Türkiye’nin yakın tarihiyle ilginiz varsa mutlaka Prof. Dr. Zafer Toprak’ın kitapları karşınıza çıkmıştır. Çünkü yazdığı kitaplar ve çalışmaları siyasi tarihin bir yerlerden sızdığı yaklaşımların çok ötesindedir. Bilim olarak bakar tarihe. Dün 77 yaşında vefat ettiği haberi duyurulunca da hep tarihçi kişiliğine vurgu yapıldı ve Türkiye’nin çok önemli bir tarihçiyi kaybettiği anlatıldı.
Birçok tarihçinin hocasıydı. Hatta hocaların hocası olarak biliniyordu. Mütevazı ve çalışkan kişiliği, özellikle öğrencilerinin en çok altını çizdiği özeliklerindendi. Lakin Zafer Toprak kendi deyişiyle tarihe gönül veren bir akademisyendi. Mülkiye’de okumuş sonra iktisat doktorası yapmıştı. Tarık Zafer Tunaya’nın öğrencisi olmasa da bir anlamda onun tedrisatından geçmişti. “Gönül verdiğim” dediği tarihle ilgili de Tunaya’nın tarihe bakışta açtığı perspektifin takipçisi oldu.
Kitapları 1908’le başlar
Özellikle doktora tezinden kitaplaştırdığı ‘Türkiye’de Milli İktisat’ kitabı akademik dünyada en çok referans alan çalışmalardan biri oldu. Onu farklı kılan meşrutiyet ile cumhuriyeti barıştırma çabasıydı. Ki bu Tunaya’nın ortaya attığı bir tezdi. Toprak da çalışmalarını bu tezin üzerine inşa etti. Bir söyleşisinde “Uzun yıllar meşrutiyet dışlanmıştır. Tarık Hoca meşrutiyet ile cumhuriyeti barıştırmak için uğraşıp işin hukuki ve siyasi yönünü anlattı. Ben de ekonomik yönünü ele aldım doktora tezimde” demişti.
Tarık Zafer Tunaya’nın “Meşrutiyet cumhuriyetin laboratuvarıdır” sözüne atıfla Prof. Dr. Zafer Toprak meşrutiyetteki bir sürü gelişmenin cumhuriyete intikal ettiğini, bunların cumhuriyetin inşasında da önemli getiriler sağladığını savunuyordu. Bunun için kitaplarının büyük çoğunluğu 1908’de başlardı. Bunun nedenini de şöyle anlatacaktı:
“Daha doktora aşamasında cumhuriyeti bir ölçüde geçmişiyle barıştırma girişiminde bulundum diyebilirim. Meşrutiyetin bir noktada cumhuriyetin temellerinin oluşturulmasında önemli bir işlevi olduğunu yazmak gereği duydum. Örneğin ‘Türkiye’de Milli İktisat’ kitabımın böyle bir işlevi oldu. Milli İktisat kitabımda söylenenlerin özü, cumhuriyetin inşa sürecinde uygulanan ekonomik modeli de belirledi. O yüzden 1982’de bu kitabı yayınladıktan sonra cumhuriyet iktisat tarihi 1908’e çekildi. Korkut Boratav gibi iktisatçılar Türkiye ekonomisini bu tarihten itibaren anlatmaya başladılar. Kitaplarımda cumhuriyetin temellerini ve kuruluş sürecinin hep bir süreklilik ve kırılma süreçleriyle birlikte anlatılması gerektiğini düşündüm ve tarihin bu diyalektik yapısını vurgulamak benim en önemli çabalarımdan biri oldu.”
Diplomat olmak için Mülkiye’ye girdi
1946’da İstanbul’da doğan Toprak, Saint Joseph Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra diplomat olma hayali ile Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okumuştu. Tarihe olan ilgisi de üniversitede başladı. Sınıf arkadaşları ise İlber Ortaylı, Mehmet Ali Kılıçbay’dı. Yüksek lisansını Londra Üniversitesi’nde, doktorasını ise İstanbul Üniversitesinde yapmıştı. İngiltere’den döndükten niyeti Siyasal Bilgiler’de hoca olmaktı. Fakat kadro çıkmayınca ve o sırada Boğaziçi Üniversitesi’nden teklif gelince Boğaziçi’ne imzayı attı. Boğaziçi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü’nün kurucu başkanlığını yürüten Toprak, Tarih Vakfı’nın kurucuları arasındaydı.
12 Eylül’de Selimiye’de sorgulandı
1968 Kuşağı’ndan olan Zafer Toprak, Türkiye’nin yakın tarihinin doğal tanıklarından hatta mağdurlarından oldu. 12 Eylül askeri darbesinde Barış Derneği ve Öğretim Üyeleri Derneği nedeniyle sorgulandı. “Selimiye’de iki kez sorguya çekildim. Sorgu basbayağı küfürle başlamıştı. İlk anda psikolojik bir çökertme uyguluyorlar. Ama Boğaziçi’nde hoca olduğumu söylediğimde hava değişti” diyerek anlatacaktı bu sorguyu.
