Politik doğruculuk uğruna yayıncıların Agatha Christie, Roald Dahl ve Ian Fleming’in gibi yazarlara uyguladığı sansürün arkasında, kültür endüstrisinin aktörlerinin cüretkar tutumları var. Üstelik bu sansür, siyasi otoritenin sansürlerinden farklı olarak, daha fazla para kazanma arzusuyla yapılıyor

Agatha Christie ile Ahmet Ümit defalarca aynı cümle içinde geçmiştir. Çünkü ikisi de yazar ve polisiye edebiyatın dünyadaki ve ülkemizdeki en önemli kalemleri. Fakat galiba ilk defa ikisinin adının bulunduğu bir cümlede sansür kelimesi yer alıyor.  

10 Haber okurları son günlerde hem Agatha Christie’nin hem de Ahmet Ümit’in eserlerinin nasıl sansürlendiğini okumuştur. Hatırlatalım Ahmet Ümit’in 2007’de yayımlanan ‘Tapınak Fahişeleri’ çizgi romanı Türkiye’de Muzır Kurulu ve mahkeme kararıyla sansürlendi. Agatha Christie’nin 33 romanı ise ‘politik doğruculuk’ uğruna yayıncısı Harper Collins tarafından sansürlendi. 

Bunlar tekil örnekler değil. Türkiye’de, yılın ilk üç ayında mahkeme ya da kurul kararlarıyla altı kitap sansürlendi. Avrupa’da ise Christie’den önce Roald Dahl ve Ian Fleming’in kitapları yayıncı sansürüyle karşı karşıya kaldı.

Polisiye edebiyatın en önemli yazarlarından Agatha Christie’nin 33 romanı modern okur rahatsız olmasın diye sansürlendi.

Kitap sansürlemenin tarihi eski

Neler oluyor dedirtecek gelişmeler bunlar? Bu topraklarda kitap sansürlemenin tarihi epey eski. Ama tarih bize, farklı dönemlerde farklı sebeplerle sansürlenen kitapların daha sonra özgür kaldığını ve zamanın kitapların sansür gerekçelerini geçersiz kıldığını gösteriyor. Bizdeki sansür genellikle devlet ya da siyasi otorite tarafından, kurumlar, mahkemeler ve işgüzar bürokratlar tarafından yapılıyor. Ve sansüre karşı mücadelenin en büyük argümanı da haklı olarak ‘sanatın, düşünce ve ifadenin sansürlenemeyeceği’ yönünde. 

Avrupa’da da kitapların sansür edilmesinin tarihi eski. Hatta bilinir Nazi Almanyası döneminde kitapların yakılmışlığı var. Fakat oralarda, siyasi otoritenin kurumlar eliyle uygulandığı sansürden uzun süre önce vazgeçildi. Fakat şimdi karşımızda yayıncı sansürü var. 

Ha siyasi otorite ha kültür endüstrisinin aktörleri

Peki yayıncılar neden sansürcü olur? Mesele biraz derin. Sanatın, düşüncenin, önünü, siyasi iktidarların, devlet eliyle dönemin hakimlerinin kestiği bilinir. Bizde olan da bu. Fakat bir de kültür endüstrisinin aktörlerinin sanatı ve fikirleri zapturapt altına alma hamleleri vardır. Aslında onlar da yeri geldiğinde en az siyasi iktidarlar, devlet kurumları gibi sanatı, düşünceyi şekillendirmek ister. 

Siyasi otorite ile kültür endüstrisinin aktörlerinin sansür amaçları ve biçimleri farklı tabii. Siyasi otorite beğenmediği, kendince uygun görmediği sanatı görünmez kılmak için açıktan müdahale etmeyi tercih ediyor. Kültür endüstrisinin aktörleri ise daha sinsice yapıyor bu işi ve bu sansürün amacı ise daha fazla para kazanmak! 

James Bond’un yazarı Ian Fleming…

Aman günümüz okuru rahatsız olmasın!

Agatha Christie, Roald Dahl ve Ian Fleming’in yayıncılarının (kültür endüstrisinin yayın dünyasındaki aktörü yayıncılardır)  yazarların kitaplarını sansürlemesinin nedeni, kitaplarda yer alan cinsiyetçi ve ırkçı ifadelerin ‘modern okuru rahatsız etmemesi’ymiş. Yazarların kitaplarında kullandıkları ifadeleri beğenmeyip değiştirerek günümüz okurlarının rahatsız olmadan bastıkları kitapların satın alınmasını istiyorlar. 

Bu yazarların hepsi yaşamını yitirmiş kalemler. Yayıncıları, onların yazdıklarını artık beğenmiyor olabilir, o zaman kitapları basmaktan vazgeçebilirler. Buna hakları var. Ama onlar bunun yerine müdahale etmeyi, orijinal metinde tahribat yapmayı, kendi dünya görüşlerine göre yazarların yazdıklarını değiştirmeyi tercih ediyorlar. Çünkü bu yazarların kitapları nihayetinde satıyor! Aman okur rahatsız olmasın kitaplar satmaya devam etsin isteniyor. Bunun uğruna da yazarların dünyasına karışma hakları olduğunu düşünüyorlar. 

