Martin Scorsese’nin son filmi ‘Killers of the Flower Moon’u (Dolunay Katilleri) nihayet izledim. Hakkında özellikle önceden hiçbir şey okumadım. Çünkü bu neredeyse dört saatlik filmi başka görüşlerden etkilenmeden seyretmek istedim. İnanın filmin başında gösterilen bir fantezi mi, gerçek mi anlayamadım. Çünkü bazı Amerikan yerlilerinin 1920’lerde böylesine zengin olduklarını hiç bilmiyordum. Meğer film David Grann isimli bir gazetecinin yazdığı Dolunay Katilleri: Osage Cinayetleri ve FBI’ın Doğuşu isimli ‘true crime” (gerçek suç) kitabına dayalıymış.
Ben iflah olmaz bir suç romanı okuyucusuyum. Ama ‘gerçek suç’ kitaplarına da bayılırım. Amerikan yerlilerine yapılan zulüm zaten Amerika Birleşik Devletleri’nin utançlarının başında geliyor. Ama bu kitabın ve filmin konu ettiği suç, sinsi ve sistematik. İzlerken şok geçirdim ve bir kez daha ‘beyaz ayrıcalığı’ (sadece beyazların işine yarayan görünen ve görünmeyen imtiyazlar) tüylerimi ürpertti.
Daha evvel de yazdım, Amerikalı yazar Truman Capote ‘Soğukkanlılıkla’ isimli eseriyle ‘gerçek suç’ türünü bir nevi icat etmiştir. Kitap 1959 yılında Kansas’ta küçük bir kasabada durup dururken katledilen bir aile ile ilgilidir. Capote kitabı yazabilmek için aylarca hem dedektif hem gazeteci gibi çalışır. Kitabı “kurmaca olmayan bir roman” olarak tanımlayarak, gerçek suç türünün önünü açar. Gerçekten Soğukkanlılıkla kitabından bir romandan alınan tadı almak mümkündür, ayrıca bazı detayların Capote tarafından sunuluşu kitabı kurmacaya doğru iter. Kitaptaki son sahneyi uydurduğunu ölmeden önce Capote de teslim eder.
Benim bu türe ilgim esasında Truman Capote’den ziyade araştırmacı gazeteci Dominick Dunne ile başladı. Dominick Dunne Vanity Fair için yıllarca dönemin en ses getiren suçlarını ve mahkemelerini takip etmiştir. Makalelerine konu olan olaylar arasında karısını öldürmekle suçlanan sosyetik avukat Claus von Bülow’un mahkemeleri, O.J.Simpson’ın yargılanışı, milyarder bankacı Edmond Safra’nın şüpheli ölümü sayılabilir. Ancak Dunne’ın adalete ve adaletsizliklere ilgisi bir tesadüf değildir. Kendi kızı Dominique gencecikken bir cinayete kurban gider.
Dominique yavaş yavaş ünlenmekte olan bir oyuncu iken, John Thomas Sweeney isminde bir şefe âşık olur. İlişkileri başlar, ama ne yazık ki adam onu sık sık fiziksel olarak taciz eder. Dominique, Sweeney’den bir şekilde ayrılmayı başarır, ama adam ayrılıktan birkaç hafta sonra Dominique’in evine gelir ve kızı boğazlar. Dominique beş gün yaşam destek ünitesinde kalır, beyin fonksiyonlarını yitirince, sadece 22 yaşındayken, ailesi üniteden ayrılmasına karar verir.
Sweeney, ikinci derecede cinayetten beraat eder, kasıtsız adam öldürmekten altı yıla mahkûm olur. Üç yıl kadar hapis yattıktan sonra salıverilir. Sweeney, Dominique’in ailesinin yaşadığı eyalette lüks bir lokantaya girer çalışmaya başlar. Dominique’in annesi ve abisi lokantanın önünde protesto yapmaya başlayınca, eyaleti terk etmek zorunda kalır. Dominick Dunne, Vanity Fair’de kızı öldükten iki yıl sonra 1984 Mart’ında yayınlanan ve sonradan kitabına da adını veren Justice (Adalet) isimli makalesinde kızının katilinin yargılanışını soğukkanlılıkla aktarır. Daha sonra başka yargılamaları da izlemeye başlar; adaleti tesis etmenin, hakikate erişmenin zorluklarını işler. Yazdığı makaleler sonradan Justice (Adalet) ismindeki kitapta toplanır.
Bir diğer sürükleyici gerçek suç kitabı ise John Berendt’ten ‘İyiliğin ve Kötülüğün Bahçesinde’dir. Kitabın odağında Savannah’da sosyetik bir antikacının, bir erkek fahişeyi öldürdüğü iddiası ve ilgili mahkeme vardır. Kitap daha sonra, Clint Eastwood tarafından filme uyarlanmıştır, hatta başrolde de yıllar sonra kendi taciz iddialarıyla mahkemelere düşen Kevin Spacey vardır. Bu kitapların bir ortak noktası, sadece olan biteni anlatmaları değil, atmosfere ve karakterlere dair roman tadında tasvirler getirmeleridir. Son yıllarda gerçek suç, kitap ve filmlerden öte dizi ve podcastlerde de çok tutan bir kategori haline geldi. Bilmem bu artışı neye yormalı? Belki de bunun sebebi, her geçen gün, dünyanın dört bir yanında adaletin nasıl tökezlediğine daha çok şahit olmamız.
Türkiye’de de araştırmacı gazetecilik kuvvetli. İsmail Saymaz’ın en iyi araştırmacı gazetecilik kitapları listesinden de görebileceğimiz gibi bizde bu tür kitaplarda daha çok politik konulara ve politik yolsuzluklara odaklanılıyor. Yukarıda örneklediğim türden suçları konu eden kitaplara veya suçları roman tadında resmeden yaklaşımlara fazla rast gelmiyoruz. Fakat şurası muhakkak- bu aralar okuduğumuz suç haberleri, gerçek suç kitapları veya dizilerine ilham olacak nitelikte. Dilan Polat ve Engin Polat’ın yükselişi ve düşüşü, Münevver Karabulut cinayetindeki gizemler, bunların dizisi olsa izlemez miydiniz?
Fakat unutmayalım önünde sonunda bu türde malzeme suçlar. Suçu ve suçluları nasıl sunduğunuz, kimin perspektifini önceliklendirdiğiniz, geride kalanların anlatımdan nasıl etkileneceği önemli ve etikle ilgili konular. Örneğin; Scorsese bu son filmin senaryosunu önce cinayetleri çözmekle görevli Federal Büro Direktörü’nün gözünden yazıyor. Ama Amerikan yerli bakışının bu şekilde eksik kalacağını düşünerek, Amerikan yerlisi kadın ve kocasını ön plana alıyor. Gene de bir kısım Amerikan yerlisi bu yaklaşımı yeterli görmüyor, özellikle filmdeki şiddet sahnelerini eleştiriyor. Neticede metni kimin yazdığına, neyin yazılıp, neyin dışarıda bırakıldığına dikkat etmek iyi bir okumanın esasıdır. Çünkü bu seçimlerde bir ahlak anlayışı, bir değer sistemi gizlidir- özellikle gerçek suç türünde.
Yazıda bahsi geçen yazarlar, kitaplar
David Grann ve Uğur Gülsüm, Dolunay Katilleri: Osage Cinayetleri ve FBI’ın Doğuşu
Truman Capote, Soğukkanlılıkla
Dominick Dunne, Justice
John Berendt, İyiliğin ve Kötülüğün Bahçesinde