Pek çok fikir, yürürken hatta daha çok konsolda oyun oynarken aklıma gelir. Hani Haruki Murakami “Koşmasaydım Yazamazdım” diye kitap yazdı ya, onun bana uyarlaması “PS kolum kırılsaydı yazamazdım” filan gibi olur ki, haliyle hiç havalı değil.
Johann Hari, ülkemizde çok ilgi gören Çalınan Dikkat-Neden Odaklanamıyoruz? kitabında buna güzel bir açıklama getirmişti. Hari’nin Kitap için görüştüğü Psikoloji Profesörü Jonathan Smallwood “Yaşadıklarınızın size anlamlı gelmesi için zihin gezinmesi şart. Bunu yapmadığımızda bir sürü başka şey de kaybolup gidiyor.” demişti.
İşte bu zihin gezinmesi de sürekli ekranlardan ekranlara atladığımız, Instagram’da, TikTok’ta çılgınlar gibi kaydırdığımız, Twitter’da trollerle dalaştığımız, WhatsApp’ta gıybete düştüğümüz, Ekşi’de sövdüğümüz bir dünyada çok mümkün olmuyor.
Ne zaman ki yürümek ya da konsol oyunu oynamak gibi faaliyetlerle odağımızı tek bir yere veriyor ve kafamızdaki açık sekmeleri kapatıyoruz, o zaman zihin gezinmesi başlıyor. Herkesin yöntemi farklı olabilir. Örneğin; hiçbir şey yapmadan tavana bakıp uzanmak da aynı görevi görebilir.
Söylemesi ayıp tuvalette de (tabii elinizde telefon yoksa) bu coşkunluğa varanları biliyorum.
Trollerle çoşan etkileşim ekonomisi
Korkmayın, buradan yola çıkarak hemen “toplumumuz ne hale geldi, vay bize vaylar bize” şeklinde büyük analizlere girişmeyeceğim. Çünkü başlıklar troll işi. (İnternetin ilk yıllarındaki anlamıyla) Başlığı biri açıyor, çoğunlukla sonra silip kaçıyor. Altında onlarca, yüzlerce kişi tepki gösteriyor. Belki sonra bu tartışma Twitter’a taşıyor, orada da başka birileri tepki gösteriyor ve sonunda tepki gösterenlerin de kazandığı (takipçi, like, rt cinsinden) müthiş bir etkileşim ekonomisi doğuyor.
Bir zihin gezinmesi sırasında bu sırra erdiğimden beri sosyal medyadaki bu etki tepki işlerini; vakit, enerji ve ruh sağlığı kaybı olarak görmeye başladım. Yine de yer yer zıvanadan çıktığım oluyordur ama epeydir kontrollü gittiğimden eminim.
Acıyı nasıl karşılarız?
Özkan Uğur’un ölümü, elbette herkesin üzerine bir şeyler yazmak, söylemek isteyebileceği toplumsal etkileri olan bir acı.
Fakat herkesin acıyı karşılama biçimi var. Benim yöntemim, ‘Bazen’ şarkısını gözyaşları içinde dinleyerek kendi kendime vedalaşmak oldu. Sosyal medyadan bir şey yazamadım. Yazabilirdim de ama buna mecbur olmadığımı biliyorum.
Bana hiç kimse demez tabii de eğer biri Özkan Uğur’un ölümüne niye sessiz kaldığımı sorarsa, “Nereden biliyorsun sessiz kaldığımı, benimle mi yatıp kalkıyorsun, p.z.v.n.k” der geçerim.
Eminim Cem Yılmaz daha iyisini söyleyecektir ama yakın dostunu kaybetmenin acısını yaşayan birinin bunlarla ilgileneceğini sanmıyorum.
Samimiyetsiz sosyal medya yönetimi
Bu konunun diğer kutbundaysa, her şey hakkında basma kalıp paylaşım yapan siyasetçi, sporcu, bilumum ünlü ve devlet insanı var. 5’er dakika arayla büyük bir üzüntüyle ölüm haberi alabilir, yağlı güreşçi veya futbol takımı tebrik edebilir, birilerini kınayabilir, bir yerleri ziyaret edip fotoğraf yağdırabilirler.
Bu paylaşımları elbette kendileri yapmıyor. Her an tetikte bekleyen sosyal medya ekipleri, hesabını yönettikleri şahsiyet adına bir yasak savma eylemi gerçekleştiriyor. Maksat paylaşım yapmadı, sessiz kaldı denilmesin.
Buradan da epey insan hayatını kazanıyor, bir iletişimci olarak elbette tamamen gereksiz bulacak değilim. Ancak bu paylaşımların pek bir şeye faydası olduğuna da inanmıyorum. Aynı ekiplerin (elbette biraz zihin gezinmesiyle) aynı önemli şahsiyetler için çok daha yaratıcı bir kullanım pratiği geliştirebileceklerini ve daha verimli kullanılabileceklerini düşünüyorum.
Paylaşımların maliyeti
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu tarz paylaşımlarının son zamanlarda tepki görmesi örneğinde olduğu gibi, kriz zamanlarında bu yasak savma paylaşımları bumeranga dönüşüyor.
CHP’nin içindeki karışıklıktan azade olarak tüm siyasetçi ve ünlülerin bu basma kalıp mesajlarla yarattıkları ileti kirliliği üzerine düşünmeleri iyi olur. Paylaşımların ücretsiz yapılıyor olması ya da Twitter’da olduğu gibi abonelikle karakter sayısının arttırılması gibi yenilikler, ‘her konuda paylaşım yapalım ne zararı var’ gibi bir iyimserliğe neden olmuş olabilir. Ancak unutmayalım ki, bir süre sonra iletilerinize karşı körleşme başlamasının maliyeti çok daha yüksek olur.
Reklamcılık mesleğinin ilk yıllarında kısa yazmak için kelime başına para ödediğimi hayal eder, böylelikle maliyeti düşürmeye bakardım. (köşe yazarlığında oradan biriktirdiğim kelimeleri harcıyorum)
Sosyal medya ekipleri de paylaşım başına kaç takipçi kaybettiklerini, kaç takipçinin kendilerini sessize aldığını düşünerek bir yere varabilir. Çünkü insanlar, sosyal medya ekiplerinin yönettiğini hissettiği (bunu hissettirmemek de mümkün) hesaplara zamanla körleşiyor ve onlarla ilgili hiçbir şey dikkatlerini çekmiyor.
Bitirirken, bir de kişisel not bırakayım. Ölürsem kabrime gelme istemem misali, ölürsem hakkımda kimse paylaşım yapmak zorunda hissetsin istemem. Herkes gelişine takılsın isterim. İmkânım olursa, ardımdan basmakalıp, formel paylaşımlar yapan önemli kişilerin ve sosyal medya ekiplerinin rüyalarına girmeye de çalışabilirim. Öldüğümü gayet klişe bir şekilde “büyük bir üzüntüyle öğrenirseniz”, büyük sürprizlerime hazır olun.
Dipnot: Bu yazının fikrinin çıktığı zihin gezintili konsol oyunu seansında, Fifa 23 (Career Mode) oynanmış, Beşiktaş – RB Leipzig Şampiyonlar Ligi Grup maçı 2-2 berabere bitmiştir.