ABD tarihinin en büyük hapishane firarı olarak bilinen Alcatraz kaçışına dair yıllardır gizli kalan bir ayrıntı nihayet gün yüzüne çıktı. 

ABD tarihinin en büyük hapishane firarı olarak bilinen Alcatraz kaçışına dair yıllardır gizli kalan bir ayrıntı nihayet gün yüzüne çıktı. Üç mahkûmun karanlık koridorlara açılan o tüneli nasıl kazabildiğini açıklayan bu şaşırtıcı bulgu firarın seyrini tamamen değiştirecek nitelikte. Peki kaçışı mümkün kılan bu kusur neydi ve gerçekten özgürlüğün kapısını aralayacak kadar güçlü müydü? İşte o gece yaşanılanlar ve ortaya çıkan bulgulara dair detaylar…

Haziran 1962’de gelişen ve ABD tarihinin en büyük hapishane firarı olarak kabul edilen Alcatraz kaçışı aradan geçen on yıllara rağmen hâlâ çözülememiş sırlarıyla tartışıldı. Kaçışı gerçekleştiren üç mahkûmun dahice planı geniş şekilde araştırılmış olsa da olayın perde arkasındaki en çarpıcı detay yeni gün yüzüne çıktı.

11 Haziran 1962 gecesi, Alcatraz’daki üç mahkûm Frank Morris ile kardeşler John ve özenle hazırladıkları kaçış planını uygulamaya koydu. Aylar boyu hücrelerinde gizlice kazdıkları tünellerden geçtiler, yağmurluk parçalarını birleştirerek yaptıkları ilkel bir salı omuzlayıp çatıya ulaştılar ve San Francisco Körfezi’nin soğuk sularına doğru karanlıkta kayboldular.

Bu firarın temelinde mahkûmların inanılmaz yaratıcılığı kadar yıllardır kimsenin fark etmediği mühendislik temelli bir yapısal kusur yatıyordu. Alcatraz’a dair 35 yıldan uzun süredir çalışan araştırmacı John Martini Daily Mail’e yaptığı açıklamada üçlünün hücre duvarlarını kazabilmesini mümkün kılan en önemli faktörün bir hata olduğunu belirtti.

Martini’ye göre hücrelerin arka duvarlarında kullanılan beton düzgün dökülmemişti. Hava boşluklarının temizlenmesi için yüksek hızlı titreşim çubuklarıyla sıkıştırılması gereken büyük beton bloklara bu işlem uygulanmamıştı. Bu da betonun iç kısımlarında zamanla gevşeyen, kırılgan bölgeler oluşmasına neden olmuştu.

Martini o anı şöyle anlattı: “Mühendislerden biri duvarın yapısını incelerken sorunu hemen gördü. ‘İşte sorun burada, doğru şekilde dökülmemiş’ dedi. Mahkûmlar bu zayıf noktayı tamamen şans eseri buldu.”

Alcatraz’ın inşası 1909’da çabucak yapılmıştı. Bu nedenle yapının birçok bölümünde standart dışı malzeme kullanımı ve eksik kalite kontrolü olduğu uzun süredir biliniyordu. Ancak bu kusurların bir gün tarihin en çok konuşulan firarına ortam hazırlayacağı öngörülememişti.

1934 yılına gelindiğinde hapishane federal hükümeti tarafından yeniden yapılandırıldı ve dünyanın “kaçışı imkânsız” tesislerinden biri olarak lanse edildi. Pasifik Okyanusu’nun soğuk, hızlı akıntılı sularıyla çevrili ada, stratejik gözetleme kuleleri, çift katmanlı çitler ve sert disiplin kurallarıyla donatıldı. Mahkûmlar arasında dönemin en azılı suçluları bulunuyordu: Al Capone, George “Machine Gun” Kelly ve toplumun gözünde tehlike sembolü hâline gelen birçok isim.

Bu nedenle 1962 firarı yalnızca bir kaçış girişimi değil, Alcatraz’ın “yenilmez” imajına vurulan en büyük darbeydi.

Tekrar kaçışa geri dönelim. Mahkumlar nasıl bir yol izledi?

Frank Morris ve Anglin kardeşler firara aylar öncesinden hazırlanmıştı. Mahkûmlar havalandırma menfezlerinin çevresindeki duvarları sıradan bir metal kaşıkla oymaya başladı. Genellikle beton gibi zor bir malzemeyi kırmak son derece zorken Alcatraz’ın kusurlu beton yapısı bu işlemi beklenenden çok daha kolay hâle getirdi.

Duvarın arka kısmında açtıkları boşlukları geceleri karton panellerle kapatarak gardiyanların denetiminde fark edilmemesini sağladılar. Çıkardıkları kalıntıları da çeşitli yöntemlerle gizlediler:

* Havalandırma ızgaralarından attılar

* Ceketlerinin içinde taşıyıp ortak kullanım alanlarına bıraktılar

* Ayakkabılarında taşıyarak çalışma alanlarında döktüler

Duvardaki boşluk genişledikçe de gizli bakım koridoruna açılan bir geçit elde ettiler. Bu koridor hapishanenin ana yapısında görevli personelin neredeyse hiç kullanmadığı, karanlık, dar bir alandı. Bu nokta firarın kritik dönüm noktalarından biri olarak değerlendiriliyor.

