Kolombiyalı yazar Pilar Quintana, ‘Uçurumlar’da ebeveynleri arasındaki mutsuz ilişkiyi kavramaya çalışan bir kızın iç dünyasında dolaşıyor. Annesini kaybetme korkusuyla yaşayan küçük çocuğu çevreleyen boğucu atmosfer ile doğanın güzelliğini zıtlık içinde bir arada sergileyen sıcak ama hüzünlü bir hikaye…
Pilar Quintana, 1972’de, Kolombiya’nın Cali kentinde doğdu. Bogotá’daki Javeriana Üniversitesi’nde öğrenim gördü. 2011 yılında Iowa Üniversitesi Uluslararası Yazarlık Programına yazar olarak ve 2012 yılında Hong Kong Baptist Üniversitesi Uluslararası Yazarlar Atölyesi’ne misafir yazar olarak katıldı. İlk romanı ‘Dilde Gıdıklanmalar / Cosquillas en la Lengua’ 2003’te yayımlandı. 2007’de Hay Festival’de Latin Amerika’nın en gelecek vaat eden yazarları arasında gösterildi. 2017’de yazdığı ‘Köpek’ romanıyla Biblioteca de Narrativa Colombiana Ödülü’nü, 2021’de yayımlanan ‘Uçurumla / Los Abismos’ romanıyla Alfaguara Roman Ödülü’nü kazandı.
İntihar saplantısı
“Oturduğumuz dairede o kadar çok süs bitkisi vardı ki, biz onlara ‘orman’ derdik.” diye giriyor söze anlatıcı. O, yani Claudia, 80’li yılların ilk yarısında Kolombiya’nın Cali kentinde yaşayan orta sınıftan bir ailenin tek çocuğu. Henüz sekiz yaşında. Dünyaya etrafındaki yetişkinlerin gözünden baktıkça duygu ve düşünceleri birbirine karışan hassas bir çocuk.
İşte onun bakış açısıyla yaklaşıyoruz ailenin hikayesine. Okuyucuyu ailenin geçmişiyle tanıştırmak için annesinin ve babasının çocukluktan yetişkinliğe uzanan hayatlarından -kendince önemli- kesitler veriyor. Büyükannelerinin ve büyükbabalarının hikayesini, ebeveynlerinin nasıl tanıştıklarını, aile ortamını, gündelik rutinlerini öğreniyoruz.
Babası Jorge, bir süpermarketin sahibi ve bütün gün işiyle meşgul, suskun bir adam. Babasından çok daha genç bir kadın olan annesi -onun adı da Claudia- ise kendi babasının iznini alamadığı için üniversiteye gidememenin hayal kırıklığını hala üzerinden atamamış, günlerini magazin dergileri okuyup kızının aklını popstar kadınların trajik kaderleriyle ilgili haberlerle dolduran, kızıyla yeterince ilgilenmeyen mutsuz bir kadın. Kısacası Claudia, yalnızlık çeken bir çocuk.
Babasının kız kardeşi ve süpermarketteki ortağı Amalia Hala da yalnız bir kadındır. Bu hayattan sıkılmış olmalı ki çıktığı geziden kendisinden çok genç ve yakışıklı bir adamla döner Cali’ye. Ve bir de kocaman bez bebekle. Pauline adını verdiği bebek bir süre sonra Claudia’ya hem dış hem de iç yolculuklarında eşlik eden neredeyse gerçek bir arkadaşa dönüşecektir.
Evde hayat normale döner ve annenin ısrarı ile bir süreliğine bir arkadaşlarının Cali dağı yamaçlarındaki çiftliğinde yaşamaya karar verirler. Uçurumlarla dolu vahşi bir doğaya sahip bu çiftliğin mazisinde bir kadının trajik sonu saklıdır. Bir yandan bu kayıp kadını ve bir zamanlar bu çiftlikte sürüp giden yaşantıyı hayal eden, diğer yandan bütün mutsuz kadınlarla özdeşleştirdiği annesini kaybedeceği düşüncesine saplanan Claudia’ın rüyaları kabuslarla bölünecektir:
“Kemikten ibaret bu elin beni odamdan çıkarıp evin öbür yanındaki başka bir odaya götürdüğünü anladım. Onun yaşadığı tarafa. Geceleri sis bizi sarıp sarmaladığı zaman varlığını hissettiğimiz öbür tarafa. Anlaşılmaz seslerin duyulduğu gizli dünyaya. O anda gerçekten uyandım.”
