Ödül törenlerini izlemeye bayılırım. Güzel kıyafetler, komiklikler, sevdiğim oyuncuları görmek, hepsi hoşuma gider. Bu hafta Netflix SAG ödüllerini yayınlayınca, atlaya zıplaya da olsa töreni izleyeyim dedim. Hem de Barbra Streisand’e yaşam boyu onur ödülü verileceğini bildiğimden, bakalım ne diyecek diye merak da ettim.
Küçükken evimizde Streisand’in plakları vardı, baş rollerini oynadığı ‘Hello Dolly’, ‘Funny Girl’, ‘The Way We Were’ filmlerini bayılarak izledim. Yönetmenliğini yaptığı ‘Yentl’, ‘Prince of Tides’, ‘Mirror Has Two Faces’ gibi filmleri de…
Streisand’in yönetmen olarak görmezden gelindiği üzerine çok şey yazıldı çizildi. O kadar ki Kathryn Bigelow Oscar alan ilk kadın yönetmen olduğunda, ödül heykelciğini ona veren gene Streisand olmuştu.
Streisand aynı zamanda politik olarak da aktif biri. Özellikle Donald Trump’a karşı çok ses çıkardı. X hesabından da görebilirsiniz. Yaşam boyu onur ödülünü alırken, acaba dedim politik bir şeyler diyecek mi?
Streisand filmlerin hayatı zenginleştiren, nefes aldıran etkisi üzerine uzun uzun konuştu, politik sayılabilecek şu sözleri sarfetti: “Bu ödülü alırken film endüstrisini kuranları düşünmeden edemiyorum. Szmuel Gelbfisz Samuel Goldwyn oldu, Lazar Meir sonradan Louis B. Mayer adını aldı, Eichelbaum biraderler Warner Bothers’a dönüştü. Doğu Avrupa’da dinleri yüzünden maruz kaldıkları önyargıdan kaçıyorlardı. Bu salondaki herkes gibi hayal kuran insanlardı. Benim hayalim de böyle önyargıların geçmişte kaldığı bir dünya.”
Bana göre yuvarlak, muğlak laflar. Streisand hayatının en önemli onurlarından birine layık görülürken, bu topa girmek istemedi herhalde. Ama ya “Ateşkes şimdi” deseydi… Değişir miydi bir şeyler?
Bunları düşünürken TikTok girdabına kapıldım ve karşıma Angelina Jolie’nin iki ay kadar önce Waad al Kateab isimli Suriyeli bir gazeteciyle konuşması çıktı.
Angelina Jolie: Dünya çirkinmiş, biz yeni farkına varıyoruz
Angelina Jolie Birleşmiş Milletler’in mülteci ajansı UNHCR için başta iyi niyet elçiliği olmak üzere yirmi yıl çalışmış biri. Jolie şöyle diyor: “20 yıl evvel uluslararası alanda çalışmaya başladığımda, kafamda ‘iyiler’ diye bir düşünce vardı. İnsanlar mı dersiniz, ülkeler mi, her neyse, bazı insan hakları hedefleri olduğunu, yanlışlar olduğunda karşı çıkılacağını, Birleşmiş Milletler’in tam da bu olduğunu sanıyordum. Bir şeyleri iyileştirmek için çalışıldığını düşünüyordum. Ama giderek işlerin böyle olmadığını anladım, dünya bu değil. Dünya diyor ki, işte bazı insan hakları, bunlar bazen bu insan grubu için geçerli, bazen bu insan grubu için, ama bu grup için asla geçerli değil… veya bu gruba adalet, ama bu gruba adalet yok, şu suçla ilgili hesap verme zorunluluğu var, yalnız şu suç için yok, çünkü burada iş menfaatleri var. Dünyanın çirkin vaziyeti böyleymiş, biz sadece yeni farkına varıyoruz.”
