Türk müziğinde kendisinin hep altını çizdiği erdem kelimesinin bir karşılığıydı Fikret Kızılok. 10 Kasım 1946'da İstanbul'da dünyaya gelen Kızılok, entelektüel kişiliği, her dönem muhalif ve ilkeli duruşuyla bir müzisyenin çok ötesiydi.

Vefatının üzerinden tam 22 yıl geçti. Ancak geçmeyen bir şey var o da şarkılarının hükmü. mor ve ötesi'nden Sertab Erener'e, Funda Arar'dan Duman'a nice müzisyen ve topluluk bu engin insanın zamansız şarkılarına yeniden ses oldu.

1969 yılının Türkiyesi. İki genç arabalarıyla Anadolu yollarında. İstikamet Sivas’ın Sivrialan köyü. Arabanın içindeki iki idealist gençten biri Fikret Kızılok, diğeri ise Arda Uskan. Yolculuğun nihai varış noktası ise Aşık Veysel’in evi. Müzisyen, son büyük âşıktan türküsünü seslendirmek için icazet almak, gazeteci Arda Uskan ise röportaj yapmak için bu uzun yolculuğa dert etmeden müziğe, felsefeye ve siyasete dair kim bilir aralarında neler konuşup varıyorlar Sivrialan köyüne.

Fikret Kızılok için bir dönüm noktası

Bu yolculuk kendi deyimiyle Fikret Kızılok’un hayatındaki en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Hem Anadolu’yu hem de bir bilgeyi daha yakından tanımıştı. Elbette ‘Uzun İnce Bir Yoldayım’ türküsü için istediği izni almıştı. Kendi halinde bir hayat süren Âşık Veysel’in icazet vermemesi beklenmiyordu. Üstüne bir de genç gazeteci Arda Uskan’ın sorularını da yanıtlamıştı. Fikret Kızılok, bu yolculuğu sonrası müziğiyle “aranjman” furyasına daha sert bir biçimde direnecek Arda Uskan ise Cannes yollarına düşüp John Lennon ile buluşacaktı. Şimdi bu yolculuğun öncesindeki atmosfere bakmak için İstanbul’un iki semtine dönelim; Kadıköy ve Galatasaray.

Fikret Kızılok, 1969 yılında Âşık Veysel’i, yaşadığı Sivrialan köyünde ziyaret etmişti.

Kadıköy’den Galatasaray’a

10 Kasım 1946 tarihinde Kadıköy’de dünyaya geldi Fikret Kızılok. Galatasaray’ın ilkokul bölümünde başladığı eğitimine lisesinde de devam etti. Oldukça parlak bir öğrenci profili çizen geleceğin müzisyeni, tutkunu olduğu bu sanat dalıyla lise sıralarında tanıştı. Bir üst dönemden abisi olan Barış Manço ve Timur Selçuk, elbette ona yol gösteren isimler oldu. Bu yönüyle oldukça şanslıydı. Zira dayanışma kültürünün en üst düzeyde olduğu bir kültürün merkezindeydi. Yabancı dil olarak Fransızca eğitim alan bu gençler elbette müzik bakımından da oradan besleneceklerdi. Fransa’dan gelen plaklara artık ibrenin Ada’ya dönmesiyle birlikte İngiltere’den de gelenler eklenmişti. Öyle ya o sıralar esmeye başlayan rock rüzgarı ABD’den Avrupa’ya ulaşmıştı bile.

Lise yıllarından itibaren o günün koşulları imkân verdiği doğrultuda farklı müzikleri dinleyen, gitar çalmayı öğrenen Fikret Kızılok, her ne kadar üniversitede diş hekimliği okuyacak olsa da hayat yolculuğundaki rotasını çoktan belirlemişti; müzik. İlk konserini daha okul yıllarında o dönemin popüler mekânı Taksim Belediye Gazinosu’nda vermişti. Ancak bu iş burada kalmamalı bir atılım yapmalıydı. Cahit Oben 4 bunun için ideal bir başlangıçtı. Cahit Oben’in grubunda bas gitarist Koray Oktay ve baterist Erol Ulaştır vardı. Kızılok da grubun gitaristi oldu. Avrupa’yı kasıp kavuran Beatles, bu genç dörtlünün de ilham kaynağıydı.

