Harry Belafonte için müzisyen, oyuncu, 'Calypso Kralı', aktivist demek eksik kalır. O kendi halkının kahramanıydı. Irkçılık ve ayrımcılığı sona erdirmek için çok uğraştı. Sistemin gadrine uğrasa da doğru bildiği yoldan şaşmadı. Her şeyiyle siyah Amerikanın vücut bulmuş haliydi.

Bir yıldız mı kaydı yoksa büyük bir vicdan mı sustu? Harry Belafonte söz konusu olunca karar vermek zor. 20. yüzyıla insan hakları mücadelesi merceğinden bakarsanız da, sinema starları, müzik fenomenleri, sahne sanatları üzerinden o tarihin yolunu düşerseniz de o çıkar karşınıza. Başarı derseniz onun kadar başarılı olana az rastlanır. Hem de bir siyahi olarak. Dört büyük Amerikan sanat ödülünü Emmy , Grammy , Oscar ve Tony ödüllerini kazanıp EGOT unvanı alan ender sanatçılardan biri Harry Belafonte. Bir anlamda siyah Amerika’nın tek bedende vücut bulmuş hali.

Belafonte, 1927 yılında New York’ta işçi mahallesi Harlem’de doğdu ve çocukluğunun sekiz yılını yoksul ailesinin memleketi Jamaika’da geçirdi. Lise için New York’a döndü ancak disleksiydi ve bununla mücadele etmesi gerekiyordu. Etti de. İlk gençlik yıllarında okulu bıraktı. Marketlerde ve konfeksiyon atölyelerinde ufak tefek işlerde çalıştıktan sonra Mart 1944’te 17 yaşındayken ABD donanmasına kaydoldu ve New Jersey’deki bir üste mühimmat yükleyicisi olarak çalıştı.

Savaş bittikten sonra kapıcı olarak çalıştı, ancak New York’taki Amerikan Siyahi Tiyatrosu’ndaki oyunları izledikten sonra (bu oyunları izleyen bir diğer kişi Sidney Poitier’dı) oyuncu olmaya karar verdi. Ders aldı. Sınıf arkadaşları arasında Marlon Brando ve Walter Matthau gibi isimler vardı. Bir yandan da New York’taki kulüplerde Miles Davis ve Charlie Parker’ın da aralarında bulunduğu müzisyenlerle folk, pop ve caz şarkıları söylüyor ve para kazanıyordu.

1954 yılında geleneksel şarkılardan oluşan ilk albümünü çıkardı. İki yıl sonra çıkardığı ikinci albümü ‘Belafonte’,  o yıl ABD Billboard albüm listesinde bir numaraya çıktı. Bu büyük bir başarıydı. Ama daha büyüğü de olacaktı. 1957’de Jamaika mirasından şarkılar içeren üçüncü albümü ‘Calypso’ yayınlandı. Birçok Amerikalıyı calypso ile tanıştırdı. Albüm ABD’de bir milyondan fazla kopya satan ilk albüm oldu. Harry Belafonte’nin adı artık ‘Calypso Kralı’ydı.

2014’te Belafonte’ye sinemaya katkılarından dolayı Onur Oscar’ı verildi. Ödülü de arkadaşı Sidney Poitier takdim etti.

Fakat müzisyenlik sadece bir şapkasıydı. Belafonte, oyuncu olmak için o kadar ders almıştı. Bu boşuna değildi. 1954’te müzikal revü şovu ‘John Murray Anderson’ın Almanağı’taki rolüyle Tony ödülü kazandı ve birçok filmde rol aldı, en önemlisi ‘Aşk Cenneti / Island in the Sun’ oldu. 2014 yapımı Spike Lee filmi ‘Karanlıkla Karşı Karşıya /BlacKkKlansman’na kadar da pek çok filmde oynadı. Sinemadaki başarıları nedeniyle hayatının son demlerinde Oscar ile ödüllendirildi.

Belafonte, ten renginden dolayı uğradığı ayrımcılığın ülkesinde son bulması için her alanda mücadele etti.

ABD’de günlük hayatın içine kadar sirayet eden ırkçılığa, ayrımcılığa küçüklükten beri maruz kalıyordu. Sineye çektiği zamanlar oldu. Ama bunun sonu yoktu. Bunun için 1950’lerin sonlarından başlayarak hayatının sonuna kadar hep ayrımcılığa, ırkçılığa karşı mücadele etti. Bu mücadelesinde gözü de karaydı. Dr. Martin Luther King Jr’ın sırdaşı oldu ve 1963’teki Washington Yürüyüşü’ne katıldı. ABD hükümetinin Güney Afrikalı liderini terörist olarak gördüğü dönemde Nelson Mandela ile hapishanede mektuplaştı. 1980’lerde Afrika’daki açlıkla mücadele için para toplamak amacıyla ırk ayrımcılığı altındaki Güney Afrika’ya kültürel boykot düzenlenmesine yardımcı oldu.

Mandela ‘terörist’ olarak görülürken Belafonte onunla mektuplaşıyordu. Hapisten çıkıp devlet başkanı olunca da mektup arkadaşını ziyarete gitti.

ABD’nin şahin dış politikasını eleştiren, nükleer silahlanmaya karşı kampanya yürüten ve hem Castro hem de Chavez ile görüşen, solcu siyasetin ateşli bir savunucusuydu. 2006’da Chavez ile görüşmesinde ABD başkanı George W. Bush’u “Dünyanın en büyük teröristi” olarak tanımladı. Ayrıca Bush’un siyah dışişleri bakanları Colin Powell ve Condoleezza Rice’ı tarlalarda çalışan kölelerden çok efendilerinin evinde çalışan köleler olarak nitelendirdi.

Daha sonra bir dizi Afrika girişimine odaklandı. Açlıktan kurtulmak için 63 milyon dolardan fazla para toplayan We Are the World’ü organize etti ve 1988 tarihli ‘Paradise in Gazankulu’ albümünde Güney Afrika’daki apartheid rejimini protesto etti.

ABD eski başkanı Clinton, Harry Belafonte’ye Ulusal Sanat Madalyası Ödülü’nü takdim etmişti.

Lakin tüm çabalarına rağmen ABD’deki kemikleşmiş olan ırkçılığı konusunda ülkesinde umduğu ilerlemeyi göremedi ve otobiyografisinde “beyaz olmayan Amerikalıların çoğunun karşılaştığı sorunlar yarım yüzyıl önce olduğu kadar korkunç ve köklü görünüyor” diye yazmak zorunda kaldı.

Sanatçının sözcüsü Harry Belafonte’nin ölüm nedeninin kalp yetmezliği olduğunu söyledi. Belki de tüm hayatı boyunca verdiği o enerjik mücadelesi kalbini yormuştu, bilinmez. Ama onun mücadelesi önünde saygıyla eğilenler artık beyaz ABD başkanlarıydı. ABD Başkanı Biden  Belafonte’yi “Yeteneğini ve sesini ulusumuzun ruhunu kurtarmak için kullanan çığır açıcı bir Amerikalı” olarak görse de “Onun açık sözlü insan hakları savunuculuğu, şefkat ve insan onuruna saygı mirası devam edecektir” demesi tüm bir ömrü boşa yaşamadığının en önemli göstergesi.

FBI, ünlü şarkıcı Aretha Franklin’i yıllarca adım adım izlemiş