İtalyan edebiyatının yıldızlarından Domenico Starnone 2019 yılında İtalya’da yayımlanan kısa romanı ‘Sır’ Türkçeye çevrildi. Starnone kitapta kazandığı başarılara kendisini layık görmeyen bir adamın hikayesini anlatmış. İnsan ruhunun karanlık kıvrımlarına nüfuz eden bu zarif ve acımasız anlatı kimliğimizi inşa ettiğimiz zeminlerin ne denli kaygan olduğunu gösteriyor.
Domenico Starnone’nin senaristliğini yaptığı 1995 yapımı ‘La scuola’ filmi.
Domenico Starnone 1943 yılında İtalya’nın Napoli kentinde dünyaya geldi. Lisede öğretmenlik yaptığı yıllarda karşılaştığı ilginç olaylara dair yazıları Lunitâ, II Manifesto, Tango ve Cuore gibi gazetelerde ve mizah dergilerinde yayınlandı. ‘La scuola’ (1995 / Yönetmen: Daniele Luchetti) ve ‘Denti’ (2000 / Yönetmen: Gabriele Salvatores) adlı filmler,senaryo yazarlığı da yapan Starnone’nin eserlerinden uyarlandı. ‘Via Gemito’ adlı romanı 2001 yılında İtalya’nın en prestijli edebiyat ödülü Premio Strega’ya layık görüldü.
Domenico Starnone’nin romanları sayesinde elde ettiği ünü pekiştiren spekülatif bir tartışmadan da bahsetmek gerekir. Konu ve temalarının yanı sıra dili ve üslubu ile de gizemli yazar Elena Ferrante ile karşılaştırılan Stornone kimilerine göre Elena Ferrante’nin ta kendisiydi. Kimileri Elena Ferrante’nin Domenico Stornone’nin karısı -çevirmen- Anita Raja olduğunu savunuyordu. Domenico Stornone ise bu iddiaları kesin bir biçimde yalanlamıştı. Ferrante’nin kimliği hala ortaya çıkmadı ve tartışmalar sona ermedi…
‘Sır aydınlanırsa büyü bozulur’
Üç bölümlük romanın girişi Pietro Vella’nın aşkı tarif ettiği etkileyici bir paragrafla süslenmiş: “Bana göre aşk, yaşamın bize güzel görünen yanlarını yakıp küle çeviren, saf halini eritip silen bir lavdır; anlayışı ve merhameti, aklı ve mantığı, coğrafyayı ve tarihi, sağlığı ve hastalığı, zenginliği ve yoksulluğu, istisnayı ve kuralları yok eden bir patlama (…) Ondan geriye sadece her şeyi bozan ve çarpıtan umarsız bir çaba, çaresiz bir saplantı kalır”…
Starnone bu bölümde Pietro Vella’nın dünyayı görme biçimine yakınsamak için birinci tekil şahıs bakış açısını kullanıyor. 1970’li yılların başlarındayız. Pietro Vella “Bir doksan boyunda, gizemli şekilde koyu renkli uzun kirpikleri ve mavi gözleri olan, havuç rengi gür saçlara sahip” yakışıklı bir edebiyat öğretmeni.
Sözünü ettiği duyguları yaratan Teresa Quadraro ise birkaç yıl önce öğretmenliğini yaptığı akıllı, coşkulu ve çekici bir genç kız. İlişki başladığında Pietro 30, Teresa 20 yaşında. Başlangıçta ikisi de çok heyecanlı ama ilişkileri aralarındaki yaş ve deneyim farkından, etkilenecektir… Sonuçta “asla giderilemeyen isteklerle, mutlak iktidar arzularıyla, hakaretlerle, kavgalar, hıçkırıklar ve ısırıklarla biten şiddetli anlarla dolu, hemen hemen üç yıl süren” ilişkileri ayrılıkla sonuçlanır.
Ayrılığın önüne geçmek isteyen Pietro son bir hamle yapar ve birbirlerine en gizli, en utanç verici sırlarını itiraf etmelerini teklif eder. Böylece sonsuza kadar bağlanacaklardır. Ne var ki sırların ifşası da ilişkilerini kurtaramayacak ve herkes kendi yoluna gidecektir.
