İtalyan müzisyen Bartolomeo Cristofori barok dönemin tüm görkemiyle hüküm sürdüğü 17. yüzyılın o debdebeli senelerinde yaşadı. İtalya’nın Padova kentinde yaşayan bu müzisyen bir icada imza atmasaydı belki de çağdaşı pek çok müzisyen gibi zaman içerisinde unutulacaktı. Ama onu diğerlerinden farklı kılan bir şey yaptı. Başlarda pianoforte adını verdiği enstrümanı icat etti. Aslında belki de geliştirdi demek lâzım. Zira o dönemde hem org hem klavsen gibi tuşlu enstrümanlar mevcuttu. Muhtemelen tam 1700 yılında icat edilen bu çalgı müzik tarihinin seyrini değiştirdi. Zaman içerisinde de pianoforte adı kısalarak sadece piyanoya dönüştü; ki bu kelime İtalyancada “yavaş” anlamına da gelmekte.
Dünya Piyano Günü’nde Mozart’tan Freddie Mercury’ye
Zaman içerisinde gelişim gösterse de pedalları, kuyruğu ve tam 88 tuşuyla piyano, günümüzün en popüler entrümanlarından biri. Bununla birlikte üç asırdan beri bestecilerin bestecilerin eserlerini bestelediği enstrüman olma payesine sahip. Mozart, Beethoven, Schubert, Chopin, Liszt, Satie, Şostakoviç, Ludovico Einaudi, Paul McCartney, Elton John, Freddie Mercury ve hatta Lady Gaga; tüm bu isimleri birleştiren şey bestelerini bu enstrümanla yapmaları. Tarihsel süreç içerisinde müziğe dair çok şey değişti ama bu özel enstrümanın önemi hiç değişmedi, azalmadı. İşte tam da bu yüzden, bu sihirli sese sahip enstrümanı şereflendirmek için tuş sayısına ithafen yılın 88. günü Dünya Piyano Günü olarak kutlanıyor. Normalde 29 Mart’a denk gelen bu özel gün, artık yıllarda ise 28 Mart’ta kutlanıyor.
Tarihin ilk popstarının yanında sadece piyanosu vardı
Klasik müziğin barok sonrası olarak bilinen ve 18. yüzyılın başlarından itibaren etkisini gösteren klasik dönemi piyanonun altın çağının başlangıcıydı. Joseph Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig van Beethoven bu dönemin üç büyük bestecisi olmakla birlikte piyanoyu hayatımıza daha fazla sokan isimler oldu. Mozart’ın ’21 numaralı Piyano Konçertosu’ , Beethoven’in ‘Ay Işığı Sonatı’ olarak da bilinen ’14 Numaralı Piyano Sonatı’ o dönemde bu enstrümana adanmış en güzel eserlerden ikisiydi.
Sonra müzikte yeni bir dönem başladı. Siyasetteki etkisini milliyetçilikle romantizm, müzikte kendisini Frederic Chopin, Ferenc Liszt, Bedrich Smetana, Antonin Dvorak ve Sergey Rahmaninov gibi büyük besteci ve icracılarla gösterdi. Üstelik artık resitaller çağı da başlamıştı. Bu da beraberinde tarihin ilk popstarlarının ortaya çıkmasını sağlamıştı. O isim Ferenc Liszt’ti. Solo piyano performanslarıyla gittiği her yerde büyük ilgi gören müzisyen, tam bir asır sonra The Beatles nasıl ilgi gördüyse onun bir benzeriyle karşılaşıyordu. Ne yazık ki o devirde henüz kamera olmadığı için o anlara sadece aktarılanlar nezdinde vakıfız. Ancak şu bir gerçek ki piyanosu başında büründüğü hava onu bambaşka bir mertebeye çıkarmıştı.
Piyano Osmanlı sarayında
20. yüzyılın şafağında dünya hiç olmadığı kadar değişirken piyano da gelişiyordu. Bugünkü formuna kavuşan enstrüman kâh entelektüellik kâh da burjuvazi alameti olarak evlere de girmeye başladı. Öyle ya Osmanlı’daki Batılılaşma hareketinin toplumsal hayattaki sembollerinden biri oldu. Halife Abdülmecit Efendi’nin ‘Haremde Beethoven’ tablosunun tam merkezinde bir piyano vardır. 1915 tarihli bu tablo, dönüşmeye çalışan bir toplumun bu entrümana verdiği önemin de göstergesiydi. O esnada Avrupa’daki kentlileşen ve orta sınıfın içerisinde yer alan ailelerin evinde zaten piyano bulunması bir statü simgesine dönüşmüştü bile. Herkes kendi yeteneği çerçevesinde bu büyülü enstrümanın başına geçip bir şeyler çalmanın hevesindeydi.
Savaşlar çağının yıkıcılığı evlerdeki piyanoları da etkiledi. Önce Birinci Dünya Savaşı sonrasında da İkinci Dünya Savaşı, kentleri, evleri ve piyanoları yok etti. Ancak hepsini değil. Roman Polanski’nin beyaz perdeye taşıdığı ‘Piyanist’ filmi tam da o trajedi yıllarında hayata enstrümanıyla tutunan tutkulu bir müzisyenin hikâyesiydi. Evet, Wladyslaw Szpilman’dan bahsediyoruz. 2002 yapımı filmde Adrien Brody’nin unutulmaz oyunculuğunda piyano başındaki sahnelerin payı büyüktü. Nazi subayı tarafından öldürülmediyse bunda piyanonun rolü yadsınamazdı. Szpilman’ı o cehennemden kurtaran şey enstrümanı olmuştu.