Claudia’nın baktığı Narin’in gözleridir
Pilar Quintana’nın Türkçeye çevrilen ilk romanı ‘Köpek’ annelik arzusuna, sorumluluğa, yalnızlığa, insanın hayvanlarla ve doğayla ilişkisine dair etkileyici bir anlatıydı. Özellikle de roman kahramanı Damaris’in hamile kalamamanın yarattığı hayal kırıklığı ile girdiği karanlık ruh haline çok iyi nüfuz etmişti Quintana. ‘Uçurumlar’da benzer duyguları ve karanlığı farklı bir hikaye ile işliyor. ‘Köpek’te anlatılan anne olmak isteyen ama olamayan bir kadındı, ‘Uçurumlar’ın kahramanı anne eksikliği çeken bir çocuk. İki büyük yoksunluk etrafında işlenen temalarsa ortak; depresyon, yalnızlık, şiddet, psikolojik rahatsızlıklar, intihar ve ölüm…
Şiddet derken Kolombiya’nın 80’li yıllarda uyuşturucu kartelleri, devlet güçleri ve gerilla arasındaki sonu gelmez çatışmalarla sürüp giden gündelik yaşantısından söz etmiyorum. Hikaye anlatı zamanında Kolombiya’da neredeyse bir iç savaş hali yaşanmasına rağmen Quintana, toplum tarafından kanıksanan bu şiddete ve aktörlerine ufak tefek göndermeler dışında değinmemiş. Bunun yerine, orta sınıf bir ailenin gündelik yaşantısı üzerinden erkek egemen toplumun kadınlar üzerindeki bastırılmış şiddetine odaklanıyor; kadınların eve neredeyse hapsedimesine, umutsuzluklarına, ölümlerine ya da ölmek istemelerine yol açan durumlara…
‘Köpek’teki Damaris ile ‘Uçurumlar’daki anne Claudia arasında yaşları dışında bir benzerlik yok. Olmasına gerek de yok. Zira onlar -bütün kadınlar gibi- önceden belirlenmiş kaderleriyle birbirlerine bağlılar. Benzer uçurumlara çekilmeleri kaçınılmaz. Bu gerçek, aynı ismi taşıdığı annesiyle aynı kaderi paylaşacağı imlenen çocuk Claudia’nın ağzından dile getiriliyor: “Ölmüş kadınları düşündüm. Bir uçuruma eğilmek, onların gözlerine bakmak demekti (…) Onun içinde de ölmüş kadınlarınki gibi, Gloria Inés’inki gibi, hiçbir şeyin dolduramayacağı derin bir uçurum vardı.”
Quintana, 80’lerin Kolombiyası’nı anlatıyor ama her gün bir yenisine tanık olduğumuz kadın ve çocuk cinayetleri ya da taciz/tecavüz vakaları bizim için hala yakıcı, üzücü ve utandırıcı meseleler. Öyle ki romanı okurken sekiz yaşındaki Claudia ile yaşıtı Narin arasında bağlantı kurmak kaçınılmaz oluyor. Küçük yaşta uçurumlarda dolaşan iki kız çocuğu. Yetişkin çılgınlığının yol açtığı yaralar birinde erken bir masumiyet kaybıyla, diğerinde erken bir ölümle noktalandı. Şimdi eğildiği derin uçurumda Claudia’nın baktığı Narin’in gözleridir.
Her ne kadar yetişkinlikten geçmişe yapılan bir iç yolculukla anlatıldığını fark etsek bile, anlatıcının sesi hayatının o aşamasını, içgörüsünü, merak duygusunu ve masumiyetini yakalayarak sekiz yaşındaki Claudia’nın bakış açısını yansıtmayı başarıyor. Duygusal yükü arttıran bu anlatı tekniği titiz oluşturulmuş cümleleri, sadeliği ve doğallıyla güzel bir dille desteklenmiş.
Doğa bir karakter gibi
Kısa romanlar yazıyor Quintana. ‘Köpek’te ve ‘Uçurumlar’da ana konudan çok fazla sapmadan, dikkati zayıflatmadan, sonuca doğru hızla ilerleyen ekonomik bir anlatı yapısı kurmuş. Kısa düşünce parçalarıyla, akıcı diyalogların iç içe geçtiği, hareketli, zaman zaman gerilimli anlatısı hem işçilik hem ustalık ürünü. Asıl ustalık doğanın hikayeye bir karakter gibi katabilmesinde.
Doğa hem metafor, hem fiziksel bir mekan hem de boğucu atmosferle kontrast yaratan bir motif olarak kullanılmış. Mesela kitaba adını veren uçurumlar hikayede hem topoğrafik -gerçek fiziksel- anlamı ile hem de ruhsal ve duygusal göndermeleriyle Claudia’nın iç dünyasını yansıtıyor. Claudia’nin sonlara doğru bir köylünün ağzından Virunas efsanesini öğrenmesiyle birlikte ‘gotik’ motifler de katılıyor hikayeye. Onları da doğa ve iklimle yoğurmuş Quintana; sis Claudia’yı bir kurdun çeneleri gibi sarıyor, dağlardan yağmur fışkırıyor, geceleri Viruñas’ın hayaleti çatılarda, çiftliğin kayıp sahibesi Rebeca’nın hayaleti evin içinde dolaşıyor – küçük kızın dehşetini tasvir etmek için…
Travmatik deneyimlerle yitirilen çocukluk çağı, bireyin içinde ve dışında açılan uçurumlar, bu uçurumlara düşmek ya da sevdiği birini yitirmek korkusu, ebeveynlik sorumluluğu, olmayan ya da olamayan hayatlar, bastırılmış arzular, alınan yanlış kararların pişmanlığı… ‘Uçurumlar’, iyi anlatılmış sevimli hikayesiyle böylesine sorular ve sorunlar arasında dolaştırıyor okuyucuyu. Tam da uçurumun kıyısında…