Kadınlarla arası her zaman iyi olan Pietro kısa zamanda aynı lisede matematik öğretmenliği yapan ve Teresa ile taban tabana zıt fiziksel görünüme ve karaktere sahip –utangaç ve yumuşak- Nadia’ya aşık olur. Hemen ardından evlenmeye karar verirler. Ancak düğünden birkaç gün önce ansızın ortaya çıkan Teresa birbirlerine ifşa ettikleri sırları ima eden bir cümle ile Pietro’ya veda eder: “Kendine dikkat et.”
İşte o andan itibaren aralarındaki sır Pietro’nun bütün hayatını tehdit eden görünmez bir silaha dönüşecektir. Nereye giderse gitsin, ne yaparsa yapsın başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanan bir silah…
İlerleyen yıllar Pietro açısından kazanımlarla doludur. Üç çocuk sahibi olur. Yazdığı bir makale sayesinde İtalya’da tanınmış bir entelektüel kimliğine bürünür. Bu sayede maddi kaygılardan da sıyrılır. Teresa ise gittiği Amerika’da akademik başarıyı yakalamıştır. Ama bağlantıları kopmaz. Attığı her adımda, her varoluşsal kavşakta Teresa’nın gölgesi Pietro’nun yolunu gölgeleyecek, ifşa ettiği sırrın Teresa tarafından korunup korunmayacağı kaygısı zihnini her daim rahatsız edecektir…
Otobiyografi parodisi
Pietro Vella’nun yaklaşık 50 yıllık yaşamına yayılan romanın son iki bölümünde anlatıcı rolünü önce kızı Emma, sonra Teresa Quadraro alıyor ve Pietro’nun hayat hikayesi tamamlanıyor. Romanı sürükleyen sırrın ne olduğu konusunda yorum yapmam doğru olmaz. Zira “sır aydınlanırsa büyü bozulur.”
Ancak hikayenin içine girdiğinizde bir süre merak konusu olan sırrın ilerleyen sayfalarda – Starnone’nin ustalıkla karmaşık hale getirdiği insan ilişkileri karşısında- ehemmiyetini biraz yitirdiğini söyleyebilirim. Ayrıca şunu da akılda tutmakta yarar var; Türkçeye çevrilen önceki romanlarından da anlaşılacağı üzere Starnone’nin romanlarının çok iyi örülmüş hikayelerinde okuyucuyu rahata erdirecek sonlar bulunmaz.
Karakterler için güvenli çıkış yolları sunar, olayları çoğaltır, bakış açılarını ve zamanları değiştirir ve yorumu okuyucuya bırakır. Stornone’nin yaptığı okuyucuya eşlik etmektir, dikte etmek değil. Mesela Teresa “bizim ilerlememizi sağlayan şefkat psikolojisi değil, korku psikolojisidir” dediğinde sadece kendi yargısını iletmektedir. Ton alaycıdır. Teresa’yı onaylayıp onaylamamak okuyucuya kalmıştır.
Türkçeye çevrilen her iki romanında –’Bağlar’ ve ‘Şaka’- da ilişkiler –en çok da evlilikler- üstünde durmuştu. Sadece evlilik kurumuyla sınırlı kalmayan, cinselliği, aşkın ve cinselliğin öğretilmişliğini, kültürü, yaşlanmayı, arzuyu, kuşaklar çatışmasını, özgürlüğü, mutluluğu kapsayan bir anlam arayışı vardı hikayelerinde.