Birleşmiş Milletler’i sorgulayan sert sözler… Jolie böyle bir tecrübeden sonra yıkılmış, ben Barbra’nın yuvarlak laflarıyla hayal kırıklığına uğramışım çok mu…
Gelelim Berlin Film Festivali’nden sonra İsrailli yönetmen Yuval Abraham’ın başına gelenlere… Abraham’ın filmi ‘Başka Ülke Yok’ en iyi dokümanter ödülünü aldı. Önce Alman Adalet Bakanı, yönetmenin ödül konuşmasındaki sözlerini antisemitik olarak nitelendirdi, kovuşturulabilir dedi. Sonra Kültürden Sorumlu Devlet Bakanı konuşmada “şok edici derecede tek taraflı ve derin bir İsrail nefreti” olduğunu öne sürdü.
Suçluluk hissinizi istemiyorum
Bu değerlendirmelerin sonunda Yuval Abraham’ın evini aşırı sağcı İsrailli bir grup basmış. Abraham Twitter’da yaptığı açıklamada hala ölüm tehdidi aldığını söylüyor: “Tüm bunlar, İsrail ve Filistin arasında eşitlik, ateşkes ve apartheida son talep ettiğim konuşmamı İsrail medyası ve Alman politikacılar ‘antisemitik’ olarak yaftaladıkları için oldu. Bu kelimenin, hem İsrail’i eleştiren Filistinlileri, hem de benim gibi ateşkesten yana olan İsraillileri susturmak için Almanlar tarafından kötüye kullanılması korkunç. Bu davranış antisemitizm kelimesinin içini boşaltıyor ve dünyanın her yerindeki Yahudileri tehlikeye atıyor. Büyükannesi Libya’da bir toplama kampında doğmuş, büyükbabasının ailesinin çoğunluğu Almanlar tarafından Holocaust’ta öldürülmüş biri olarak, 2024 yılında Alman politikacıların bu kelimeyi bana karşı bir silaha çevirmeleri ve ailemi tehlikeye atmaları beni hiddetlendiriyor… Filmi yapma amacımız insanları bu konuda konuşmaya teşvik etmekti. Bizi şeytanlaştırmadan da konuşmamızı eleştirebilirsiniz. Holocaust’tan ötürü duyduğunuz suçluluk size bunu yaptırıyorsa, suçluluk hissinizi filan istemiyorum.”
Politika, kurumlar, devletler, tarihi yükler, yönetim yapıları, tüm bunların arasında eziliyoruz. Kim iyi, kim kötü, hangi menfaatlerin güdümüyle neler oluyor, her şey çok karışık, çok sisli. Kelimelerin içinin boşaltılması, sapla samanın karışması bu ortama katkıda bulunuyor. Bir yandan da sabrımız yok, konsantrasyonumuz düşük, hiçbir şeyi derinlemesine sorgulamıyoruz, zaten sorgulanacak şeylerin sayısı başlıbaşına yıldırıcı.
Gazetecilerden ve sanatçılardan çok şey bekliyoruz
Siz de bu konuları düşünüp dertlenenlerdenseniz okuma listeme aldığım bir kitabı size de önereyim: Johann Hari’den ‘Çalınan Dikkat- Neden Odaklanamıyoruz?’ Hari şöyle diyor (benim çevirim): “Demokrasi insanların gerçek sorunları tespit edecek, bu sorunları yalan yanlış başka şeylerden ayırt edebilecek, çözümler üretecek ve çözümler ortaya konmadığında liderlerden hesap sorabilecek kadar uzun süre konsantre olabilmelerini gerektirir.” Gazetecilerin ve sanatçıların işi iyice zorlaştı. Onlardan çok şey bekliyoruz, dikkatimizi çekmelerini, vicdanımız olmalarını, hem de her yönden eleştirilere, kimi zaman tehditlere göğüs germelerini…
Berlinale’de Gazze krizi bitmedi: ‘Eşitsizlik bitsin’ diyen yönetmene ölüm tehditleri