Şair İsmet Özel’in “Allah insanı iddasıyla vurur” sözü malum oldukça keskin bir sözdür. Lakin özellikle tartışmalar, hele hele kitlelere yönelik tartışmalar söz konusu olunca gün görmüşler bu sözü bir yüksek sesle söyler ki, tartışma rayından çıkmasın diye.
Muhafazakar dünyada da İsmet Özel’in bu sözünü hatırlatan bir tartışma yaşanıyor. Tartışma mı, yoksa polemik mi, kişisel kavga mı pek belli değil. Belki de hepsi iç içe geçmiş durumda.
Tartışmanın tarafları ilk önce yazar ve felsefeci Dücane Cündioğlu ile psikiyatr-yazar, Prof. Dr. Erol Göka idi. Dün itibariyle Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan Göka’nın destekçisi olarak tartışmaya dahil oldu. Dücane Cündioğlu’nu hedefe koyarken Mustafa İslamoğlu’na da tartışmaya dahil olması için alan açtı.
“Keşke” diyorum, “Dücane Cündioğlu vb. gibi büyük teorik yeni yollar bulduğunu sanan aydınlarımız olacağına bir Montaigne’miz olsaydı. Olanca saflığı ve samimiyetiyle bize hayatı, insanı ve kendini anlatmaya çalışsaydı. Teorik gurultulara, retorik köpüklere meydan okusaydı!”
— erolgoka (@erolgoka) June 14, 2023
Göka: “Keşke Montaigne’miz olsaydı’
Peki nedir bu tartışma? Aslında din ve inanç üzerine farklı düşünen tarafların çatışması demek isterdik. Lakin tartışmaya vakıf olmaya çalıştıkça bunun gerisinde bir çamur at izi kalsın türü, ‘mahalle kavgası’ olduğunu sizler de göreceksiniz.
Önce çıkan kısmın özeti. Tartışma Göka’nın sosyal medyada “Keşke” diyorum, “Dücane Cündioğlu vb. gibi büyük teorik yeni yollar bulduğunu sanan aydınlarımız olacağına bir Montaigne’miz olsaydı. Olanca saflığı ve samimiyetiyle bize hayatı, insanı ve kendini anlatmaya çalışsaydı. Teorik gurultulara, retorik köpüklere meydan okusaydı!” tweetiyle başladı.
“bir montaigne’miz olsaydı…”
olsaydı bile, o asla sizin montaigne’niz olmazdı, çünkü siz ankara yârânı hemen üzerine çullanır, onu da tüm sığlığınızla ve vefasızlığınızla bir kaşık suda boğmaya çalışırdınız.
hem de bunu yine, nasipsiz olduğun soylu düşünme çabasını aklınca… https://t.co/BmdCO4CSdr
— dücane cündioğlu (@ducane) June 14, 2023
Cündioğlu: ‘Canına okuyacağınız Montaigne’ler bekliyorsunuz’
Dücane Cündioğlu da Göka’ya uzun bir cevap yazdı: “Bir Montaigne’miz olsaydı…’ Olsaydı bile, o asla sizin Montaigne’niz olmazdı, çünkü siz Ankara yârânı hemen üzerine çullanır, onu da tüm sığlığınızla ve vefasızlığınızla bir kaşık suda boğmaya çalışırdınız.
Hem de bunu yine, nasipsiz olduğun soylu düşünme çabasını aklınca aşağılamak için kullandığın o düzeysiz ‘teorik gurultular’, ‘retorik köpükler’ gibi laflarla haysiyet cellatlığına soyunarak yapardınız. Necip Fazıl’ınız, Kadir Mısıroğlu’nuz, Şevki Eygi’niz var ya, bunlar nenize yetmiyor da canına okuyacağınız müstakbel Montaigne’ler bekliyorsunuz?
Oysa siz Ankara yârânı, yukarılardan talimat ve teminat almadan değil düşünmek, hayal bile kuramazsınız. irfandan nasibin olaydı, aklınca beni itham ettiğin o ‘büyük teorik yeni yollar’ bulduğunu sanmanın hayalinin bile cihana değer olduğunu bilirdin. Erol Göka, yaşamın boyunca hiç erik dalında üzüm yemeye çalışmadığın için sen kâbe yolunda ömrünü heder eden karıncanın halinden anlamazsın, anlayamazsın. ‘Mış gibi’ yapmak ne yazık ki senin yazgın. payına düşen de yalnızca haysiyet cellatlığı. kendi gölgenin dışına asla sıçrayamayacaksın bu yüzden!
Benim gibilere gelince, mıncıklamadıkları dilbere aşık olmak biz zavallıların zaafı. bu yüzden fil ambarlarını terkedeli çok oldu, serçeler arasındayız. ‘Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben onu!’ buyurmuş Hz. Ali. kendini hiç boşuna yorma, abdestini havuz suyuyla aldığın için, sen bu mübarek sözü anlamaktan mahrum bırakılanlar arasındasın. Çaresiz Çukurambar’a takılmakla yetineceksin!”
