Her sene Cannes’da Haziran ayında reklamların Oscarları diyebileceğimiz Cannes Lions Uluslararası Yaratıcılık Festivali yapılıyor. Artık bilfiil reklamcılık yapmasam da işim gereği ben de bu festivalde kazananları takip etmeye devam ediyorum. Bu sene film kategorisinde büyük ödülü alan çalışmalardan birine doğrusu bayıldım.
Dört buçuk dakikalık bu film pazarlama şirketi Accenture Song ve onun bir yan kuruluşu olan The Monkeys tarafından üretilmiş. Bu tek cümle dahi, reklamcılıkta son yirmi senede olan iki büyük değişimi barındırıyor. 30 saniye reklamcılığı bitti ve reklam klasik reklam ajans yapısı dışında da başarıyla üretilebilir bir iş oldu. Nitekim Accenture Song’un websitesinde gezinince yapay zeka, veri, metaverse gibi kavramların havada uçuştuğunu görebilirsiniz. Benzer şekilde The Monkeys de kendi sitesinde tipik reklam ajansı olmadığını özellikle vurguluyor.
Teknolojik veya değil, tipik ya da değil, bu iki şirket birlikte insanın yüreğine dokunan özel bir işe imza atmış. Adı ‘Play It Safe / Riske Girmeye Ne Gerek Var?’ Tam dört buçuk dakikalık bu kısa film Sydney Opera’sının 50. yıldönümü şerefine hazırlanmış. Sydney Opera Binası tüm Avustralya’nın simgesi haline gelmiş mimari bir başyapıt. Avustralya deyince belki de gözümüzün önüne gelen ilk resim.
Kim Gehrig’in yönettiği filmde, ünlü Avustralyalı komedyen Tim Milchin risk almanın gereksizliği üzerine ironik bir şarkı söylüyor, o şarkısını söylerken yavaş yavaş, hepsi birbirinden müthiş, hepsi bu ikonik binada sanatını icra etmiş veya etmekte olan yüzlerce müzisyen, dansçı, sanatçı Milchin’e katılıyor. Varlıklarıyla şarkıda söylenenlerin tam aksine, çıkıntı olmayı ve farklı yoldan yürümeyi göze alarak hayata nasıl bir değer kattıklarını ortaya koyuyorlar. Drag queen’den Aborijin yerliye Avustralyanın her rengi filmde var. Milchin ve sanatçıların görüntüleri, Sydney Opera Binası’nın nasıl inşa edildiğine, nasıl şehrin çekim merkezine dönüştüğüne dair arşiv görüntülerle harmanlanıyor. 2. Elisabeth’den Nelson Mandela’ya pek çok tarihi şahsiyet bu arşiv görüntülerinde arz-ı endam ediyor.
Ödülü veren jüri, işi neden ödüle layık gördüklerini şu sözlerle açıklamış: “İnsanın yaratıcı ruhunu, cesur fikirleri, eleştirilere, tartışmalara ve kültürel normlara rağmen büyük riskler almayı kutlayan bir çalışma.” Uyumlanmış veya sinmiş bir yaşamdan bizi sanatın söküp çıkarabileceğini ders vermeden, böyle neşeli anlatmak büyük marifet, üst seviye hikaye anlatıcılığı.
Hepimiz telefonun küçük ekranından bir şeyler izlemeye alıştık (ki filmi ben de ilk telefonumdan izledim), bir dizi bölümünü dahi telefona bakmadan bitiremez olduk. Böyle bir dünyada ekrandan kafamızı kaldırıp üşenme duygusunu aşıp trafiğe, pahalılığa, gündelik birçok derde rağmen evden çıkıp canlı bir performans izlemeye gitmek artık neredeyse bir direniş. Yapmayınca ne çok şey kaçırdığımızı bu filmi izlerken bir kez daha anladım.
Evren etrafta dolaşmanı isteseydi sana bu kadar içerik vermezdi
“Şarkınıza eşlik edilmesini istiyorsanız, işi basit tutun, risk almayın” diye başlıyor şarkı. “Rahat hissettiğiniz kutuyu bulup içinden çıkmayın. Kafanız bir ev gibi, kilitlerseniz, dünyayı dışarıda bırakabilirsiniz. Tanrı önce televizyonu verdi, ertesi gün koltuğu teslim etti, evren senin etrafta dolaşmanı isteseydi, sana bu kadar içerik vermezdi…” diye devam ediyor.
Hem güncel kültürel duruma bir eleştiri, hem bir kültür çınarına saygı duruşu, hem bir ülkenin tüm renkleriyle kutlanması. AKM’nin uzun zaman açılamaması ve tekrar açıldığında da pek bir cümbüş olmamasını düşünüyorum da içimi çekmeden edemiyorum.