Tango, bilebildiğimiz kadarıyla 1885 yılında Buenos Aires varoşlarında ortaya çıkıyor. Başlangıçta söz barındırmayan tango besteleri, tutkulu danslarıyla kısa sürede büyük yaygınlık kazandı. Bu arada belirtmekte fayda var; her ne kadar tangonun vatanı Buenos Aires olarak bilinse de Uruguay’ın başkenti Montevideo da bu noktada hak talebinde bulunan bir şehir. Her iki kentin ortak yönü ise o dönemde Avrupa’dan çok büyük göçler almasıydı. Bu göçler beraberinde İspanya’dan, Macaristan’dan, Rusya’dan ve Almanya’dan belli bir kültürel birikimi de bu yeni dünyaya taşımıştı.
Savaş başlamadan Türkiye’ye geldi
Tango, kısa sürede ve beklenmedik bir biçimde Latin Amerika’da gördüğü ilginin benzerini 20. yüzyılın başlarında Avrupa’da da görmeye başlar. Tangoya kenar mahalle zevki gözüyle bakıp ona burun kıvıranlar içine düştükleri büyük yanılgının farkına varacaklardı. Avrupa’nın büyük bölümü gibi savaşlardan yorgun düşmüş ve büyük yokluklar içerisinde cumhuriyeti ilân etmiş olan bu topraklara tango savaşın gölgesinde gelmişti. İstanbul’da bilinen ilk tango dinletisi 1914 yılında bugünkü Emek Sineması’nın yerinde eskiden bulunan Skating Palace’ta gerçekleşmişti.
Cumhuriyetin ilânından kısa bir süre sonra o dönemde taş plakların da yaygınlık kazamasıyla birlikte tango, tıpkı uğradığı diğer coğrafyalar gibi büyük ilgiyle karşılaşır. Öyle ki Gerardo Rodriguez’in tango şaheseri ‘La Cumparsita’ İstanbul eğlenceleri ve düğünlerde vazgeçilmez ezgi haline gelir. Neredeyse 16 yüzyıl boyunca başkentlik yapan kent, genç cumhuriyet ile bu unvanını Ankara’ya devretse de Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı olmaya sürdürdü. Bu kapı elbette kültürel etkileşime de açıktı.
Tangoda kadın besteciler ön planda
Arjantin’den, Fransa ve İtalya’ya uğrayıp sonrasında Türkiye’ye gelen tango, zaman içerisinde gördüğü ilginin sürekli bir biçimde büyümesiyle birlikte kök salmaya başlar. Bunun en dikkat çekici işareti de Türk müzisyenlerin tango eserleri bestelemeye başlaması olur. Batılılaşma sürecinin de bir ayağı olarak nitelendirilebilecek olan tangonun özellikle kentte bu denli ilgi görmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan Türkçe tangolara da İstanbullular kayıtsız kalmaz.
Türkiye’nin operet kralı olarak da anılan besteci Muhlis Sabahattin Ezgi, bilinen ilk tango bestecimiz olma unvanına sahip. 1889-1947 yılları arasında yaşayan Adana doğumlu Ezgi, aynı zamanda tango eserler besteleyen bir diğer önemli bestecimiz Neveser Kökdeş’in de abisidir. Cumhuriyetin erken döneminden itibaren Türkiye’de karşılık bulan tangoya kadın bestecilerin ilgisi her zaman dikkat çekici seviyelerdeydi. Neveser Kökdeş’in dışında bu konuda öne çıkan bir diğer isim de Paris’te müzik eğitimi alan Afife Hanım’dı.
Afife Hanım’ın dışında mutlaka anılması ve üzerinden durulması gereken bir diğer ismi de Seyyan Oskay. 1913-1989 yılları arasında yaşayan Seyyah Oskay’ın Türk müzik tarihinde gerçekleştirdiği çok özel bir ilk de var. Türkçe sözlü tango bestelerinde öne çıkan isim kemancı ve besteci Necip Celal Andel’in ‘Mazi Kalbimde Yaradır’ bestesini ilk seslendiren kişi. Bu tarihi olay gerçekleştiğinde takvimler 1932 yılını gösteriyordu.
Tango, Münir Nurettin Selçuk ve Zeki Müren’in de dilinde
1930’larda Türkiye’nin film üreten tek ismi olan Muhsin Ertuğrul da tangoya kayıtsız kalmaz. ‘Karım Beni Aldatırsa’ operetinde Muhlis Sabahattin Ezgi’nin, ‘Cici Berber’ filminde ise Mesut Cemil’in tango bestesini kullanır. Üstelik ‘Cici Berber’de tangoyu seslendiren de Muammer Karaca’dır.
Tango 1930’lı yıllardaki o kadar revaçtadır ki Şirket-i Hayriye Boğaz’da tango eşliğinde eğlence seferleri düzenlemeye başlar. Bu turların büyük ilgi gördüğünü söylemeye gerek yok herhalde. Bu dönem, Hafız Burhan, Münir Nurettin Selçuk gibi daha alaturka üsluba sahip sanatçıların dahi tango okuduğu bir dönem olur. Çok da uzak olmayan gelecekte benzeri bir icrayı Zeki Müren de yapacaktı. Sanat güneşimiz Fehim Ege’nin ‘Sevgiden Usanmadı Gönül’ bestesini seslendirmişti.
1950’ler yeni yıldız, yeni soluk
İkinci Dünya Savaşı’na girmesek de soğukluğunu ensemizde hissettiğimiz o karanlık yılların ardından gündelik yaşam rayına otururken sanat da yeniden filizlenmeye başlar. 1950’li yıllara gelindiğinde Türkçe tango, yeni bir yıldız kazanır. 1922 doğumlu Celal İnce. Adana doğumlu olan İnce Taksim Gazinosu’nda çok uzun süre sahne almayı başardı. Bu dönem ününe ün katan İnce, iki filmde başrol oynadı. Bu dönem Türkiye’de bilinen en büyük tango yıldızlarından biri olan Şecaattin Tanyerli’nin de adını duyurmaya başladığı dönemdi.
‘Papatya Gibisin’, ‘Sevdim Bir Genç Kadını’ ve ‘Sana Nerden Gönül Verdim’ gibi sevilen tangolara imza atan Tanyerli, hayatını kaybettiği 1994 yılına kadar ülkemizde tango denince akla gelen ilk isimlerden biri olmayı sürdürdü. Tabii Tanyerli’nin bu başarısında TRT’de kurduğu tango orkestrasıyla yayınlar yapan ve sürekli beste üreten Necdet Koyutürk’ün de payı çok büyüktü.
Cumhuriye tangoları 51. İstanbul Müzik Festivali’nde
Tıpkı caz gibi Türkiye’deki mazisi çok eskilere dayanan tangonun ülkemizdeki serüveni, 51. İstanbul Müzik Festivali’nde izleyiciyle buluşacak. Turgay Erdener’den Yalçın Tura’ya Kaptanızade Ali Rıza Bey’den Fehim Ege’ye Türkiye’nin farklı dönemlerinde tangolar bestelemiş sanatçıların eserleri 15 Haziran Perşembe, Saint Benoit Lisesi’nin bahçesinde yankılanacak. Hakan Şensoy’un yöneteceği konserde Milli Reasürans Oda Orkestrası Ezgi Köker, Teyfik Rodos, Tolga Salman, Rüstem Mustafa, ve Toros Can’ın seslendireceği tango bestelerine eşlik edecek. Konserin biletlerine passo.com.tr adresinden ulaşmak mümkün.