Şerîvan Tutuş Renklerin Senfonisi sergisiyle 30 Kasım'a kadar Kalamış'taki Duende Sanat Galerisi'nde. Ahmet Kaya'dan Fazıl Say'a farklı müzisyenlerin bestelerinden yola çıkarak resmettiği tabloları sergileyen Tutuş'la sanat yolculuğunu konuştuk.

Müzik ve resim. İnsanın iki duyusuna doğrudan hitap eden sanatın bu iki dalı bir sergide buluştu. İnsanlık tarihi kadar eski bu iki sanatı ressam Şerîvan Tutuş İstanbul Kalamış’taki Duende Sanat Galerisi’nde bir araya getirdi. 30 Kasım’a kadar ziyaret edilebilecek Renklerin Senfonisi’nde sanatçı şarkılardan ilhamla resmettiği tabloları sergiliyor. Fazıl Say’dan Ahmet Kaya’ya, Evgeny Grinko’dan Kenan Doğulu’ya, Pentagram’dan İncesaz’a farklı türden şarkılardan yola çıkarak tablolar resmeden Tutuş’la hem bu özel projesini hem de sanat yolculuğunu konuştuk.

Gelecek sene İspanya’da Köklerin Göçü başlıklı bir sergi açmaya hazırlanan Şerîvan Tutuş Renklerin Senfonisi öncesinde klasik müzik topluluklarıyla da aynı sahneyi paylaştı. Bunlardan biri de Hatay Senfoni Orkestrası’ydı. Konser esnasında notaların çağrışımlarını tuvale yansıtan Tutuş Renklerin Senfonisi sergisi için “en güzel hikâyem” tanımlaması yapıyor. Hâl böyle olunca bize de bu özel hikâyeyi dinlemek kalıyor.

-Renklerin Senfonisi sergisi için bir araya geldik ama öncelikle bize kendinizi ve sanat yolculuğunuzu anlatabilir misiniz?

Resimle tanışmam 2018’de başladı. Ondan önce iletişim fakültesi mezunu olarak sinema ve senaryo yazımına odaklanmıştım; yönetmen olma hayalim vardı. Diyarbakır’da Mustafa Doğan koordinatörlüğünde aldığım sanat tarihi eğitimi sanata bakışımı değiştiren dönüm noktası oldu. Film ve resim okumalarını felsefi bir derinlikle yapıyorduk, bu da bana sanatın bir ifade aracı olmanın ötesinde bir düşünme biçimi olduğunu öğretti.

Bir gün evde aklıma gelen bir fikri kelimelerle değil renklerle anlatmayı denedim. O andan itibaren renkler benim dilim oldu ve bir daha bırakamadım. Teknik eğitimlerle bu tutkumu geliştirdim ama sanat benim için hep bir akış, sürekli değişim hâlinde. Yeni şeyler denemek ve kendimi keşfetmek bu yolculuğun en heyecan verici kısmı.

Şerîvan Tutuş tablolarını resmederken sinema ve müzikten de besleniyor.

‘Bu sergi benim en güzel hikâyem’

-Duende Sanat Galerisinde sadece göze değil kulağa da hitap eden bir sergi açtınız. Öncelikle Renklerin Senfonisi sergisinin ortaya çıkış fikri nasıl gelişti?

Bu hikâye aslında sinemadan, Theo Angelopoulos’un ‘Ulis’in Bakışı’ film müziklerinden doğdu. Ferdi Sidar’ın gönderdiği müzik listesini dinlerken bir anda gözümde renkler ve hikâyeler canlandı. Hemen çalışmaya başladım ve ortaya çıkan iş beni şaşırttı; çünkü filmi izlediğimde resimlerimdeki sahnelerin filmle benzerlik taşıdığını fark ettim.