İnsanlar arasındaki bağların doğasını araştırmaya ‘Sır’da da devam ederken karamsar değil Starnone. Ancak söz konusu doğanın bileşenleri olarak yalan ve ihaneti de ihmal etmiyor. İhanet ‘Sır’ın belki de en merkezi teması. Toplumsal sınıfına ihanet, aileye ihanet, sevgiliye ihanet, evliliğe ihanet ve özellikle kendine ihanet. Pietro bu ihanetlerin hepsini de işlemiştir. Kimse tarafından suçlanmaz, kefaret ödemesi gerekmez ama suçluluk onu -ve benzer ihanetler işleyen diğer karakterleri- kemirir durur. Bu nedenle bütün karakterleri yalancıdır. Öyle büyük yalanlar söylemezler. Zira başkalarından önce kendilerini kandırmak zorundadırlar.
Özgür olmanın imkansızlığı
Buna paralel olarak bireyin kendisi hakkında düşündükleriyle gerçek varoluşu ya da başkalarının o varoluş hakkında ne düşündüğü üzerinde de durmuş Starnone. Burada benlik ve öteki ile ilişki sorunu, gerçek, şeffaf ve dolayısıyla özgür olmanın imkansızlığı öne çıkıyor. Kişinin gerçekte kim olduğu, başkalarında bırakmak istenilen imajın kişiyi ne derece doğru yansıttığı, kişiyi düşüncelerinin mi yoksa eylemlerinin mi temsil ettiği, kişinin eylemlerinin ardındaki dinamiğin iyilikten mi yoksa kötü tarafını gizleme isteğinden mi kaynaklandığı türünden bir dolu soru atmış ortaya. Toplum nezdinde başarıya ulaşmış bir kişi olarak Pietro’nun iç hesaplaşmasıyla örnekliyorum:
“… ben neydim ki; eğitimde derinleşememiş zavallı bir beyin, sağlam bir altyapıya sahip olmayan, sonradan kültür edinmiş; tarzında, varoluşunda, ses tonunda hep aşırılıklara kaçan, insanın doğuştan sahip olmadığı, ancak kültürlü bir nesilden kültürlü bir nesile aktarılan o zarafetten yoksun biriydim sonuçta (…) İşte bu düşünceler kafamın içinde dönüp dururken yavaş yavaş edindiğim toplumsal imajım ile aslında nasıl hissettiğim –bir banliyö öğretmeni, başarısız bir aile babası, köşeye sıkışmış ama öyle değilmiş gibi davranan ilgisiz bir koca– arasındaki farkı da daha iyi kavrıyordum.”
Domenico Starnone insanı ve insani ilişkileri sorgulayan eğlenceli hikayeleri kadar dili ve üslubuyla da sevdiğim bir yazar. Öncelikle çok ekonomik bir anlatımı var; az sayfada çok şey anlatmayı biliyor. Ve birinci tekil şahıs anlatısıyla dinlediğimiz karakterlerin sesleri olayları ve düşünceleri iletirken en mahrem duyguları ıskalamayacak kadar tutkulu. Okuyucunun içine işleyen akıcı, güzel ve güçlü bir stilde, iç ve dış gözlem zenginliğiyle nüfuz ediyor insan ruhunun derinliklerine. Romanı okurken karakterlerin aşina gelmesi şaşırtmasın; insana dair genelgeçer gerçekleri yakalıyor – o kahramanlarda kendimizi, kendi arızalarımızı buluyoruz.
Son olarak Pietro Vella ya da okuduğum diğer romanlardaki erkek kahramanlarla Domenico Starnone arasındaki benzerliklere değinmek istiyorum. Öncelikle yaşları aynı. ‘Bağlar’ ve ‘Sır’ın kahramanları ile meslektaş. Ve hepsi de Napolili. Evliliğine, ilişkilerine, ilgi alanlarına ilişkin benzerlikleri de ekleyince romanların otobiyografik özellikler taşıdığı düşünülebilir. Ne var ki Domenico Stornone’nin muzip yapısını göz önüne aldığımızda romanlarının günümüzün çok satar otobiyografik anlatılarının parodisi olduğunu söyleyebiliriz. Tam da roman kahramanının vurguladığı gibi: “Hikâye anlatmak yalan söylemektir ve en iyi yalanı söyleyen en iyi hikâyeyi anlatır.”
‘Sır’ yalanlar üstünden insana dair hakikati arayan güzel bir roman.