O dönem pek çok müzisyenin yaptığı gibi İlham Gencer’in işlettiği Çatı Gece Kulübü’nde sahne alan Cahit Oben 4, kendi bütçeleriyle ilk 45’liklerini doldurur. Bir Beatles coverı olan ‘I Wanna Be Your Man’ ve ’36 24 36′ şarkılarının yer aldığı bu ilk 45’lik sonrası grup, bir nevi “öze dönüş” yaparak türkülere yöneldi. Plağın ilk yüzünde ‘Silifke’nin Yoğurdu’ diğer yüzünde ise ‘Hereke’ adlı şarkı vardı. 1964 çıkışlı bu şarkı ilk Fikret Kızılok bestesi olarak yayınlandı. Grup bir yıl sonra Hürriyet’in prestijli Altın Mikrofon yarışmasına katıldı. ‘Makaram Sarı Bağlar’ ve ‘Halime’ adlı iki şarkının yer aldığı 45’lik dikkat çekmeyi başarmıştı. Ancak Cihat Oben’ müzikal yolculuğuna nişanlısı Fisun Önal ile devam etmek istedi.

Anadolu ezgiler, Fikret Kızılok’un müziğinde her daim yüzünü döndüğü bir yön oldu. Gitarın yanı sıra bağlama da çalan Kızılok, Âşık Veysel’in vefatından sonra bağlamasını kırıp müzikal üretimine ara vermişti.

Vakit, yenilik vaktidir. Gitarda Harun Batıbaygil, basta Gökhan Targay ve bateride Koral Tümay’dan oluşan Üç Veliaht ile yoluna devam edecekti. 1965 bitmeden de grubun ilk plağı yayınlanır. Bu grup uzun ömürlü olmaz ve bir süre sonra içinde Barış Manço’nun da yer aldığı Kaygısızlar grubu kurulur. Grubun kaydettiği ‘Ay Osman’ şarkısı dikkat çekmeyi başarır. Ancak ikilinin arasını açacak bir gelişme yaşanır. Barış Manço, Fikret Kızılok’un eski sevgilisi Marie Claude ile aşka yaşamaya başlayınca Kaygısızlar’ın hikâyesi de sona erdi.

Fikret Kızılok ‘öze’ dönüyor

Bir süre üniversitede diş hekimliği eğitimine devam eden Fikret Kızılok, yazının girişinde bahsettiğimiz Sivas’a 1969 yılında yaptığı geziye kadar bir süre müzik dünyasının uzağında kalır. Mahalleden arkadaşı Arda Uskan ile çıktığı bu yolculuk, müzikal olarak da bir yeniliğin habercisiydi. Üstelik aranjmanların Türkiye’yi kasıp kavurduğu bir dönemde. Yıllar sonra verdiği bir röportajda bu dönem hakkında şunları söyleyecekti müzisyen: Piyasa, öylesine Türk benliğinden uzak melodilere kucak açmıştı ki, beni dinlemeyeceklerdi bile. Bugün ise durum büyük bir hızla değişiyor. Bu öz benliğimize dönüşte ben de üzerime düşen görevi yapmaya karar verdim.

Turnede donma tehlikesi atlattı

Âşık Veysel ile buluşmasının mevyesi olan ‘Yumma Gözün Kör Gibi’ Fikret Kızılok’a 1970 yılında ilk Altın Plak ödülünü kazandırır. Bu başarının hemen ardından yayınladıığı ‘Söyle Sazım’, Barış Manço’nun ‘Dağlar Dağlar’ şarkısını devirip listelerde birinci sıraya yerleşir. Bu başarılar beraberinde de bir turneyi getirir. Turnede çok sevdiği ülkesinin dört bir yanına gitmeyi kendisine amaç edinen genç müzisyen Siverek’te donma tehlikesi geçirir. Sanatçıyı şans eseri bir tır şoförü kurtarır. Bu olayın üzerine yayınladığı ‘Emmo’ 45’liğini hayatını kurtaran o şoföre adar.