Mahkûmlar firar planlarını hazırlarken, Alcatraz’ın geçmişinde birçok kaçış girişimi olduğunu biliyorlardı. Ancak neredeyse tamamı ya sulara gömülerek ya da gardiyanlarca yakalanarak son bulmuştu. Buna rağmen hapishane içindeki bazı isimler, firar planlarıyla ün kazanmıştı.

Örneğin hücre arkadaşına yaptığı saldırı nedeniyle 50 yıl boyunca ayrı hücrelerde tutulan ve “Alcatraz’ın Kuş Adamı” olarak anılan Robert Stroud gibi isimler cezaevinde hem moral motivasyon hem de firar hikâyeleri açısından önemli bir miras bırakmıştı.

Kaçış gecesinde üçlü, hapishane berberinden topladıkları saçlar, beton tozu, sabun ve boya kullanarak yaptıkları gerçekçi kukla kafaları yastıklarının üzerine yerleştirdi. Bu sahte kafalar zayıf ışıkta tıpkı uyuyan insan görünümü veriyordu.

Gardiyanlar gece boyunca yaptıkları kontrol turunda kafaları gerçek sanarak hiç şüphe duymadı. Sabah 07.00’de yapılan ayakta sayım sırasında ise gerçek ortaya çıktı.

Tanık olan bir gardiyanın anlattıkları olayın nasıl fark edildiğini net şekilde özetliyor: “Memur Mahoney hücreye yürüdü. ‘Morris, kalk’ diye bağırdı. Cevap yoktu. Parmaklıkların arasından uzanıp yastığa vurduğunda kafanın bir anda yuvarlandığını gördük. Düdükler çalmaya başladı, alarm verildi. Kaçtıklarını o an anladık.”

Bu hata mahkûmlara tahminen sekiz saatlik kritik bir zaman kazandırdı. O saatlerde çoktan çatıya çıkmış, yağmur oluklarından yaptıkları salı şişirmiş ve körfezin karanlığına doğru yol almaya başlamışlardı.

San Francisco Körfezi’nin suları, özellikle geceleri ölümcül derecede soğuk olur. Olayla ilgili yapılan çalışmalarda uzmanların görüşlerine göre o gece su sıcaklığı yaklaşık 4 dereceydi. Akıntılar sert, dalgalar düzensizdi. Martini o gece için şunları söylüyor:

“Gece yarısı gelgit çekilmişti. Böyle bir saatte, bu kadar soğuk suda basitçe yapılmış bir sal veya şişme minderle karşıya geçmek neredeyse imkânsız. Kaçtılar, evet ama büyük olasılıkla başaramadılar.”

Çeşitli teoriler ortaya atıldı

1- Angel Adası’na ulaştılar teorisi: Bazı uzmanlar, akıntıların o gece Angel Adası yönüne uygun olduğunu, dolayısıyla mahkûmların adaya çıkmış olabileceğini savunuyor.

2- Golden Gate’e sürüklenmiş olabilirler: Rüzgâr ve akıntı hesabı yapan bazı araştırmacılar, grubun Golden Gate Köprüsü yakınlarına doğru sürüklenmiş olabileceğini belirtiyor.

3- Güney Amerika’ya kaçtılar iddiası: Anglin ailesi, yıllar sonra Brezilya’da çekildiği iddia edilen bazı fotoğrafları yetkililere teslim etti. Bu görüntülerdeki kişilerin Anglin kardeşlere benzediği öne sürüldü. Ancak FBI bu iddiaları hiçbir zaman doğrulamadı.

4- FBI’ın resmî görüşü ise “boğuldular”: Bulunan bir kürek, iki can yeleği ve bazı kişisel eşyalar; mahkûmların suda battığına dair en güçlü işaretler olarak değerlendirildi.

Martini, firarın ardındaki gerçek hakkında şöyle diyor:

“Herkes o gece bir şeylerin olacağını hissediyordu. Olayı yaşayan bir görevliye ne düşündüğünü sordum. ‘Kaçtılar,’ dedi. ‘Boğulup boğulmadılar?’ diye sordum. ‘Evet, muhtemelen boğuldular. Ama onlar o birkaç an için özgür insanlardı.’”

Bugün, milyonlarca turistin ziyaret ettiği ada, firarın izlerini hâlâ taşıyor:Kazılan tüneller, kaçış koridoru, çatıda salın hazırlandığı alan, gardiyanların ilk şoku yaşadığı hücreler…

Hepsi, tarihin en tartışmalı kaçış öyküsünün sessiz tanıkları olarak varlığını sürdürüyor.

Peki üç mahkûm gerçekten başardı mı?

Bu soru 60 yıldır cevabını bekliyor. FBI’ın resmî görüşüne göre üçü de körfezin karanlık sularında hayatını kaybetti. Ancak birçok araştırmacı ve halkın önemli bir kesimi, onların hayatta kaldığına inanmayı sürdürüyor.