Bu deneyim müziği daha derin bir şekilde hissetmeme neden oldu. Yıllardır farklı kültürlere ait ezgileri biriktiriyordum; bu kez onları renklerle anlatmayı denedim. Kürtçe, Farsça, Ermenice, Lazca şarkılar; klasik, pop, rock ve etnik müzikleri bir araya getirerek hem göz hem de kulağa hitap eden bir atmosfer yaratmayı hayal ettim.

Bu süreçte sevdiğim müzisyenlerle iletişime geçip izin aldım ve onların da aynı heyecanı paylaşması beni çok mutlu etti. Uzun ve yoğun bir üretim sürecinin ardından Renklerin Senfonisi sergisi ortaya çıktı. Bu sergi benim en güzel hikâyem.

Serginin ilk ayağını 2023 Aralık ayında Kurşunlu Han Artan Galeri’de açtım ve birçok müzisyen destek verdi. Şimdi ikinci ayağını Galeri Duende Sanat Galerisi’nde, küratörüm Emine Özkarslıoğlu’nun koordinatörlüğünde sergiliyorum ve 30 Kasım’a kadar devam edecek.

-Sergiye dair notlara baktığımızda şu ifade karşımıza çıkıyor Eserlerin çoğu, kişisel veya toplumsal bir farkındalık ve değişim sürecini işliyor” Tam bu noktada bir sanatçı olarak sizde bu değişim süreci nasıl gelişti?

Değişim aslında insanın kendini sürekli yeniden yaratmasıdır. Renklerin Senfonisi sürecinde bunu derinden hissettim. Müziğin renklerle birleşip bir hikâye anlatabildiğini gördüğüm an sanatın sadece ifade değil dönüşüm aracı olduğunu da fark ettim. Kendi değişimim de bu keşifle başladı.

Her bir eser hem kişisel hem toplumsal bir sorgulamanın ürünü oldu. Müziğin farklı kültürlere ait renklerini keşfetmek bana insan olmanın ortak yanlarını gösterdi. Farklılıklarımızın bir senfoni gibi bir araya gelmesi, bu süreçte hem içsel bir farkındalık hem de dünyaya dair bir umut yarattı.

Sanat benim için artık yalnızca bir üretim süreci değil dönüşümün ta kendisi. Renklerin müziğe dönüştüğü her an bireysel değişimin toplumsal değişimle birleştiği bir alan yaratmaya çalışıyorum.

Renklerin Senfonisi sergisi 30 Kasım’a kadar açık.

‘Sanatım insanın evrensel hikâyesini anlatmaya çalışan bir yol’

-Renklerin Senfonisi sergisinde eserlere ilham olan şarkılara gelmek istiyorum. Bu şarkıları nasıl belirlediniz? Baktığımızda çok farklı türlerdeki şarkılar karşımıza çıkıyor…

Eserlerime ilham veren şarkıları seçerken bilinçli bir şekilde her kültürden, toplumu ve varoluşu dert edinen, insan olmanın ve kültürün derinliğini yaşatmaya çalışan şarkıları ele almaya odaklandım. Bu şarkılar melodiden öte, tarihî ve duygusal bir arka plana sahipti. Her biri farklı kültürlerin, yaşam biçimlerinin ve insanlık durumlarının birer yansımasıydı.

Müziği seçerken amacım yalnızca farklı türlerdeki ezgileri bir araya getirmek değil, bu ezgilerin altında yatan hikâyeleri, acıları, umutları ve insanlık halleriyle de birleşmesini sağlamaktı. İnsan olmanın varoluşsal derinliğine dokunarak müziğin ve kültürlerin bir bütün olarak nasıl birbirini tamamlayabileceğini keşfetmeye çalıştım.

Her şarkı aslında bir düşünce, bir çağrı ve bir yansıma. Bunları renklerle ifade etmek, farklılıkları birleştirip ortak bir dil yaratma çabasıydı. Sanatım, tıpkı müzik gibi, insanın evrensel hikâyesini anlatmaya çalışan bir yol.

