aşığı olan Freddie Mercury’nin etkisini yansıtan Queen’in çalışmalarındaki klasik müzik etkisini yaylılarla hissettiriyordu. Bir konsept albüm kimliği taşıması ise bu rock opera çalışmasını çok daha özel kılıyordu. Baştan sonra bir hikâye anlatıcılığı vaat eden albüm, Pink Floyd’un temas etmeyi nispeten daha az tercih ettiği aşk konusuna da ‘Hey You’şarkısıyla değiniyordu. Üstelik oldukça vurucu bir sözle “Kalbini aç, eve geldim”. Şarkının ortasındaki David Gilmour’un hüzünlü rock solosu, Roger Waters’ın bir hayli fazla hissedilen bas tınıları, albümün kahramı Pink’in parlak olmayan aşk hayatına dair depresif bir anlatı inşa ediyordu. Ancak şarkının sondaki mesajı yine politikti: Birlikte ayakta kalabiliriz, bölünürsek yıkılırız.
Kimisi bir dakika kimisi ise yedi dakikadan oluşan toplamda 26 şarkılı albüm çok da tartışılmaya yer bırakmayacak bir biçimde 20. yüzyılın müzikal anlamda en büyük işlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Yayınlandığında Rolling Stone dergisi ve Daily Telegraph’ın 5 üzerinden 3 yıldız verdiği ‘The Wall’, muhtemeldir ki 2079 yılında hatta çok sonrasında bile bir klasik olarak anılacak. Italo Calvino’nun ‘Klasikleri Niçin Okumalı?’ kitabının bir benzeri müzik için yazıldığında kendisine mutlaka yer bulacak bu albümün yapımcıları Bob Ezrin, Roger Waters ve David Gilmour’ın yanı sıra Pink Floyd’un diğer iki üyesi Nick Mason ve Richard Wright’a da ortaya çıkan bu başyapıt için 1979 yılından bu yana müzikseverler müteşekkir.