Okur tüketici, kitap da tüketim nesnesi mi?

Aslında okuru tüketici, kitabı da bir tüketim nesnesi olarak görme hali var bu işin arkasında. Tüketim nesnesi yere, zamana, alışkanlıklara, zamanın ruhuna göre değiştirilmeli ki sürekli pazarda alıcı bulabilsin ne de olsa. 

Lakin bir sanat eseri ortaya çıktığı zamanın tozuna bulanır. Yazarın yaşamı, kişisel tercihleri, gözlemleri, eserin ortaya çıktığı zamanın değerleri gelir o eserin içinden geçer. O eser kendi zamanının üzerine çıkabildiği ölçüde klasikleşir. Sonraki kuşaklar tarafından okumaları da bu yüzdendir. Bunun için en büyük eleştirmen zamandır denir. Avrupa’da sansürlenen yazarların metinleri zamanın üzerine çoktandır çıktı. Fakat ‘politik doğruculuk’ bahane edilerek bu metinlere müdahale ediliyor. 

James Bond şimdilerde fazla maskülen bulunsa da 1950’lı ve 1960’lı yıllarda rol modeliydi.

Birçok riski barındıran bir girişim  

Bu girişimin birçok riski var tabii. Politik doğruculuk uğruna yazarların metinlerini tahrip etmek demek, öncelikle yazarların eserlerini oluşturduğu dönemin normlarını, beğenilerini, kurallarını hiçe saymak demek. 

Mesela James Bond, günümüz dünyasında fazla maskülen bulunabilir. Ama 1950’ler ve 1960’lardaki idol erkek modeli James Bond ile özdeşleştiriliyordu. Siz kalkıp James Bond’u bugünün erkek modeline uygun hale getirmek isterseniz şu olur: Bir, erkeğe bakışın zaman içerisindeki değişimi nasıl seyretmiş, bunu okurun anlamasını engellemiş olursunuz. İki, James Bond’la ilgili yeni bir tarih yazılıcığına soyunmuş olursunuz. Ki bu durum Agatha Christie’nin ünlü karakteri dedektif Hercule Poirot için de geçerli. Kimin hakkı var buna? 

Ayrıca ister siyasi otorite, ister yayıncı olsun yazar ile okur arasına girme cüreti göstermek epey sakıncalı. Sansür her şeyden önce okur zekasına saygısızlıktır. Sizin neyi, nasıl, ne şekilde okuyacağınıza ben karar veririm demek oluyor ve bu tavır gayet üstenci. 

Söz konusu Roald Dahl’ın eserlerine müdahale olunca, yayıncılar sadece yazar ile okur arasına girmiş olmuyor, çocukla ebeveyn arasına da girme cüretini göstermiş oluyor.

Yazar ile okur, çocukla ebeveyn arasına girmek

Hadi burada Roald Dahl için bir parantez açalım. Malum onun okurları çocuklar. Ama yayıncılar o çocukların ebeveynleri değil. Onların yerine sorumluluk almak demek de siz çocuk yetiştirmeyi bilmiyorsunuz, sizin adınıza biz karar veriyoruz demek. Burada bırakın yazarla okur arasına girmeyi, ebeveynle çocuk arasına girme cüreti de gösteriliyor. Yani yine karşımıza üstenci bir tavır çıkıyor. 

Üstelik sansürlenen ifadeler gayet keyfi… Mesela Roald Dahl’ın ‘Cadılar / The Witches’ kitabından yer alan “Bayan Jenkins çıldıracak” ifadesi, “Bayan Jenkins çok kızacak” şeklinde değiştiriliyor. Ya da ‘Dev Şeftali / James and the Giant Peach’ kitabında “O çılgın böcek ışığı açıkken uykuya daldı” cümlesindeki ‘çılgın’ kelimesi ‘şapşal’ olarak değiştiriliyor. Çılgın, çılgınca ifadelerinden kim incinecek acaba?

Absürt sansür 

Bu girişimlere Batı’da da sert tepki var. Yazar Anthony Horowitz “Ölmüş yazarların eserlerinin tahrif edilmesine temelde karşıyım. Kendilerini savunamazlar. Bence sansürlemek yerine bu fikir veya dünya görüşünü artık neden paylaşmadığımıza yönelik farkındalık oluşturmalıyız. Sansürlemek yerine, bu daha etkili olur. Kitap saldırgan, önemsiz veya basmakalıp bile olsa hiç okumamaktan iyidir” diyerek tepkisini gösterdi. Salman Rushdie de “Bu absürt bir sansürdür” diyerek meseleye dahil oldu. 

Bu konu çok su götürür. Ama yapılan, önemli bir ressamın eserinin üzerini çıplaklık var diye örtmenin ötesinde, bu yapıldı çünkü, resmedilen çıplak vücuda kıyafet giydirmeye benziyor. Galiba Rushdie’nün absürt sansür demesi de bu yüzden. Konu ziyadesiyle absürt çünkü.