Ahmet Kaya, Fazıl Say, Pentagram, Kenan Doğulu. Bunları Renklerin Senfonisinde buluşturan ortak payda ne oldu? Ya da sergiyi ziyaret eden bir sanatsever olarak böyle bir ortak nokta aramalı mıyız?

Bu sanatçıların şarkılarının bir araya gelmesi aslında toplumsal sorunların, insan olma hallerinin ve farklılıkların birleşimini simgeliyor. Her biri, kendi kültüründe varoluşun zorluklarını ve umutlarını taşıyor. Renklerin Senfonisi bu farklılıkları ötekileştirmeden, bir orkestradaki enstrümanlar gibi yan yana durabilmenin gücünü ortaya koyuyor. Bir arada var olmanın ve birlikte umut inşa etmenin yollarını arıyor.

Sergide Türkiye ve dünyanın farklı yerlerinden müzisyenlerin eserlerinden ilhamla yapılmış tablolar sergileniyor.

Şerîvan Tutuş 2025’te İspanya yolcusu

-Barok ya da klasik dönem tablolarına bakarken belki de belgesellerin etkisiyle kafada klasik müzik bestelerinin çalmaya başlaması çok da sıra dışı bir durum değil. Siz bunu hem modern çizgiler hem de modern melodilere taşıyorsunuz. Sizde sanatın bu iki önemli formunun birlikteliği ne gibi duygular uyandırıyor?

Sanatın bu iki önemli formunun birlikteliği, bana derin bir denge ve karşıtlık duygusu yaratıyor. Klasik ile modernin bir araya gelmesi geçmişin ve bugünün, geleneksel olanın ve yeniliğin bir arada var olabileceğini gösteriyor. Bu birleşim bir yanda sakinlik ve huzur, diğer yanda ise dinamizm ve özgürlük hissi uyandırıyor. Her iki dünyayı birleştirerek hem zamansız bir derinlik hem de güncel bir yenilik arayışı yaratıyor. Bu bana hem geçmişi onurlandırma hem de bugünü keşfetme fırsatı veriyor. Sanatın bu harmanı, sürekli bir dönüşüm ve evrim sürecine girmemi sağlıyor.

-Sergi 30 Kasımda sona eriyor. Başka bir zamanda ve yerde yeniden karşımıza çıkacak mı? Hatta soruyu şöyle de genişletebiliriz; müzik eserlerinize bundan sonra da dokunmaya devam edecek mi?

Bu sergi Renklerin Senfonisi konseptiyle son kez izleyiciyle buluşuyor. Ancak sanatımın yolu burada bitmiyor. 2025 Nisan’da İspanya’da Köklerin Göçü adlı sergimle müzik, şiir ve hikâyelerden ilham alarak göç teması üzerine derinleşeceğim. Göçün ve köklerin izlediği yolları resmetmek bir çeşit hayatın döngüsünü anlamaya çalışmak olacak.

Müziğe olan ilgim her zaman içsel bir arayış oldu. Aralık ayında açtığım sergiden sonra orkestralarla konserlerde, müzikle doğrudan etkileşim kurarak resim yapmaya başladım. 2024’te Beylikdüzü Senfoni Orkestrası, Hatay Senfoni Orkestrası ile bu deneyimi sürdürdüm. Daha sonra, İspanya’da müzisyen Fabien ile rock ve metal repertuarından şarkılarla sahneye çıkarak ve sonunda  severek dinlediğim Bulutsuzluk Özlemi ile sahnede resim yaparak müzikle iç içe geçen bir yıl oldu.

Her şarkı bana farklı bir yol sunuyor. Bu nedenle canlı performanslarımda, her şarkının bana hissettirdiği yolda ilerlemeyi tercih ediyorum. Bir teknikte sabit kalmadan her anın ruhunu yansıtmaya çalışıyorum.

Bu yol sanırım asla bitmeyecek. Ne mutlu, yolda olana…

Büyük su ülkesinin ordinaryusu Ekrem Akurgal’ın kitabı ancak 58 yıl sonra Türkçede!