Marquez’in 1958’de yaşanan gerçek bir olaydan esinlenerek gazetecilik ve edebiyatı buluşturup kaybolan denizcilerin peşine düştüğü ‘Bir Kayıp Denizci’; Emin Alper’den gelen bir rota değişikliği haberiyle yeniden raftan indirdiğimiz Dostoyevski’nin ömürlük gözdesi ‘Öteki’; Suat Derviş’ten bir Ankara polisiyesi olan ‘Ankara Canavarı’; çağdaş Japon edebiyatının en önemli yazarlarından Yukio Mişima’nin satılığa çıkardığı hayatı… Raf Gezgini bu hafta yeni çıkanların peşine düşmüşken üst rafta kalmış kitapların tozlarını almayı da ihmal etmiyor.
Kusursuz Fırtına/ Bir Kayıp Denizci
Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde 21 Kasım’da batan Kafkametler gemisinde hayatını kaybeden yedi denizciye hâlâ ulaşılamadı. Arama çalışmaları devam ediyor. 10Haber muhabiri Hazar Dost Kafkametler’i olası ihmalleri, mürettebatı ve yakınlarını bekleyen ailelerin yaşadıklarını ilk günden beri takip ediyor. Hazar Ereğli’de ailelerle görüşerek yazdığı haberinde denizcilerin ortak kaderlerini, ekmek parası ve bitmek tükenmek bilmeyen dertlerini ‘Kusursuz Fırtına’ filmine de selam göndererek anlatınca, bu haftayı gerçekten ödünç alınan bu olayı anlatan aynı isimli kitapla açalım, Kafkametler’de yakınlarından haber bekleyen ailelerin seslerini bir de bu vesileyle duyuralım istedik.
Takvimler 1991’i gösteriyor. ABD’de çok büyük bir fırtına var. Andrea Gail isimli bir gemi fırtınalara dayanamıyor, teknenin altı kişilik mürettebatından bir daha haber alınamıyor. Sebastian Junger imzalı kitap fırtınayı ve mürettebatı, kıyıdaki ailelerini ve yaşananları anlatıyor. Junger’in çoksatanlar listesine girmenin yanı sıra bir fenomene dönüşen anlatısı çaresizlik, cesaret ve mücadele dolu.
Marquez’in de ‘Bir Kayıp Denizci’si var
Gerçek bir olayı, kaybolan bir denizciyi anlatan bir başka kitabı daha anmadan geçemeyelim. Gabria Garcia Marquez’in gazeteciliği ve edebiyatçılığını buluşturduğu ‘Bir Kayıp Denizci.’
Tarih bu kez 28 Şubat 1955. Kolombiya Deniz Kuvvetleri’ne bağlı Caldas adlı bir muhribin mürettebatından sekiz kişi Antil Denizi’nde fırtınaya tutulan muhripten denize düşüp kayboldu. Kaybolan denizcilerin aranmasına hemen başlanmış ama hiçbir sonuç alınamamış, sekizinin de öldüğü açıklanmıştı. Ancak kayıp denizcilerden biri bir süre sonra Kolombiya’nın kuzeyinde ıssız bir sahilde yaşam savaşı verirken bulundu. 20 yaşındaki Luis Alejandro Velasco açık denizde on gün yemeden içmeden bir salda kalmıştı.
Marquez ’Bir Kayıp Denizci’ ile Velasco’nun başından geçenleri kayıt altına aldı. Bu kaza 1955’te El Espectador gazetesinde tefrika olarak yayınlanmış, Marquez tam 14 gün boyunca okurlara genç denizcinin yaşadıklarını anlatmıştı. 1970’lerde ise bu bir kitaba dönüştü, yazarın başyapıtlarından biri oldu.
Öteki/ Dostoyevski
Dumanı üzerinde tütmeyen ancak yeni gelen bir haberle tekrar raftan almaya meyilli olduğumuz ‘Öteki’ ile devam edelim listeye. Geçen hafta ‘Tepenin Ardı’, ‘Abluka’, ve bol ödüllü ‘Kurak Günler’ filmlerinin yönetmeni Emin Alper’den bir rota değişlikliği haberi geldi. Alper Dostoyevski’nin adlı aynı eserinden sahneye uyarladığı ve yönettiği ilk tiyatro oyunu ‘Öteki’ ile sanatseverlerin karşısına çıkacak. 12 Ocak’ta Maximum Uniq Hall’de prömiyerini gerçekleştirecek oyun sezon boyunca sahnelenmeye devam edecekmiş. O halde ‘Öteki’yi henüz okumamış olanlar ya da hafızasını tazelemek isteyenlerin yeterince vakti var.