Tek cevapla Göka pes etti
Bu ağır cevap karşısında ve Cündioğlu’nun destekleyenler Erol Göka’yı eleştirmeye başladı. Göka da, “Ne emir aldığım, ne takıldığım yer ne mürid ne yaran çevrem var. Haysiyet cellatlığıyla işim olmaz daha ziyade insanlara yardım etmeye çalışırım. Beni hiç tanımadığınız çok belli. Edep düzeyinde böyle diplere dalma maharetinizi bilmezdim, öğrenmiş oldum. İyilikler ve kolaylıklar” diyerek tartışmadan çekilmek istedi. Lakin daha sonra bir yazısını şu sözlerle paylaştı: “En özgürlükçü görünenleri de dahil olmak üzere her düşüncenin, inançsızlık dahil her inancın, aydınlanmacılık dahil her ideolojinin fanatiği olabildiği gibi bir siyasi akımın, bir topluluğun, bir takımın, bir kişinin de fanatikleri bulunabilir.”
Göka neden Cündioğlu’na laf attı acaba!
Takdir edersiniz ki Cündioğlu ve Göka muhafazakar dünyada farklı safta duruyorlar. Cündioğlu uzun yıllardır inanç felsefesi üzerine çalışıyor, yazıyor, çiziyor. İslam dini ve kültürü içerisinde farklı bir düşünme pratiği geliştirmeye çalışıyor. 25 yaşına kadar solcu olduğunu söyleyen sonra hak yolunu bulduğunu anlatan Göka da uzun zamandır kendi fikirlerini kamuoyuyla paylaşıyor. Lakin durup dururken neden Cündioğlu’na laf attığının cevabı bu tartışmadan anlaşılmıyor.
Kılıçarslan cevap veriyor: ‘Bize’ tebelleş olmayı bırakmıyorlar
Onu da bize Yeni Şafak’tan İsmail Kılıçarslan dünkü yazında anlatıyor aslında. “Önce, yoldaşım Eyüp Gökhan Özekin’in nefis tespitini alıntılayarak başlayayım: Dücane (Cündioğlu), Talha Hakan (Alp) ve benzerleri şu yüzden önemli. Bunlar, Müslümanları ‘dışarı çıkarma’ işini büyük bir hevesle yapıyor. Çünkü insana veya dünyaya dair söyleyebilecekleri başka bir şey yok. Tüm sermayeleri ‘bize’ ve ‘buraya’ dair. Başka bir alana hevesli değiller çünkü başka bir alanda anlamlı değiller. Taşralılıktan ‘kentliliğe’, gelenekten ‘yeniliğe’ sıçramaya çalışan ezik muhafazakârlar da bunların müşterisi oluyor. Muhafazakâr kitleye hitap etmeyi terk etmiyorlar, çünkü tüm ‘numaraları’ burada. Misak-ı Milli sınırlarının dışında hiç olmalarını geçtim, ülke içinde seküler çevrelerde bile hiçler. O yüzden ‘bize’ tebelleş olmayı bırakmıyorlar. Hep bu mahalledeler, buralarda geziniyorlar. Öyle olunca mahalleli de denk geldi mi taş falan atıp uzaklaştırmaya çalışıyor. Bu, burada bir dursun. Türkiye’de seküler çevrelere yanlayan yarı-aydın eziklerin hâl-i pürmelali tam tamına böyledir. Bir kabullenme telaşı, bir yamanma neşesi ile eli artırdıkça artırırlar ve sonunda bir şekilde delirirler.”
Kılıçarslan Mustafa İslamoğlu’nu da hedef alıyor
Kılıçarslan tabii ki Göka’nın tarafından raconu kesiyor. Onun adını yazısında hiç anmıyor ama Cündioğlu’nu hedefe koyuyor. İşte bu sayede enlıyoruz ki, fikirsel bir tartışmadan ziyade bir mahalle kavgası var ortada. Mealen Göka, mahalleye tebelleş olan Cündioğlu’na taş atmış, mahallelinin kafasını karıştırmasın diye. Çünkü Kılıçarslan’a göre Cündioğlu ve onun gibiler “Dini ve dindarlığı bir ‘ahlaki üstünlük’ meselesi olarak ele aldıkları için o alanı da kimselere bırakmamak gibi bir hırsa kapılıp sürekli zırvalıyorlar.” Orada da bırakmıyor tabii ki… “Ne yapalım? Bu kara cahillerle bir arada yaşamak da bizim nasibimiz imiş. Görüyor musun ‘nasip’ dedim. Sorun bakalım İslamoğlu’na ‘nasip’ kavramı Kur’an’da geçiyor muymuş ve ‘Bize Kur’an yeter’ diyen akıl hocanız bunu kitaplarının hangisinde açıklamış?”
İslamoğlu: Herkes günü gelir iddiasından vurulur
Kılıçarslan’ın İslamoğlu dediği kişi, Mustafa İslamoğlu. Şimdilik İslamoğlu bu tartışmaya dahil olmadı. Ama aylar öncesinden sabitleşmiş tweete zaten bir cevap niteliğinde: “Sağcı, solcu, İslamcı, laikçi, muhafazakar, liberal, Sünni, Alevi, milliyetçi, Atatürkçü, Müslüman, gayr-ı müslim, halkçı, Marksist, sosyalist… Adına her ne derse desin, bütün kimlikler iddiasıyla sınanır. Hiç kimse ait olduğu zümreyi temize çıkarmasın. Bunu yapan herkes günü gelir iddiasından vurulur. Toz kondurulmayan cilalı kimliklerin cilası sıyrılır, geriye her zaman geçerli o tasnif kalır: iyi ve kötü!”
Geldik mi yine İsmet Özel’in sözlerine: “Allah insanı iddasıyla vurur.” Göka “Keşke” diyerek “Montaigne’miz olsaydı” demişti. Biz de soralım bu kavgayı Montaigne görseydi ne derdi?