Nerdeyse hiçbir zaman yalnız yemiyoruz. Yemek yeme anımızı eşimiz, çocuklarımız, dostlarımız, arkadaşlarımızla paylaşmayı seviyoruz. Şöyle bir baktığımızda, nişan, düğün, doğum, ölüm, dertleşme, tanışma, barışma, anlaşma, tümü birer yemek yeme, yemeği paylaşma ve iletişim fırsatı. Dünyanın tüm kültürlerinde böyle.
Yemeğe yaklaşımımız önce duyularla başlar: Görüntü, doku, koku, lezzet… Bir sonraki aşamada, bu görüntü, koku ve lezzet, önceden kodlanmış hafıza, kültür ve bilgi bankamızla teyit edilir, beğenilir veya yadırganır. Bu kodları kim ve ne oluşturur diye merak ediyorsak yanıtını annemizde, çevremizde, doğduğumuz ve büyüdüğümüz coğrafyada aramalıyız.
Çünkü farklılıklar böyle başlamış.
Damak bizim en tutucu ve yeniliklere en dirençli tarafımız. Damak bizim tutuculuğumuzun zirvesiyse o zaman yeni ve farklı lezzetleri ne zaman deneyebiliriz Denemeyi istiyor muyuz?
Tabii denemeden önce tanımak ve farkına varmak gerekiyor. Burada anahtar kelime farkındalık. Neyin farkındalığı? Bizden farklı olanların. Başka coğrafyalar, başka kültürler, başka duyular, başka kodlamalar var. Hayatlarında hiç balık yememiş, zeytinyağı tatmamış, tarhana çorbası içmemiş insanlar var.
Dünyanın en büyük peynir üreticisi Fransa peyniri kahvaltıda yemiyor. Dünyanın en büyük zeytin üreticisi İspanya zeytini kahvaltıda yemiyor. Biz peynirsiz ve zeytinsiz bir kahvaltı düşünebilir miyiz?
“Ne yiyorsak oyuz” diye çok moda bir laf var. Bu laf ne anlama geliyor tam olarak ve ne kadar doğru? Bizi biz yapan alışkanlıklarımız, coğrafyamız ve kültürümüz ise başka alışkanlıkları, coğrafyaları ve kültürleri tanımak ve denemek bizi biz olmaktan çıkarır mı? Yoksa zenginleştirir mi? Yemeğin coğrafya ve kültür ile bağlantılı olduğu bir gerçek ama akıl, merak ve yaratıcılık ne olacak peki?
Tarımın keşfiyle birlikte yemek tarihinde bizim bölgemizin bir kültür merkezi olduğunu biliyoruz. Ancak aynı dönemlerde Güney Amerika, Afrika ve Uzak Doğu’nun da birer kültür ve yaratıcılık merkezi olduğunu unutmayalım.
Daha da önemlisi bu kültürler yol boyunca birbirleriyle devamlı alışverişte bulunmuşlar. Sınır, memleket ve milliyet tanımaksızın. Buna bir örnek vermek istiyorum:
Yaz mevsimi. Bu mevsimde bölgemizin ilk akla gelen sebzeleri neler? Barış Manço’nun şarkısındaki gibi, “Domates, Biber, Patlıcan.” Peki, domates ve biberin Amerika’dan; patlıcanın ise Hindistan’dan geldiğini biliyor muyuz? Hem de bize hiç uzak olmayan tarihlerde.
Aynı şekilde, bizim yemek kültürümüze çay Hindistan’dan, pilav İran’dan, kahve Afrika’dan, domates ve biberin yanı sıra mısır ve kakao da Amerika’dan, dondurma ve mantı ise Çin’den gelmiş…
Bu alışverişin veya dirençlerin başka boyutları da var; inanç, siyaset, ekonomi gibi… Neden domuz yemiyoruz sorusunu inancımızla yanıtlayabiliriz ancak inancımızın kanguruya veya çekirgeye izin verdiğini biliyor muyuz? Yarın sabah kahvaltıda çekirge kızartması yemeğe ne kadar hazırız? Veya bu çekirgeleri bayıla bayıla yiyenleri kabullenmeye ne kadar hazırız? Hayatımız boyunca hiç tadına bakmamış olsak bile “hayatta yemem” itirazını nasıl değerlendiriyoruz? Mesela Japonların suşisini?
Bu itiraz “Çiğ balık olur mu hiç” şeklinde ise o zaman lakerda ne kadar çiğ değil?
Kahvaltıda çay yerine kahve içebilir miyiz? Avrupalıların tümünün yaptığı gibi. Kahvaltıda asla ama kahvaltıdan sonra şöyle güzel bir Türk kahvesi neden olmasın der gibisiniz. O zaman bir soru daha: Türk kahvesinin nesi Türk?
Kahveyi Afrikalılar Araplara, Araplar bize, biz Avrupalılara, Avrupalılar da bugün Brezilya ve Kolombiya gibi dünyanın en büyük üreticileri olan Orta ve Güney Amerikalılara öğretmiş. Hiç bitmeyen bir siyasi ve ekonomik süreç mi desem, rekabet mi desem?… Kimi kaynatarak, kimi kakule ve tarçınla harmanlayarak, kimi süzerek, kimi de bizim gibi telvesiyle. Değişen tek şey zaman ve coğrafya…
Süregelen bir kavga daha: Baklava kimin? Türk mü? Yunan mı? Arap mı? Ermeni mi? Yanıt çok basit: Baklava bu coğrafyanın. Bu coğrafyada yaşayan herkesin. Aynı ülke içinde bile paylaşılamayanlar var. Ölçeğin küçülmesi rekabeti engellemiyor. Örneğin Tarhana. Tarhana Orta Anadolu mu? Ege mi? İç Ege mi? Kıyı Ege mi? Çanakkale mi? Balıkesir mi?
Sorulara devam: Veganlara nasıl bakıyoruz? Veganlık bir inanç mı? Bir moda mı? Bir tür mücadele mi? Hepsi mi? Pilav zeytinyağıyla pişer mi? Buradan bakarsak kesinlikle evet. Ama Trabzon’dan veya Urfa’dan baktığımızda? Yaprak yenir mi? Bizde evet. Sarması, sardalyalısı, etlisi, zeytinyağlısı… Ama dünyanın en büyük üzüm üreticisi Avrupa’da asma yaprağı sadece hayvan yemi olarak kullanılıyor.
Yoğurt tatlı dışında yenir mi? Tuzlu içecek olur mu? Bizde evet. Avrupa’da hayır. Ekmekten vazgeçebilir miyiz? Yemeğin yanında ekmekten başka katık olur mu? Olur. Amerika’da mısır, Uzak Doğu’da pirinç, Afrika’da muz, hem de olmamışı.