ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliğinin ilk yılında, mühendis olma konusunda şüphelerim vardı. Diğer alanları da keşfetmek için Ekonomi 101 dersi aldım. Dersin öğrettiği araçlardan biri, hayatın çeşitli yönlerini anlamama yardımcı oldu: Arz-talep eğrisi.
Arz-talep eğrisi, ekonominin temel kavramlarından biri. Bir mal veya hizmetin fiyatının, malın bulunabilirliği (arz) ve tüketicilerin ona olan arzusu (talep) tarafından belirlendiğini gösteriyor. Arz yüksek, talep düşük olduğunda fiyatlar genellikle düşer. Arz düşük, talep yüksek olduğunda ise fiyatlar yükselir. Bunu bilmek için ekonomi dersi almaya gerek yok elbette, kendi hayatlarımızda her gün deneyimliyoruz.
Zihnimi incelerken zaman zaman arz-talep eğrisini bir araç olarak kullanıyorum. Meditasyon öğretileri, arzuların (desire) ve kaçınmaların (aversion), içsel acılarımızın ana nedenlerinden biri olduğunu öne sürer. Bazı meditasyonlar sırasında buna odaklandığımda, ilginç bir desen/örüntü fark ettim: Arzularım arz-talep eğrisini takip ediyordu. Bir şeyin bol olduğunu düşünüyorsam, ona olan arzum azalıyor, tam tersi nadir görüyorsam, onu elde etmek için daha fazla çaba gösteriyordum.
Su mu daha değerli, Picasso mu?
Örneğin, nadirlik üzerine kurulu koleksiyon dünyasını düşünelim. Sanat eserleri, nadir pul örnekleri veya özel tasarım spor ayakkabılar; nadir olmaları nedeniyle yüksek talep görürler. Bu öğelerin nadirliği, bir ayrıcalık duygusu yaratır ve insanları onları elde etme konusunda harekete geçirir.
Öte yandan, gelişmiş bölgelerde kolayca bulunan su gibi temel bir şey, güçlü bir arzu veya takdir uyandırmaz. Ancak su kıtlığı çeken bölgelerde her damla değerlidir. Aynı madde, bolluk veya kıtlığına bağlı olarak farklı bir değere sahip olur ve arzularımızı buna göre etkiler.
Arzuyu etkileyen başka bir konu da o şeye rahat bir erişimimizin olup olmaması. Zaten sahip olduğunuz ve sürekli yanınızda bulunan bir şeyi düşünelim – cep telefonunuz. İlk başta arzuyla istemiş olabilirsiniz, ancak size ait olduktan sonra önemi azalır. Aniden bozulursa veya kaybolursa, yokluğu bir boşluk yaratır ve telefon arzusu tekrar artar.
Arz-talep eğrisi tarafından belirlenen piyasa değeri her yerde gözlemlenebilir. Gayrimenkul fiyatları, hisse senedi değerleri veya bir fincan kahvenin maliyeti bile bu ilkeye tabidir. Ancak piyasa değeri gerçek değeri tam olarak yansıtır mı? Ve gerçek değeri ne oluşturur?
Bu felsefi sorular, arzularımızın bilinçsiz bir şekilde hayatımızdaki şeylerin değerini belirlemesinin riskini vurgular. Eğer bilinçli bir şekilde müdahale etmezsek, zaten sahip olduğumuz veya bol miktarda bulunan şeyleri takdir etmeme riskiyle karşı karşıya kalabiliriz. Hayatımıza ‘gerçek değer’ katmayan şeylerin peşinden koşabiliriz.
Kendi zihnime nasıl müdahale ettim?
Müdahalem, zaten sahip olduğum veya bol miktarda bulunan şeyleri listeleyerek başladı. Bu şeyleri giderek daha çok takdir etmeyi bilinçli bir şekilde amaçlayarak, zihnimin dürtüsel yanını dengelemeyi hedefledim.
Sabah kahvemi içerken, tarlada büyük bir emek ile çalışan insanları, riske girerek kahve şirketi kuran girişimcileri ve o kahvenin mahallemize getirilmesini sağlayan lojistiği düşünürsem nasıl olur?
Sevdiğim bir şarkıyı dinlerken, sanatçının yolculuğunu ve o şarkıyı istediğim zaman istediğim yerde dinleyebilmemi sağlayan teknolojiyi düşünürsem şarkının deneyimim üzerinde nasıl bir etkisi olur?
Nefes alabilmek, hayatta olabilmek demektir. Ancak düşünmeden nefes aldığımız için çoğu zaman bunun değerini unuturuz. Arada bir, nefesimizi nadir bir koleksiyon parçası kadar değerliymiş gibi görsek nasıl olur?
Sizin ‘siz’ olma ihtimaliniz
Sizin ‘siz’ olma ihtimaliniz üzerine hiç düşündünüz mü? Anne babalarınızın tanışmasından, onların anne babalarının tanışmasına, yaşama olanak veren bir gezegenin oluşmasına kadar bir çok şeyin olması gerekiyor ki; siz var olabilesiniz. Neredeyse imkansız sayılabilecek bu olaylar zincirini aklımızda tutarak, olduğumuz gibi var olmayı takdir edebilseydik?
Ekonomi prensiplerini meditasyonun içe dönük bilgeliğiyle iç içe geçirerek hayatımızdaki bolluğa karşı daha derin bir takdir duygusu geliştirebiliriz. Bu da büyük bir ihtimalle bizi daha derin bir memnuniyet ve değer bilme duygusuna yönlendirir.