İki roman ve bir sanat eseri kişisel tarihimizin büyük harfli tarihle ilişkisini anlamak için geniş imkanlar sunuyor. Sonuç, biraz da melankoli.

Tarihle yüzleşmek, hesaplaşmak zor. Çünkü bir resmi tarih var, bir de resmi olmayan tarih. Ezberletilenler olduğu kadar, gösterilmeyenler var. Bir de esas bu büyük harfli tarihin yanında akıp giden kendi kişisel tarihimiz var. Kontrol etmeye neredeyse ömrümüzü adadığımız kişisel tarihimiz, üzerinde pek de kontrolümüz olmayan tarihten tabii ki etkileniyor. Nasıl etkilendiğini görmek için perspektif gerek. Perspektif, şanslıysak, zamanın bize bahşettiği bir hediye. Bir de iyi edebiyatın.

İki olağanüstü kitabı arka arkaya okudum. Öncesinde haklarında hiçbir şey bilmiyordum. Bunları peş peşe okumayı seçmem tamamen tesadüf oldu. Ama iki kitap birbiriyle bu kadar mı konuşur? Şaştım, kaldım. Her iki kitap da çok katmanlı, üzerlerinde saatlerce tartışma yürütülür. Bir yönlerini seçmem gerekirse, 2. Dünya Savaşı’nın sonuçlarını ele almaları, geniş tarihle hesaplaşmaları benim için öne çıktı derim.

Screenshot

Eserlerden ilki prestijli International Booker Ödülü’nü daha yeni kazanan Jenny Erpenbeck’in Kairos’u. Kitap bir seviyeden bakıldığında, neredeyse çocuk diyebileceğimiz 19 yaşındaki Katharina ile 53 yaşındaki Hans’ın 1986’da başlayan aşk hikayesi. Bir başka seviyeden değerlendirildiğinde, Hans’ı un ufak olmanın eşiğindeki eski Doğu Almanya’nın bir simgesi olarak görmek, Katharina’yı ise Batı ile birleşmeye hazır bir Doğu Almanya olarak değerlendirmek mümkün. İlginç olan Erpenbeck’in Katharina’nın gözünden Doğu Almanya’yı anlatırken üslubuna hakim olan nostalji. Katharina’nın Doğu Almanya’sında klasik müzik, güzel tiyatrolar, restoranlar, barlar, sıkı fıkı dostluklar, yaz tatilleri ve ara sıra Batı Almanya’ya ziyaretler var. Derken komünizm çöküyor, duvar, yıkılırken bir buldozer gibi Doğu Almanya’yı dümdüz ediyor, birleşmeyle birçok kurum tedavülden kalkıyor, para pul oluyor, insanlar bir anda hem özgür, hem işsiz kalıyor. Özgürlük vaadiyle gelen birleşme, beraberinde yoksunluklar getiriyor.

Sevmek istersin ama eşit değilsin

Kitabın okuru kıskıvrak yakaladığı ama okurken acı çektirdiği nokta ise Hans’ın Katharina ile kurduğu uygunsuz ilişki kadar, bu ilişkide Katharina’yı kesintisiz taciz etmesi, taciz yoluyla üzerinde tahakküm kurması. Büyük bir aşk olarak başlayan ilişkinin esasında bütünüyle karşılıklı yalanlarla, çifte standartlarla ilerlemesi. Korkunç bir iktidar dinamiği. Bağlanmak, ait olmak, sevmek istemek, ama hiçbir zaman eşit zeminde olamamak. Kamusal tarihin ve iktidar mekanizmalarının kişisel tarih üzerindeki yansımalarına böylesine ışık tutan bir roman uzun zamandır okumamıştım. Eppenbeck Yasemin Çongar ile söyleşisinde şöyle diyor: “Hafızaya ilişkin bir hikaye istedim. Kaybettiğiniz şeyler hakkında, bir yandan onları kaybederken elinizde tutmak istediğiniz şeyler hakkında bir hikaye”

Ben bir söyleşi yapsam Eppenbeck’e Ian McEwan’ın Dersler isimli romanını okuyup okumadığını sormak isterdim. Okumadıysa okumalı bence. Hafıza ve tarih temaları üzerinden iki kitap arasında önemli bir diyalog var. Dersler, Kairos’a göre epey uzun. Anlatım stratejileri açısından daha klasik.