Bu dönemde Ahmet Arif’in şiirlerinden etkilenmeye başlayan Fikret Kızılok, ‘Anadoluyum’ bestesinin ilk kıtasında şairin dizelerini kullanır. 1973 yılında yayınladığı ‘Köroğlu Dağları’ o döneme kadar Türk müziğinde pek de kullanılmayan bir enstrümanın kulaklarda yankılandığı bir şarkı olur. Trakya usulü klarnet solosunun yanı sıra şarkıdaki sitarlı giriş büyük ilgi görür. Şarkıyı yakın tarihte Hollanda merkezli Altın Gün grubu da yeniden seslendirdi.

Âşık Veysel ölünce sazını kırdı, müziği bıraktı

1973 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin 50. yılı olması nedeniyle ayrı bir öneme sahipti. Ancak o yıl Türkiye’nin en büyük değerlerinden biri Âşık Veysel’i Türk milletinden ayırdı. Fikret Kızılok, büyük hayranlık duyduğu ve ilham aldığı Âşık Veysel’in cenazesine katıldı. Cenaze dönüşünde bağlamasını. Bu, müziği bırakma anlamına gelecek bir hareketti. Nitekim öyle de oldu. Sanatçı, bir süre müzikal üretimden uzak durdu. Bir süre sadece diş hekimliği ile ilgilendi. Ancak müzik tutkusu o denli büyüktü ki bu ayrılığı daha fazla sürdüremedi. 1974 yılında Tehlikeli Madde adını verdiği topluluğu kurdu. Anadolu ezgilerini modern rock motifleriyle birleştiren grup, Ahmed Arif’in şiirlerinden yararlandığı ‘Haberin Var mı’, ‘Kör Pencere’ ve ‘Ay Battı” adlı bestelerin yer aldığı plağı yayınladı.

Plakta yer alan ‘Haberin Var mı’ şarkısını yıllar sonra Funda Arar yeniden seslendirip yeniden düzenlemesiyle büyük başarı yakalayacaktı. Plakta yer alan ve ‘Haberin Var mı’ esintileri taşıyan ‘Ay Battı’ enstrümental müzik açısından Türk müzik tarihinde önemli bir yer edindi.

Ve sırada Nazım Hikmet şiiri

Fikret Kızılok, ilk gençlik yıllarından itibaren siyaset ve felsefeye büyük ilgi duydu. Verdiği bir röportajda siyaseten durduğu yeri “Ben Marksist’in daha ötesinde bir komünistim” sözleriyle açıklayacaktı. Lise yıllarından beri şiirlerine hayran olduğu Nazım Hikmet’in bir şiirini besteleyen müzisyen, ‘Anadoluyum 75’ adıyla bu şarkısını yayınladı. Plakta Âşık Veysel ve Mahzuni Şerif’ten de eserlere yer veren müzisyen sonrasında bir süreliğine müzikal anlamda sessiz kalmayı tercih etti.

Türkiye’nin en çalkantılı günlerinde Fikret Kızılok, sözünü müziğin diliyle söleyeceği bir albüm yayınladı. Gerçi albümdeki çoğu beste 1970 yılında bestelenmiş ama gün yüzüne çıkmamıştı. Atonal yani o dönem için oldukça deneysel yapıdaki bu albümde bir Nazım Hikmet şiiri daha yer bulur. Ancak 1978 yılının o hareketli atmosferinde ‘Not Defterimden’ adlı bu albüm pek ses getirmez ve bir süre sonra da toplatılır. Albümün yeni baskısıyla dinleyebilmek için 1993 yılına kadar bekleyecekti. Neyse ki bu albümün değerini dünyanın bir yerlerinde bilenler çıkmıştı. Albüm, Varşova’da ödül aldı.