Romanın yazar için özel bir yanı da var. Denir ki ‘Öteki’ yazın hayatı boyunca Dostoyevski’nin zihninde beraber gezmiş. İlk romanı ‘İnsancıklar’la büyük övgüler alan yazarın ikinci romanı hiç de benzer bir süreçten geçmedi, hayli sert eleştiriler aldı. Ama Dostoyevski romana inanmayı hiç bırakmadı, zihninde gezdirdi, dolandırdı, değişiklikler yaptı, yirmi yıl sonra 1866’da yeniden yayımladı. Bu kadar önemli olan neydi, Dostoyevski niye bu romanı bu kadar uzun süre zihninde taşıdı derseniz, Kafka ve Sartre başta olmak üzere modern edebiyatı büyük ölçüde etkilediği söylenen romanın konusundan bir kuple: Jakov Petroviç Golyadkin bir sabah işe gittiğinde tıpatıp kendisine benzeyen bir ‘Öteki’ ile karşılaşır. Sonrası gerilimli bir psikolojik harp. Öyle ki Dostoyevski bile “Edebiyata bu fikirden daha ciddi bir katkım olmadı” diyor. Bakalım, Emin Alper’in gözünden nasıl bir ‘Öteki’ izleyeceğiz?
Mal Sayımı/ Erland Loe
Dumanı üzerinde tütenlerle devam edelim. Son yıllarda Norveç edebiyatının önemli yazarlarını yakından tanımak için çok daha fazla fırsatımız var gibi. Bir çırpıda akla gelecek yazarları bile sayabiliriz. ‘Kavgam’ ile sadece ülkesinin değil dünyanın en önemli yazarlarından biri olan Karl Ove Knausgård 2016’da yayımlanan ‘Miras’ ile ülkesinde çokça tartışılan çağdaş Norveç edebiyatının en önemli seslerinden Vigdis Hjorth -yazarın son romanı ‘Postane Günlüklerinin (Siren Yayınları’ de dumanı üzerinde tütüyor- ve tabii ki 2023’ün en popüler Norveçlisi, Nobel Edebiyat Ödülü kazananan John Fosse… Öykü ve roman yazarı Roy Jacobsen’in, İskandinav Edebiyatı’nın en önemli yazarlarından Dag Solstad’in adını da anıp küçük çaplı bir İskandinav edebiyatına saygı duruşu tadındaki girizgahtan sonra asıl meseleye geliyorum: Erlend Loe.
Norveç’in en önemli edebiyat ödüllerinden Aschehoug Edebiyat Ödülü de dahil olmak üzere pek çok başarı kazanmış, eserleri 39 dile çevrilmiş bir yazar Loe. Yapı Kredi Yayınları sağ olsun,’ Volvo Kamyonlar’, ‘Bildiğimiz Dünyanın Sonu’ ve en meşhur romanı ‘Doppler’ ile tanıdığımı bir yazar. Norveç’in en çok okunan yazarlarından Erland Loe 2013’te kaleme aldığı ‘Mal Sayımı’ ile yeni bir yolculuğa davet ediyor okuru. Üstelik bu yolculukta tanıdık yerlerden geçiyoruz. İstanbul seyahatinden kendini inanılmaz tatmin eden yeni bir şiir kitabıyla dönüyor kahramanımız Nina Faber. Çok coşkulu, yeni kitabının ülkesinde yaratacağı etkiyi merak ediyor, laf aramızda bir hayli yüksek beklentileri de var. Ama işler pek de beklediği gibi ilerlemiyor.
Aç Mısın Kuzum? Donatın Masaları
Büyük, kocaman kocaman sofralar… O masalarda hep önemli konular konuşulur, hayati kararlar alınır. Müjdeli haberler o sofrada verilir ya da ‘zırrr’ aniden çalan bir telefon ve hattın ucundan gelen o kötü haber tüm masayı yasa boğar. Kimi zaman da öfkenin kurbanı olup dağılır o sofralar. Birçoğumuzun şahit olduğu, sofralar etrafında dönen bu ‘filmler’ Yeşilçam sinemasında da aynı şekilde karşımıza çıkıyordu.
Peki ya karakterlerin yediği yemekler? Karıncayı bile incitmeyen Yaşar Usta’nın sofrasıyla Saim Bey’in (‘Bizim Aile’ filmi) sofrası bir olur mu? ‘Castro Sinema’ kitabının da yazarı İlkay Kanık ‘Aç Mısın Kuzum? Donatın Masaları’ ile bu kez Yeşilçam sofralarının peşine düşüyor, bize de daha önce fark etmediğimiz bilgilerle karşılaşmak kalıyor. Yeşilçam sinemasında karakterlerin yediği yemekler bu karakterlerin parçası olduğu durumun tasvirinde yönetmen için önemli bir malzeme sunarmış. Yoksul ailelerin sofrasında -çok da şaşırtıcı değil tabii- kuru fasulye, tarhana çorbası ve bulgur pilavı görülürken kuzu çevirme, pirzola statü göstergesidir, ağaların veya şehir zenginlerinin sofralarında kameraya yansır. Mesela tavuk Yeşilçam’ın en sevilen yemeklerindenmiş. Kanık “Cumhuriyet tarihimizin içinden Yeşilçam’ı çıkarırsak çok eksik kalırız. Yeşilçam sinemasını tekrar tekrar düşündüğümüzde ve yeni tespitlerde bulunduğumuzda zenginleşiriz. Bu yüzden yıllardır bizi besleyen kültürel mirasımıza farklı açılardan bakmak ve hakkında düşünmek Cumhuriyet tarihimize borcumuzdur” diyor, hepimizi Yeşilçam sofralarına davet ediyor.