Roman, 2. Dünya Savaşı’ sonrası “boomer” neslinin tipik bir İngiliz üyesinin, Roland’ın, hayatını aktarıyor. McEwan, arka planda İngiltere’nin politik ve kültürel olaylarının dökümünü yapıyor. Roland’ın bir İngiliz askeri olan babasının ve Nazilere direniş göstermiş Alman grubu Weise Rose’a mensup kayınpederinin Roland’ın hayatına etkilerini yansıtıyor. Dersler, hayat boyu sürüklenen bir erkeğin bu sürüklenişinde hangi tarihsel koşulların etkili olduğunu, tarihsel koşulların nasıl nesilden nesile aktarılan bireysel travmalar oluşturduğunu ustalıkla ortaya koyuyor. Roland’ın hayatında bu sürüklenişi ve muğlaklığı tetikleyen, pırıltılı potansiyelini söndüren, bu nesilsel travmalar kadar, yaşadığı taciz. Roman, bir yanıyla bir kadın tarafından tacize uğrayan bir çocuğun da hikayesi. Gel de geçen senenin çarpıcı filmlerinden May December’ı hatırlama.

Fırsatı saçından yakalamak

Zeus’un en küçük oğlu Kairos Yunan mitolojisinde fırsatın tanrısı. Kairos’un alnına dökülen bir tutam saçı yakalayabilen, hayatın önemli fırsatlarını da yakalayabiliyor. 21. Yüzyıla girerken insanlık Kairos’u saçlarından yakalayamamış, barışçıl bir yaşam fırsatını kaçırmış görünüyor. İki roman da bize reçeteler sunmuyor, dünyanın karmaşık, tarih anlatılarının güvenilmez, bizlerin çoğu zaman çaresiz olduğu gerçeklerini hiç unutturmuyor. Her iki kitapta da tacizin merkezi bir anlatım stratejisi olması geçtiğimiz yüzyılla ilgili önemli bir yorum.

İki kitabı peş peşe okumak bir tesadüftü, bu tesadüfü tamamlayan ve kitapların bende bıraktığı duyguyu tanımlayan ise bir sanat eseri oldu: Anselm Kiefer’ın Melancholi isimli çalışması. Arter’de Ömer Koç Koleksiyonu’ndan temellenen olağanüstü sergi ‘Farz Et ki Sen Yoksun’da bu eser görülebilir.

Anselm Kiefer ünlü bir Alman çağdaş sanatçı. Babası bir Nazi subayı. Kiefer’a ününü kazandıran 1969’da sadece 24 yaşındayken yaptığı mezuniyet çalışması Occupations (İşgaller). Bu eser Almanya’da o devirde neredeyse tabu olarak görülen Nazizm bahsini ilk defa açarak, sanat tarihinde yerini alıyor. Melankoli ise Kiefer’ın sonradan yaptığı bir dizi işin genel adı. Bu işler 16. Yüzyılın ünlü sanatçılarından Albrecht Dürer’in Melencolia I isimli eserine atıfta bulunuyor, Melencolia 1’de yer alan gizemli simya objesini (polihedron) Kiefer de kullanıyor. “Kiefer ve Dürer Enigması” isimli makalede bahsedildiği gibi, melankoli esasında Chronos yani Zaman ile bağdaştırılan bir duygu. Melankolikken zaman bir türlü geçmek bilmez, beklenen sonuçlar gelmez, kaygı büyür de büyür. Dürer’in de Kiefer’ın da polihedronu kaygının simgesi olarak yorumlanıyor. O zaman bu sanatçılar bize melankoli ve kaygının tarihin değişmezlerinden olduğunu anımsatıyorlar desek yanlış olmaz.

Evet Kairos ve Dersler bende melankoli yarattı. Gene de bize dünyayı böyle büyük bir kanvas üzerinden anlatmaya yeltenen, hayal güçleri bunca geniş bir alanda, böylesine maharetle dolanan bu yazarlar çağdaşımız olduğu için ne kadar şanslıyız diye düşünüyorum. Bu iki romanı okumak herkese göre olmayabilir, ama yaşadığımız çağ üzerine düşünmek için Arter’de Farz Et Ki Sen Yoksun sergisi birebir.

Uluslararası Booker Ödülü Jenny Erpenbeck’in ‘Kairos’una