Savaş biter, dünya yeni bir hayatı yaşamaya başlar. Savaş yıllarında doğanlar dünyayı ve dolayısıyla da müziği de değiştirecekti. İngiltere’nin işçi yoğun liman kenti Liverpool’da 1960 yılında The Beatles adlı bir grup ortaya çıktı. Müzikleri farklıydı. Avrupa kültürü için yeni bir şeydi bu. ABD’de filizlenen rock ve blues gibi türlerin etkisi vardı. Yeni Dünya ilk kez Eski Dünya’ya kültür aktarıyordu. Bateri ve elektro gitar gibi enstrümanlar daha görünür olmaya başlamıştı. Ancak bu demek değildi ki piyano ile vedalaşacaktık. Grubun hayattaki iki üyesinden biri olan Paul McCartney, 1968 yılında o efsane şarkıyı enstrümanı başında söyleyecekti: “Hey Jude, sakın korkma”
20. yüzyılın en büyük hitinde piyano başrolde
Paul McCartney’in Jude karakteri üzerinden aslında hepimize verdiği öğüt, kulaklara küpe olacak türden. Piyanolu o efsane girişin ardından akan şarkı yarım yüzyıldan uzun bir süredir dünyanın en çok sevilen şarkılarından biri. Fakat onun kadar sevilen bir şarkı daha var ki onda da piyano başrolde. Takvimleri yedi yıl ileriye sarıyoruz. 1975 yılında ilk albümünün yarattığı sükseyi sürdürme hevesindeki Queen, yapımcısını yeni bir şarkı için ikna etme mücadelesindeydi. Aslında bu mücadeleyi en çok veren isim şarkısına çok güvenen Freddie Mercury’ydi.
Şarkısı radyoların belirlediği sürenin neredeyse iki katı uzunluğundaydı. Bu yüzden de yapımcıdan sürekli veto yiyordu. Restleşme öyle bir boyuta gelmişti ki albüm az daha çıkmayacaktı. Ancak Freddie Mercury’nin inadı bu savaştan galip çıktı. Sonrasında ne mi oldu? Karşımızda 20. yüzyılın muhtemelen en büyük hiti; Bohemian Rhapsody. Üstelik bu konu müzik eleştirmenlerinin nadiren fikir birliği oluşturduğu bir konu. Bir rock şarkısı mıydı? Tek başına, hayır. Lisztvari bir klasik müzik eseri miydi? Kuşkusuz etkisi vardı. Çünkü piyano başroldeydi.
Piyano, rock müziğinin efsanesi Freddie Mercury hayatta olduğu sürece hep yanında oldu. Hem bestelediği şarkıların ön planında yer aldığı hem de konserlerdeki gösterisinin bir parçası olarak karşımıza çıktı. Gelelim 1990’lara. Dünya hızlı bir şekilde değişirken bu değişimden müzik de payına düşüne alıyordu. Kalabalık kentler, tüketim toplumu ve hızlı yaşam insanları yavaş yavaş bezdirirken daha sakin bir yaşam arayışı da öne çıkmaya başlamıştı. Tabii bunun sanatta da bir karşılığı olacaktı. Bu minimalist tavrın müzikteki karşılığı minimal müzik oldu.
Önce Philip Glass ardından da Ludovico Einaudi ve Max Richter gibi isimler bu türe yön verdi, geliştirdi. Kimi zaman da neo-klasik müzik olarak da adlandırıldı. Türün en önemli özelliklerinden biri piyanonun başrolde olması hatta mümkün mertebe sahnede yalnız kalmasıydı. 2000’li yıllarda bu tür daha da gelişirken dinleyici sayısı da katlanarak arttı. Öyle ki Ludovico Einaudi günümüzde Spotify’da en çok dinlenen müzisyenler arasına girmeyi başarmış durumda. Üstelik bunu kalabalık altyapılarla değil, mümkün mertebe yalın piyano melodileriyle yaptı.
Daniel Barenboim, Fazıl Say ve niceleri
Sanatçının 2013 çıkışlı ‘Time Lapse’ albümünde yer alan ‘Experience’ şarkısının son birkaç yıldır ısrarlı biçimde TikTok ve Instagram’da en çok kullanılan melodiler arasında yer alması bir tesadüf olmasa gerek. Biz buna piyanonun sesinin gücü diyebiliriz. Günümüzde bu özel enstrümanı dünya çağında ileriye taşıyan ve gençlere ilham olan pek çok isim var. Geçen hafta hayatını kaybeden Maurizio Pollini bunlardan biriydi.
Daniel Barenboim ve Martha Argerich yaşayanlar arasında piyanist kimliğiyle öne çıkan virtüözler. Daha genç kuşaktan ise Fazıl Say, neredeyse her konseriyle kapalı gişe çalacak kadar müzikseverlerin beğenisini toplamış bir piyanist. Evgeny Kissin, Vikingur Olafsson, Daniil Trifonov, Alice Sara Ott, Helen Grimaud ve bu yıl İstanbul Müzik Festivali kapsamında dinleyeceğimiz Maria Joao Pires, piyano denince akla gelen isimlerden. Bu özel enstrümanın sesininin dünya üzerinde yankılanmasına vesile olan herkese teşekkürler.