Gerçeklik Yeniden/ Yasin Ramazan
Gerçek olan nedir? Hatta gerçek nedir? Çok çok uzun zamandır, insanlık tarihi kadar uzun zamandır tartışılıyor “gerçek” kavramı. Bir şekilde sanki hepimiz gerçeklerin, gerçek olanın peşindeyiz. Gerçek aşk nedir diye soruyoruz; gerçekler ortaya çıksın ki adalet sağlansın istiyoruz, kendi gerçeklerimize inanıp o doğruda yaşamaya çalışıyoruz. Bu liste uzar gider.
Akademisyen Yasin Ramazan gerçeğin peşinden gidiyor; “Gerçek, bir yanıyla çok bilindik, hakkında şüphe edilemez bir kavram gibi gelirken biraz üzerine gidildiğinde kastımızdaki bulanıklık açığa çıkmaya başlar. Zaman zaman unutsak da bir yolunu bulup gerçeklik yeniden kendini hatırlatır” diyor.
Timaş Yayınları etiketiyle yayınlanan ‘Gerçeklik Yeniden’ ‘çaktırmadan’ bilmeyenlere felsefenin temellerini öğreten, unutanlara da hatırlatan bir kitap. Yazar kavramı tartışmaya açıyor, köklerine uzanıyor, günümüze kadar izini sürüyor. Elbette bu yolculukta Platon, Aristoteles, Kant, Wittgenstein ve Nietzsche’nin de kulakları çınlatılıyor.
Satılık Hayat/ Yukio Mişima
“Hayatımı satıyorum. Benden dilediğiniz şekilde istifade edebilirsiniz. 27 yaşında bir erkeğim. Mahremiyetinizin ve kişisel bilgilerinizin korunması teminatım altındadır.”
Bir sabah bu ilanla karşılaştığınızı hayal edin. Bu satırları yazan, hayatını satan kişi olmaya mı daha yakınsınız yoksa kendi hayatından sıkılmış biri olarak başka bir hayata talip olmaya mı?
Bu satırlar reklam metni yazarı Hanio Yamada’nın intihar ettikten sonra amacına ulaşamamasının ardından yerel bir gazeteye gönderdiği ilandan. Bu duyurunun üzerine Yamada birçok telefon alacak, birbirinden farklı insanlarla tanışacak. En başlarda yaşamının ne kadar ettiğini bile bilemeyecek. Ölümünden sonra istediği tek bir şey var, hiçbir zaman sahip olamadığı bir siyam kedisine bakılması… Ama o da elzem değil; çünkü bu bir cinayet sözleşmesi değil; satılık bir yaşam ilanı!
Can Yayınları’ndan çıkan ‘Satılık Hayat,’ Mişima’nın yaşamı boyunca kendisini meşgul eden karanlık temaları hiciv yoluyla çarpıcı şekilde ele aldığı vurgusuyla tanıtılıyor. Tuhaf ve bir o kadar da karanlık bir hiciv okumak isteyenlere duyurulur. Bu arada bir de ‘Hayat…’ deyip düşünmenize vesile olacak bir bilgi. Kitabın yazarı Mişima çağdaş Japon edebiyatının en önemli yazarı olarak kabul ediliyor. 1970’te ününün ve prestijinin doruğundayken Henry Miller ve Marguerite Yourcenar gibi yazarların kitaplarına konu olacak şekilde intihar etti.
Ankara Canavarı/ Suat Derviş
Edebiyatımızın en önemli kalemlerinden Suat Derviş, eşi Reşat Fuat Baraner’in hapse girmesi üzerine Ankara’ya daha sık gidip gelmeye, hatta uzun sürelerle orada yaşamaya başlıyor. Hal böyleyken şehir yazılarına da yansıyor. Ankara merkezli eserleri ortaya çıkıyor. ‘Ankara Canavarı’ bunlardan biri. Karşımızda bir Ankara polisiyesi var. Derviş 1948’de Kudret gazetesinde tefrika etmiş bu romanı. Tamamen Ankara’da geçen bu polisiyesinde bir Ankara gazetesinde zabıta muhabiri olarak çalışan Hikmet Altıntaş’ın bir dizi cinayetin izini sürmesini, bir seri katilin peşine düşmesini anlatıyor. Ankara’da biri Etlik’te, biri Keçiören ve biri de Telsizler’de aynı gün işlenen üç cinayetin peşindeyiz. Kitaba dair bir ‘hoşluk’ daha. ‘Ankara Canavarı’nın 1952’de Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen resimli romanını da İthaki Yayınları’ndan çıkan bu kitapta bulacaksınız.
