Pek çoğumuz Tayfun Pirselimoğlu’nu yönetmen olarak tanır, filmlerinden bahsetmeye başlarız. Fakat o aynı zamanda ressam ve yazar. Pirselimoğlu hem edebiyatçı, hem ressam, hem de sinemacı olarak üretimine devam ediyor. Bu üretimlerin son meyvesi bir roman.
Pirselimoğlu yeni romanı ‘Cerrah’la okurların karşısına çıkmak için gün sayıyor. İletişim Yayınları’nın yayımlayacağı kitap 16 Ağustos’ta raflarda olacak. Editörlüğünü Emre Bayın’ın üstlendiği kitabın kapak tasarımında Suat Aysu imzası var.
Maymunlar, kaplanlar ve daha fazlası
Tayfun Pirselimoğlu bu sefer tuhaf mı tuhaf bir İstanbul gecesinde devlet adına yüz değiştirme ameliyatları yapan Tarık Kara’nın içinde derin devletin karanlık suretlerinin dolaştığı hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyeye eşlik eden bir maymun ve bir kaplan da var üstelik…
Pirselimoğlu’nun ‘Çöl Masalları’, ‘Kayıp Şahıslar Albümü’, ‘Malihulya’, ‘Şehrin Kuleleri’, ‘Kerr’, ‘Berber’ ve 2021’de yayımlanan ‘Kadastrocu’ adlı başkaca romanları da var.
‘Cerrah’tan tadımlık
Adam gözlerini Tarık Kara’ya dikmiş, masanın sağındaki koltukta kaykılmış bir halde öylece oturuyordu. Tarık Kara ise aşırı uzamış kaşlarının altında huzursuzluk verecek ölçüde merakla kendisini süzen o patlak gözlerden kurtulmak için sol taraftaki koltuğun ucuna tünemiş olan Amir Numan’a dönmüştü; dönmüştü ya üzerindeki neredeyse temasını hissederek dolaşan o kuşkulu nazarlar yüzünden gayriihtiyari arada bir kafasını tekrar ona doğru çevirmeden duramıyordu. O sorgulayıcı bakışlardan hakikaten huzursuz olmuştu. Neden sonra, odadaki suratları inceleme ruhsatına gerçekten sahip tek kişi olduğunu hatırlamış gibi o da döndü, adama daha uzun ve dikkatli bakmaya başladı. Adam başta böyle bir düelloya niyetli değilmiş gibi gözlerini kaçırdı; kafasını tavandaki ışıkları yanmayan eski avizeye çevirdi ama bir süre sonra tekrar ona döndü. Karşılıklı bakışmaya başladılar. Adamın yaşını kestirmek zordu; kırk da olabilirdi, elli de.
İri kepçe kulaklarından fışkıran kalın kıllar ve o makas değmemiş arsız kaşlar daha fazlasının da olabileceğinin işaretiydiler lakin aşırı gür ve o ölçüde sık saçlarında, kırçıl posbıyıklarında en ufak bir beyazlık seçilmiyordu. Onlara boya değmediği belliydi –olsa hemen anlardı– ama en azından buradaki kılına özel bir önem verdiğinin işaretiymiş gibi briyantinle de bolca sıvazlanmışlardı. Artık pek kimselerde olmayan uzun favorileri çenesine yakın bir yerden daha önce rastlamadığı ölçüde damarları fırlamış şakaklarına doğru bir kalem marifetiyle çizilmiş gibi yükseliyordu. Adam nazarların orada dolaştığını anlayınca bir anomali işareti gibi duran iri parmaklı elini geniş alnında, fırlak damarlarında, ardından kafasında gezdirdi. Tarık Kara parmağındakini ancak o zaman fark edebildi; akikten, üzeri ay-yıldız kakmalı, ucuz ama bir o kadar da heybetli bir şövalye yüzüğü. Ardından, adam bıyıklarını sıvazladı, o yüzüklü parmağını posbıyıklarının altında gezdirdi, sanki canı acıyormuş gibi iniltili bir ses eşliğinde derin bir nefes aldı. Burun kanatları tuhaf bir şekilde genişleyip daraldılar.
Cebinden bir sigara paketi çıkardı –yabancı, Tarık Kara’nın daha önce hiç görmediği bir marka–, önce Numan’a, sonra Tarık Kara’ya, sonra tekrar Numan’a uzattı ve komik bir şekilde o koca elinin içerisinde kaybolmuş paketi ikisinin arasında hızlı bir şekilde gezdirmeye devam etti. Numan da Tarık Kara da sanki çocuksu bir illüzyon gösterisiymiş gibi ısrarla gidip gelen o eli seyrederken olumsuz şekilde kafalarını salladılar. Sonunda acıklı bir tebessümle onlara bakan adam durdu, bu teklifinin karşılık görmemiş olmasına hayıflandığını belirtir biçimde dudaklarını büzdü ve o kaba saba halinden beklenmedik bir incelikle kendisi de yakmadı. Sanki hepsi birer sigara yaksalar, sonra hepsi dumanlarını birlikte havaya salsalar birdenbire bir muhabbet çemberi oluşacak, o da buna vesile olmanın keyfine varacaktı. Lakin öyle olmadı ve adam manasız hevesini iyice derinlere gömüp canı sıkkın bir halde paketi cebine soktu.