Çalışmalarında özellikle Osmanlı’nın son dönemi ile cumhuriyetin ilk yıllarına yoğunlaşmıştı. Yazdığı kitaplarda, yayınladığı makalelerde bu dönemin toplumsal ve ekonomik gelişmelerini inceledi. Prof. Dr. Zafer Toprak’ın, tarihçi geleneğinin dışına çıkıp katkıda bulunduğu üç alan vardı. İlki 80’li yıllardan itibaren yazdığı aralarında Sümerbank, Akbank, Anadolu Sigorta gibi pek çok kurumun olduğu kurum tarihi alanında. İkincisi özellikle ‘Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935)’ kitabıyla toplumsal cinsiyet alanında. Üçüncüsü ise ‘Türkiye’de İşçi Sınıfı (1908-1946)’ kitabıyla emek alanında.
Lakin kurum tarihiyle ilgilenmesi Türkiye şartlarıyla ilgiliydi. Bunu da bir söyleşirde “12 Eylül sonrasında üniversitede kalacak mıyız gidecek miyiz, belli değildi. 1402’lik hocalar oldu biliyorsunuz. O nedenle bizim bir ayağımız dışarıda oldu. Ben de bu yüzden farklı projelere yöneldim. Yurt Ansiklopedisi gibi birtakım ansiklopediler çıkarmaya ve aynı zamanda kurum tarihçiliği yazımına ve sergi küratörlüğüne başladım. Bütün bunlar uzun yıllar bir arada gitti. 12 Eylül’ün baskı ortamı olmasa akademik kariyer ile yetinmek durumunda kalacaktık ancak ekonomik koşullar bizi dışarıda başka işler yapmaya mecbur kıldı. Yaptığım diğer çalışmalar sipariş üzerine yapılsa da aslında akademik türde çalışmalar oldu. Örneğin bir Anadolu Sigorta kitabına baktığınızda Türkiye’de sigortacılığın gelişimini görürsünüz. Her biri en az 1- 1,5 yılda yazılmış kitaplardır ve Türkiye’de hiç ele alınmamış konular olduğunu görürsünüz” diyerek anlatacaktı.
Farklı bir Atatürk biyografisi yazdı
12 yılda yazdığı ‘Atatürk, Kurucu Felsefe’nin Evrimi’ kitabında farklı bir Atatürk biyografisine imza attı. Atatürk’ün okuduğu kitaplardan, yetiştiği ortamdan, yaşadıklarından yola çıkarak onun zihinsel dünyasının portresini yazdı. Atatürk’ü anlama konusunda en önemli referans kitaplardan biri olarak kabul edildi Toprak’ın bu kitabı.
Tarihi güncel bağlamda değerlendirmenin hep sıkıntısını yaşayan bir coğrafyada Zafer Toprak geçmişe bakarken belli bir mesafe koymanın önemini anlattı hep. Toprak’a göre tarihe güncel bağlamda bakmak tarihe yapılan bir haksızlıktı. Çünkü tarih kendi içinde doğruları olan bir bilim dalıydı.
‘Tarihe soğukkanlı bakmak gerekiyor’
Toplumun tarihe olan ilgisinin farkındaydı ve bu ilgiyi tarih bilimine yakışır bir şekilde doğru bir şekilde değerlendirmek gerektiğini düşünüyordu. Toprak’a göre tarihe farklı disiplinlerle bir ilişki içinde bakmak gerekiyordu. Oysa bizde genel eğilim olarak tarihe daha çok siyasi bağlamda bakılıyor ve tarih yazımında da hep bunun sıkıntısı çekiliyordu. Bunu da bir söyleşisinde şöyle anlatıyordu:
“Tarih konusunda, daha çok devletin hizmetinde, devletin söylemini genç nesillere aktarmakla yükümlü bir ‘bilim’ olduğu yönünde bir algı söz konusu. Ulus devletin inşa sürecinde bir ölçüde buna ihtiyaç olmuştur ama bu algıyı aşabilmek gerekir. Tarih söz konusu olduğunda olguları yorumlamaktan çok anlamaya yönelik bir bakış açısına ağırlık vermemiz gerekir. Toplumu anladığımız ölçüde geleceğe dönük sağlam adımlar atabiliriz. Fakat sadece yorumlamakla yetinirseniz Türkiye’yi, yaşadığınız toplumu anlamakta zorlu çekersiniz.
Biz Türkiye’de olayları tarihselleştiremiyor ve bir türlü geçmişle barışamıyoruz. Her türlü geçmişi araçsallaştırabiliyor ve bunu deyim yerindeyse birtakım insanlara yutturabiliyoruz. Günlük siyaseti de tarihsel birtakım verilerle ve tamamen algılarla anlama çabası içindeyiz. Oysa biraz daha serinkanlı bakmak gerekiyor. Sağlıklı bir tarihsel bilgi olabilmesi için yavaş da olsa bu alanda bazı kımıldanmalar var. Ben çok sık Anadolu’ya gidiyorum. Anadolu üniversitelerinde çok düzgün tarih çalışmaları yapıldığını görüyorum ve bu nedenle kötümser değilim bu konuda. Ancak kurumsal bağlamda, zihniyet değişikliğine gitmek gerektiğini de düşünüyorum. O da zaman içinde olacaktır.”