Düşleyen, Düşünen, Dönüşen İnsan/ Bahar Eriş
Çocuklarda üstün zekâ ve yetenek eğitimi üzerine odaklanmış bir akademisyen ve yazar Bahar Eriş’i Alfa Yayınları’ndan çıkan ‘Her Çocuk Üstün Yeteneklidir, ‘Anne Beynim Aç’, ‘Çocuklar Nasıl Başarır?’, ‘Çocuklar Nasıl Başarır 2’ ve ‘Gölgedeki Yıldızlar’ kitaplarından tanıyor olabilirsiniz.
Eriş bu kez yetişkin hayatına dair yorumlarını paylaşıyor, okuruna ilham verecek öğretiler sunuyor. Birçoğumuzun her yerden duyduğu, hatta bizzat sohbet konusu ettiği günlerin sıradanlığı, hayatın amaçsızlığı üzerine düşünmeye vesile olacak bu kitapta Eriş “yeni gerçeklerle uyumsuz hayat”larımızı birçok yönden yeniden düşünmek ve dönüştürmek zorunda olduğumuzu, bunun için de duygusal zekâ, dikkat ve odaklanma, yaratıcılık, eleştirel düşünme ve zaman yönetimi becerilerimizi geliştirmemiz gerektiğini söylüyor. Ve sonrasında ekliyor: “Peki bu becerileri nasıl geliştireceğiz?”
Hayatı yeniden inşa etmek mümkün mü, biz istesek bile dünya ve ülke düzeni izin verir mi, hayattan ne istediğimizi sormamak sadece bizim suçumuz mu bilinmez. Ancak umut ışığının peşinden koşmak ya da kendini motive etmek isteyenlere duyurulur; ‘Düşleyen, Düşünen, Dönüşen İnsan’ Alfa Yayınları etiketiyle raflarda.
Baumgartner/ Paul Auster
Bu haftanın müjdeli olduğu kadar hüzünlendiren haberini Paul Auster’dan aldık. Yazarın kayıp, yas, ölüm ve hafızanın labirentlerinde dolaşan son romanı ‘Baumgartner’ Can Yayınları tarafından yayınlandı. Roman eşini kaybeden ve bu kayıpla derin bir yas sürecine giren fiziken büyük üzüntü yaşayan yetmiş bir yaşındaki felsefe profesörü Baumgartner’ın emekliliğe ve dünyadan elini eteğini çekmeye hazırlanışını anlatıyor. Gelelim başta bahsettiğimiz hüznün nedenine. Kuvvetle muhtemel Paul Auster’ın veda romanı olacak ‘Baumgartner.’ Biz değil, kendisi söylüyor. Auster’ın artık kendinde yazma gücü bulamayacağı açıklamasını, hastalığını ve romanı yazma sürecini merak edenler için detaylar burada. Üstelik romandan iştah açıcı bir tadımlık da paylaştık.
Anne/ T.M. Logan
Kendi cenaze töreninizi düşündünüz mü hiç? Sevdikleriniz ne halde, yas tutanların yüzleri nasıl, biraz sonra her şey olup bittiğinde siz ne yapacaksınız? Hayır, ölümden sonraki yaşamı düşündüren bir kitaptan bahsetmeyeceğiz. Tam tersi yaşadığı halde kendi cenaze törenine katılan bir kadının, Heather’ın yaşadıklarını anlatan ‘Anne’ ile kapatalım bu haftayı. Kendi cenaze törenine katılan Heather gölgelerin arasına gizlenerek yas tutan oğullarını izliyor keder içinde. Onların yanına gidip teselli edemiyor, sırrını anlatamıyor. Onlara tekrar kavuşup kavuşamayacağıysa belli değil. Oğulları onu affedebilecek mi, bilmiyor. Heather on yıl önce evlatlarını uykuya yatırır ve kocası Liam’ın dönüşünü bekler ama o gecenin ailesiyle geçireceği son gece olduğunun farkında bile değildir. Çünkü sabah uyandığında kocasını öldürmekle suçlanacak. Kitapları dünyada iki milyona yakın satan ve 20 dile çevrilen T. M. Logan’ın ‘Anne’ romanı TheKitap etiketiyle raflarda.