‘Sevda Çiçeği’ mi ‘Tanrı’ya Feryat’ mı?

Çatışmalar yüzünden her gün insanların hayatını kaybettiği bu dönem köyden kente göçün de artmaya devam ettiği bir devir olur. Toplumsal gerginlik had safhadayken Fikret Kızılok, 1978 yılında babalık duygusunu tadar ilk kez. Aynı yıl yaptığı şarkıların ticari kaygı taşımaması nedeniyle plak şirketleri tarafından basılmamasına tepki gösterip müziği braktığını duyurur. Oysaki o güne kadar müzisyen tam 13 Altın Plak kazanmıştı. Nitekim 1980 yılında darbe olur. Bu dönemde de yeni şarkı yayınlamayan sanatçı, 1983 yılında yani tam beş yıl sonra geri döner.

‘Zaman Zaman’ adlı albümünün içindeki aynı adlı şarkı kısa sürede dikkatleri üzerine çeker. Bugün artık bir Fikret Kızılok klasiği olarak da kabul edilen tek şarkı bu olmaz. Yıllar sonra mor ve ötesi’nin seslendirdiği ‘Sevda Çiçeği’ yine bu albümde yer alır. Ancak şarkı daha sonra müzisyeni Orhan Gencebay ile karşı karşıya getirir. ‘Sevda Çiçeği’nin melodisinin Gencebay’ın ‘Tanrı’ya Feryat‘ şarkısından alındığı iddialarını Kızılok reddetti ve şarkıda bir Bektaşi nefesinden esinlendiğini söyledi.  Aynı yıl Çekirdek Sanat Evi projesini Bülent Ortaçgil ile birlikte hayata geçiren müzisyen, pek çok müzisyenin ilk sahne deneyimini yaşamasına vesile olur. Kimler geçmedi mi ki o sahneden? Yeni Türkü, Ezgi’nin Günlüğü ve Erkan Oğur, bu isimlerde akla ilk gelenleri olur.

‘Bizler gittikten sonra edilen lafların hepsi palavra’

1990’lı yılların başında Türkiye hızlı bir dönüşüm yaşamaya başlar. Terör, enflasyon ve siyasi krizler ülke gündemini meşgul ederken köyden kente göç sonucu başta İstanbul olmak üzere büyükşehirlerde nüfus giderek artar. Bu dönemde türeyen “sonradan görmeliğe” Fikret Kızılok’un da vereceği bir cevap olacaktı: Why High One Why. Evet, şarkının sözleri aslında oldukça anlaşılır. Türk müziğinde hicvin en güzel şekilde kullanıldığı eserlerden biri olan bu şarkının vokalleri arasında Hıncal Uluç, Ferhan Şensoy, Grup Gündoğarken üyeleri yer alıyordu. Bu şarkının ardından 1995 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yönelik hicivlerin yer aldığı ‘Demirbaş’ adlı şarkısını 1995 yılında yayınlayan müzisyen, 1997 yılında bir veda albümü yayınlar. ‘Mustafa Kemal – Devrimcinin Güncesi’ adını taşıyan bu destansı anlatıya sahip albüm büyük ilgi görür.

Entelektüel birikimi, sanatçı duruşu, her daim erdemli tavrıyla Fikret Kızılok Türk müziğinde yeri doldurulamaz bir konuma sahip. 22 Eylül 2001’de henüz 56 yaşındayken kalp krizinden vefat eden müzisyenin naaşı Bodrum’a defnedilir. Müzisyenin en yakın arkadaşlarından Cem Karaca, vefat haberi sonrası duygularını şu sözlerle açıklar: Fikret’in ölümünden sonra kala kala Erkin ve ben kaldık. Bizler gittikten sonra edilen lafların hepsi palavra. Böyle insanların değerleri öldükten sonra anlaşılıyor.

Atatürk, Mozart ve Adnan Saygun’un başyapıtlarıyla anıldı